Siyasal Kürtçülüğün iflası

Doç. Dr. Adem Palabıyık / Bitlis Eren Üni., Sosyoloji
4.09.2021

Kürtlüğün, Kürtçülüğe dönüştüğü süreç Kürt siyasal partilerinin kuruluş evresi ile başladı. Siyasal partiler kurulana kadar Kürtlük olgusu bir hal durumunda kendisini muhafaza ederek korumaktaydı. Kürt olmanın farkında olmak, ülke sınırları içinde Kürt vatandaş olma bilinci ile özdeş bir anlama sahipti. Kürtçülüğün ayrıştırıcı bir bağlama sahip olması Oliver Roy'un 'siyasal alana dahil olma ve özden uzaklaşma' tezi ile yakından ilişkilidir.


Siyasal Kürtçülüğün iflası

Makalenin başlığını okuyanların zihinlerine muhtemelen Olivier Roy'un, Siyasal İslam'ın İflası başlıklı çalışması gelecektir. Çünkü Roy, çalışmasında çeşitli Müslüman ülkeleri ele alarak mevcut ülkelerdeki İslami hareketlerin siyasal anlamda rollerini kaybettiklerini ileri sürmüştür. Bu tür tek taraflı, yanlış ve eksik tutum ya da olgunun ne zaman sona erdiğine dair önermelere sadece Roy'un değil, Fukuyama'nın Tarihin Sonu ile Huntington'un Medeniyetler Çatışması tezleri de önemli katkıda bulunmuştur. Her üç düşünürün çıkış noktası varolan olgusal durumların artık farklı bir sosyoloji ve tarihsel zamana evirildiği ve hem toplumsal hem de siyasal değişmeleri yaşadığıdır. Bu anlamda Roy, Fukuyama ve Huntington kendilerince bir zaman aralığına nokta koyduklarını iddia etseler de analiz edilen olgusal durumun ne olduğu konusundaki tartışmalar günümüze kadar tazeliğini korumaktadır.

'Son' iddialı tezler

Huntington'un, "1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini ifade eden bir tez" olarak karşımıza çıkan Medeniyetler Çatışması tezi ile Fukuyama'nın "liberal demokrasinin insanlığın ideolojik evriminin son noktası ve nihai siyasal yönetim biçimi olduğu ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinin aynı zamanda tarihin sonu olduğu tezlerinin karşısında Roy'un ortaya koyduğu eksik tez spesifik bir alanı analiz etmektedir. Roy'a göre Siyasal İslam, İran Devrimi'nin başarısızlığı sonrasında ortaya çıkmış ve Müslüman ülkelerde İslamcı hareketler siyasal alanı terk etmiş ve toplumsal alana yönelmiştir. Yani İslamcılığın siyasallıktan vazgeçip toplumsallaşması, demokratikleşme olarak tanımlanmıştır. "Siyasal İslam'ın İflası yayınlandığı tarihten beri İslamcıların yoğun eleştirisiyle karşılaşmıştır. Roy burada İran Devrimi, Pakistan, Afganistan, Cezayir, Malezya, Sudan, Mısır, Cezayir örnekleri üzerinden cihatçı veya siyasal alandaki İslamcılığın başarısız olduğunu ve yakın gelecekte de önemli bir başarı vadetmediğini iddia etmektedir. Yazar'a göre 1990'lardan sonra da başka ülkelerde yeni İslamcı iktidarlar işbaşına gelebilir, yeni devrimler olabilir ve yeni cihat örgütleri kurulabilir. Ancak asıl sorun İslamcıların kendilerine rakip gördükleri Batı kültürü karşısında alternatif bir sosyo-politik düzen kurma konusunda yaşanacaktır. Roy'a göre İslamcılar "adalet, sosyal refah, adil sistem" vaatlerinde bulunsa da böyle bir düzeni kurabilecek entelektüel donanıma sahip değillerdir. Bu sebeple iktidar veya gücü ele geçirdikleri yerlerde önce güçlü bir hamaset sonra ise Batı kültürü karşısında erime başlamaktadır. Dahası gelecekte bunun böyle olacağı öngörüsünde bulunmaktadır.

