Siyasî nostalji kültürel araçsallık

Asım Öz / Yazar
28.04.2018

Erbakan Ödüllerine duyulan ilgi geçen sene yok denecek kadar az olmasına karşın, bu yılkine ilgi bir başkaydı. Bu vesileyle acı biçimde farkına vardığımız hakikat; ödüllerin referans olduğu “meşru zevk” telakkisinin ödülün banisi konumundakilerin vurgusunun aksine “halkın zevki” olmaktan uzaklığıdır.


Siyasî nostalji  kültürel araçsallık

Son yıllarda kültürel alana yapılan vurgunun artmasıyla birlikte, bilim, kültür, eğitim, ekonomi ve siyaset alanında farklı toplumsal grupların yeni âdetler icat edişinde gözle görülür bir artış oldu. Ödül azlığından hayıflanılan bir dönemi geride bıraktık, hemen her STK’nın birer ödülü var neredeyse. Ödüller dediğimizde gözümüzde artık epey geniş bir yelpaze beliriyor. Hatta bazen ihdas edilen ödüllerin hangisinin iyi olduğunu bir tarafa bırakıp içeriği, dalları, çizgisi, hedefi bambaşka olanları takip edenlerin kafasını karıştıracak ölçüde birbirine uzaklıklar söz konusu.

Kültüre, bilime ve siyasete dönük olmaları bakımından üç gruba ayrılabilecek ödülleri incelediğimizde yönetmelikleri bakımından benzerlikler, özensizlikleri bakımından müştereklikler görürüz. Aslında ödüller aynı zamanda meşru kabul edilen kültürel ürünler arasında yapılan seçimleri yönlendirmek gibi bir işleve de sahip. Elbette sadece bununla sınırlı değil; bilhassa siyasî vasfı öne çıkan kişiler adına ihdas edilen ödüllerin gündeme geliş biçimini ve dağıtım mekanizmasını aktüel siyasî tartışmalardan ayırarak ele alamayız.

Birkaç gündür Erbakan Ödülleri, kültürel alandan ziyade siyasetin gündeminde. Gazete ve internet sayfalarında, kişisel medyalarda neredeyse her türlü yorum ve eleştiri yapıldı, övgüye de yergiye de uğradı. Hatta güncel zıtlaşmaların keskinlikleri arasında ödül tercihlerinin Erbakan’ın sevenlerini düş kırıklığına uğratmasından ötürü etki uyandıracak bir karşı açıklama da yayımlandı. Ödül alanlardan bir kısmı farklı çevrelerle buluşma mutluluğunu, ödüle dâhil oluş sürecini yazılarında samimiyetle dile getirdi.

Ödüllerde buluşalım

Başka ödülleri taklit ettiği son derece açık olan Erbakan Ödülleri, Erbakan Ödülleri Platformu tarafından 2017 yılından itibaren verilmeye başlandı.  Çeşitli ödüllerin incelenmesiyle ihdas edilen ödüllerin amacı anmak ve takdir etmek çerçevesinde özetle şöyle açıklanıyor: Necmettin Erbakan’ın, ülkemizde ve dünyada bilim, eğitim, kültür, ekonomi ve siyaset alanlarında insanlığın eşitlik, özgürlük, adalet özlemine duyduğu inancı kuvvetlendiren örnek hayatını anmak. Bu çerçevede hayatı ve çalışmaları ile toplumumuza ve insanlığa örnek olan, değer katan, kişiliği ve çalışma-ları ile topluma yol gösteren gerçek veya tüzel kişilere ödül verilmesi.

Geçen yıl “Savaş Değil Barış, Çatışma Değil Diyalog” mottosu ile yola çıkan ödüller altı farklı dalda veriliyor. 2017’de çok sınırlı bir çevre dışın-da pek anılmayan ödül töreninin,  salı günü tertip edilen ikincisinin gündemin ön sıralarında kendisine yer bulması sebepsiz değil. Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezindeki törenin siyasîlerin kültür meselesine ilgi duymasıyla izah edilemeyecek boyutları var.

Erbakan Ödüllerinin bir yıl öncesiyle şimdiki hali üzerinde yeterince düşündüğümüzde, şu soruyu sormaya hak kazanırız: Bu noktaya nasıl gel-dik? Kaybolmuşluk ve yerinden edilmişlik hissi ile yaygınlık kazanan Millî Görüş nostaljisini bir kenara bırakırsak, bunu birkaç başlıkta ele alabiliriz: İlkin ödüllerin Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinden bağımsız ele alınamayacağı son derece açık. O günlerde bilhassa sol liberal çevreler, kanaat teknisyenlerinin ironik yazısına dayanarak Abdullah Gül’ün aday olacağı yolunda bir iyimserliğe kapılmışlardı. Törene, katılımcıları açısından bakıldığındaysa Millî Görüş çevreleri dışında merkez sağın mirasyedilerinden ulusalcılara, sol liberallerden Kürt siyasî hareketi mahfillerine yakın duranlara değin hayli “muteber diyalog partneri” vardı. Oyunun yenilgiye mahkûm gönülsüz katılımcılarını da eklemeliyiz. Tüm bunları bir arada değerlendirdiğimizde zamanımızın yanılgı formunda tecellî eden bir alameti olarak Abdullah Gül ve Millî Görüş nostaljisinin yavaş yavaş ama durdurula-maz bir biçimde yaygınlık kazandığı görülecektir.

Ödüllerin haber olma sıklığını belirleyen ve artıran etkenler bütününü kavramanın yolu da buradan geçer. Zira gazeteci vasfı öne çıkan fakat başka yönleri itinayla örtülen kişilerin ödül töreninin başından itibaren oynadıkları etkileşimli telefonları bir yana, paylaştıkları fotoğraflar bunun çok ufak bir göstergesiydi. Tabii göz ekrandayken zihinde bir okuma eylemi gerçekleşmediğini, beynin sadece bakma işlemi yaptığını söyleyen şairi hatırlamamak olmaz. Haber amaçlıysa fena sayılmaz diyebileceğimiz fotoğraflarda ödül töreninde kimlerin boy gösterdiği hemen göze çarpıyordu. Hâlâ ikna olmadıysanız şunu da aktarayım: Haberlerde iki muhalefet liderinin de katılacağı vardı, niyeyse gelmediler. Düşünün onlar da katılsaydı ödül töreninin işaret fişeği ne kadar kuvvetli olurdu.  Şu halde, ödül töreninde sadece siyasî kimliği baskın olanları dikkate aldığımızda ittifak ufkunun belirip kaybolan hayli yüksek beklentisinden söz etmek hiç de anlamsız değil.  Kestirmeden söylenirse  “dere bulanık” iş gelip siyasete dayanıyor. Gelgelelim haberlerde sadece bu boyut öne çıktı! Hâlbuki ödüllerin dağıtımının organizasyonu kültürel davranışlara yön veren hususları kavramak bakımından daha kapsamlıydı. Sözgelimi geçen yıl sanat öndeyken bu sene medya ödülü hemen her şeyi belirleyecek bir biçimde öne çıktı. Dolayısıyla ne sinema ne de edebiyat ödülü hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Bu durum, özellikle medyanın sanatın sunamayacağı “ayırt edilme çıkarını” sağladığını ortaya koyar. Medya ödülünün aleyhindeki kanat ve yorumlara farklı noktalardan ışık tutan siyasî izahlar okuduk. Kendileri kusura bakmasınlar ama bunu sadece “karalama kampanyası” şeklinde ele almamak gerekir. Hoşlanmayışlar, nefret nesneleri veya “mide bulandıran şeyler” söz konusu olduğunda sanıldığının aksine “işte seviye” diye içinden çıkılamayacak onca durum söz konusu.

Şurası açık ki; Erbakan Ödülleri töreni bir bakıma uzlaşmazlıkları kısa süreliğine de olsa uzlaştırmayı başardı.  Ruşen Çakır’a ödülün “arena” haberciliğiyle öne çıkan  “deneyimli gazeteci” Uğur Dündar tarafından tevdi edilmesi çok tartışıldı. Üstelik Dündar ne kadar Erbakan’ın bilge ve iyi bir siyasetçi olduğunu anlatmaya çalışırsa çalışsın tepkiler azalmadı, daha da çoğaldı. Çünkü kendisi,  öteden beri İslâmî şiarlar konusunda son derece kötü haberler yapması dahası İslâmî uygulamaları kriminal “hakikat bakanlığı” edasıyla tahkir edişiyle öne çıkan biri. Erbakan Ödülleri Yö-netmeliğine göre medya ödülü “kalemini ve sözünü hakikatten yana kullanan” ve “örnek kişiliği ile insanların doğru bilgiye erişimine hizmet eden kişilere” veriliyor.  Ödüle değer bulunan Ruşen Çakır, yurt dışında bulunduğu için ödül törenine katılamadı, onun yerine ödülü Medyascope’tan arkadaşı İrfan Bozan aldı. Çakır törendeki görüntülü mesajında şunları söylemek zorunda hissetti: “Gazetecilik hayatımda çok az ödül aldım. Erbakan ödülünün bana verilmiş olmasına hem şaşırdım hem de çok sevindim. Ben kendimi bildim bileli solcu olan bir gazeteciyim. Böyle bir dönemde solcu bir gazeteciye Erbakan ödülünün verilmiş olmasının tam da bu günlerde en çok ihtiyacımız olan basın ve ifade özgürlüğüne eleştirel düşünceye katkısı olacağına inanıyorum.” Ne denir, Allah sâyini meşkûr etsin! Şunu da göz ardı etmeyelim: İslâmî ve muhafazakâr çevreler ödüllerinde Ruşen Çakır benzeri isimlere mutlaka birkaç kontenjan ayırır ama seküler cenah kendi mahallesi dışında kimseye ödül vermez.

Seçim süreci, ittifak arayışları, siyasi kontekst bir araya gelince geçen yıla göre yaklaşık 20 gün geç verilen Erbakan Ödülleri, her ne olursa olsun bir çatı aday çıkarmanın rahmi, imkânı ve ihtimalinin arenasına dönüştü. Buradan siyasî bir “yıkım” ve “inşa” çıktı mı, hayır, sadece Erbakan’ın adı belki onun da tasvip etmeyeceği siyasî manevralarda araç olarak kullanıldı. Kültür bu bakımdan zaman zaman siyasetin aracına dönüşebiliyor, Erbakan Vakfı’nın yaptığı zehir zemberek açıklamada bunu ispatlıyor zaten. Gelgelelim yarış seçim süreciyle birlikte kesintisiz bir biçimde devam ediyor.  Solun solu dışındakiler yön hatta parkur değiştirebilir fakat aday olma yahut olmama tercihinin kesinlik kazanacağı önümüzdeki ayın ilk günlerine kadar bu hesaplar durulmaz.

Yeni bir kültürel âdet olarak 2017’de ihdas edilen Erbakan Ödüllerine duyulan ilginin geçen sene yok denecek kadar az oluşuna karşın, bu yılki başkaydı. 2018’i ayırt edici kılan katılanlara bilhassa siyasîlere büyük itibar sağlayacağı beklentisiydi. Kültürel meşruiyet açısından bakıldığında, ödüllerin daha üst sınıftan kabul edilenlerin âdetlerini öne çıkarması da bununla bağlantılı. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük olarak oldukça geniş bir ittifakı inşa etme arzusunun, sol liberallerden kırılgan İslâmcılara kadar hemen pek çok çevreyi kuşattığı günlerdeyiz. Bunun karakteristik özelliğini törene katılan kişilerin yazılarında görebiliriz. Şu kadarını söylememek olmaz: Medya, sanat ve bilim ödüllerini tevdi eden kişilere biçilen konumun da en az verilen kadar değerli addedildiğini dikkate alırsak, ödül töreninde niyet edilen başka maksatların var olduğu düşünülebilir.

Ahenksiz kültürel tercih 

Öte yandan Erbakan Ödüllerinin, Erbakan adıyla yan yana gelmesinin yanlış olduğu düşünülen kişilere verildiği kanaati önemli olmakla birlikte ödüllerin tartışılması açısından eksik. Sadece medya faslına odaklanan sınırlı bakışın aksine, ödülleri daha geniş bir düzlemde ele almayı denediğimizde, gerçek bir kültüre değil, nostaljiyle harmanlanan aydın kültür beğenisine hapsolan ve son yıllarda yaygınlık kazanan bir kültürel âdet biçimiyle de karşı karşıyayız. Ruşen Çakır’ın medya ödülünü aldığı törende sanat ödülü Buğday filmiyle yerli film tartışmalarına dâhil edilen Semih Kapla-noğlu’na, düşünce-edebiyat ödülü günümüzün birçok ideolojisinin merkezinde yer alan “ideal evi yeniden inşa etmeyi” de vadeden kitaplarıyla bilinen Şule Yüksel Şenler’e, spor ödülü Ampute A Millî Futbol Takımı’na, bilim ödülü İstanbul Teknik Üniversitesi’ne, onur ödülü ise Mehmet Recai Kutan’a verildi. Spor ve bilim ödülleri bir yana bırakılacak olursa,  düşünce-edebiyat ve onur ödülleri üzerinde pek durmaya gerek yok. Zira son kertede bu ödüller için “küresel nostalji salgınına”  maruz kalışın bir parçası diyebiliriz.

Erbakan Ödülleri töreninde de gündeme gelen “yerli dil”, “millî duruş” terkibi 15 Temmuz’da atlatılan büyük bâdirenin arkasından ortaya çıkan konjonktürde bir tümel yahut nomos teklifi şeklinde karşımıza çıkmıştı. Chantal Mouffe’un popülizm bağlamında söylediğini tersyüz etmek pahasına söylersek rahatlıkla “yerlilik ânı”ndan bahsedebiliriz.  Bir siyasî altüst oluştan sonra bir imkân şeklinde gündeme gelen bir kavramdan söz ediyoruz. O yüzden anlam biriminin ifade ettiği şeye bakışımız değişti.  Yerlilik önceden olduğu gibi artık mutlak surette olumsuz bir şey olmaktan çıktı. Nicedir bu konularda kanaat serdeden pek çok kişi açıkça şuna dikkat çekiyordu: “Bugün ihtiyacımız olan şey, ‘yerli’ bir kültür”. Elbette buna karşı çeşitli itirazlar da oldu.  Gelgelelim yerlilik ve türevi ifadelerin kültür telakkisi kısıtlı ve daha ziyade “aydın kültürünü” geçerli kabul eden “sanat sevdalılarınca” tekrar edilmesi hiç inandırıcı değil, ayrıca sanat tarzlarına da uygun değil. Kültürel âdetler hiyerarşisini dikkatle takip edebilmek için bu tespitte ısrarcı olunmalıdır; zira dili İngilizce olan bir Türk filmi üzerinden, “gelenek”, “Anadolu irfanı” ve “yerlilik” vurgusunun gündeme gelişi olsa olsa en hafif tabirle sözde bir yerliliktir. Şüphesiz bahsettiğim durumu çerçevelemek için daha derinlikli, oylumlu, kapsamlı incelemeler beklenmeli. Parçalanmalar ve tutarsızlıklar çağında böylesi bir tercih mazur görülebilir bir durum olabilir. Fakat acı verici bir şekilde farkına vardığımız hakikat; ödüllerin referans olduğu “meşru zevk” telakkisinin ödülün banisi konumundakilerin vurgusunun aksine “halkın zevki” olmaktan uzaklığıdır. Başka konular bir yana açılıştaki konuşmalarda karşımıza çıkan kekemelikten hareketle egemen hoşnutluğu taklit etmeye dayalı zevkin de ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. Ezcümle yayıldıkça ayırt edici vasıflarını kaybeden ödülleri değerlendirirken siyasî işlevi yanında kimi pratiklerin beraberinde getirdiği simgesel değeri yabana atmamak lazım. Görünüşe bakılırsa hâlihazırda fasılasız bir biçimde devam eden kültürel araçsallaştırmanın krizi barındıran bu konular üzerinde düşünebilmesi pek mümkün görünmüyor.

[email protected]