Hasarlı tespit

Aslında Roy, AK Parti ve Türk modernleşmesini iyi analiz edemediği için siyasi ilişkiler açısından afaki açıklamalarda bulunmuş ve İslamcılığın modern bir ideoloji olduğu gerçeğini es geçerek, Siyasal İslamcılığa yönelip, Türkiye ve AK Parti geleneği ile alakalı "hasarlı" tespitler yapmıştır. Özellikle Ayasofya yorumunda kavramsal ve kuramsal eksikliğini ciddi anlamda ortaya koyan Roy, İslam ülkeleri ile alakalı yorumlarda Albert Hourani veya Edward Said'den ciddi anlamda ayrışmış, Salwa İsmail ve Aziz Azmeh'in eleştirilerinden kaçmış ve bir Batılı gibi tarafgir tavır takınmıştır. Açıkçası Roy'un kavramsallaştırmaya çalıştığı tüm aforizmalar ilk başta "mega anlatı" gibi dursa da, bu tür söylemlerin postmodern durumlarda yerinin olmadığı çabucak anlaşılmaktadır. Bu metindeki ana husus ise Roy'un aforizması olan büyük anlatı hatasına düşmeden Roy'un tam olarak algılayamadığı Türk modernleşmesinden yola çıkarak "bir hal" meselesini ele alarak kavramsallaştırmasıdır. Çünkü Roy, incelediği ülkelerdeki İslamcılık kavramı altındaki grup/topluluk/taraf vb gibi yapılanmaları neredeyse ortak olarak ifade etmiş ve ilk yanlışını da İran'ı ele alarak başarısızlığa uğrayan tarihsel sosyolojisinin eksikliği sebebiyle genellemeye giderek yapmıştır. Roy'un ilk hatası bir topluma ait "hal" kavramını "tutum, tavır veya kesim" olarak kavramsallaştırması ve Post-İslam tartışmalarının dışında kalmasıdır. Ayasofya meselesini dahi dini milliyetçilik bağlamında ele alan ve onu popülizm kıskacında boğan Roy'un, doğal koşullarda üretilen "yeni siyasal söylemi" görememesi düşündürücüdür. Bu sebepten makalem Roy'un, "tutum, tavır ya da kesim" gibi kavramsallaştırmalar sonucunda düştüğü karanlık kuyuya düşmeme amacında olduğu için sadece arkeolojik okuma yönünden Roy'un tutarsız kuramının az da olsa analiz edilebilecek kısmından yeni bir teori üretebilme amacındadır. Çünkü Roy istemeden de olsa ülkemizdeki Siyasal Kürt(çü)lüğün iflasına gidecek ipuçlarını vermiştir.

Siyasal alan hırsı

Sosyolojide temel vurgu kavramlar üzerinden yapılan analizlere dayanmaktadır. Bu kavramların toplumsal açıdan nerede durdukları ve hangi anlamları içerdikleri bizler için oldukça önemlidir. Kürtlük kavramına gelince ise karşımıza çok denklemli bir bilinmeyen çıkmaktadır, çünkü bu kavramın tek başına bir aidiyeti mevcut değildir. Lakin meselenin sosyolojik tahayyülü, Kürtlük kelimesinin Kürt olanların ezici çoğunluğunda görülen niteliklerin (düşünce, düşünme, duygulanma, algılama, empati kurma, vb.) bütünü olarak ifade edilebilir. Birey, Kürt olarak bu niteliklere sahipse Kürtlük kavramına içkindir ve zamanı gelince bu kavram belirli anlarda kendisini ortaya çıkaracaktır. Kürtlük ile Kürtçülük arasında bazılarına göre kalın bazılarına göre ise ince bir çizgi vardır, çünkü Kürtçülük, Kürtlüğe ait niteliklerin bütününe sahip olabilir de olmayabilir de ama esas mesele Kürtçülüğün, siyasallaşmış bir zemine entegre olma çabasını ortaya koymasıdır. Kürtçülük kavramı, Kürtlüğe içkin de olabilir ama Kürtlüğü temsil etmeyecek birçok yöne de sahiptir. Kürtlük, toplumsal bir dürtü ya da başkalarından öğrenilmiş bir bağlama sahip değildir, aynen Türklük gibi Türk olmanın temel niteliklerinin bütünü olarak karşımıza çıkar. Tam bu noktada Türklüğün ve Türkçülüğün aynı olgusal gerçeklik olmadığının da altı çizilmelidir. Örneğin Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda, Türkçülüğü "her daim Türk milletini yükseltmek" olarak tanımlar. Fakat Türklük zaten Türk milletinin yüksek niteliklerine içkindir, bu anlamda Türklüğün bir savunuya ihtiyacı yoktur. İşte bu nokta Türklüğün ve Türkçülüğün ayrıştığı yerdir. Kürtlük kavramı da benzer bağlamlar taşır. Kürt milliyetçiliği de Kürtlüğün ana unsurlarından beslenir ve sanki eksikmiş gibi bir savunu arayışına girebilir. Böylece kendisini Kürtlük olgusunun sahip olduğu niteliklerin bütününden ayrıştırır ve bağlamından kopar. Kürt milliyetçiliğinin savunusu bu anlamda siyasal alan ile yakınlaşır ve politik olanın kurbanı haline gelir. Kürtlüğün, Kürtçülük kavramı ile politik olana dahil edilmesinin neticesi karşımıza siyasal Kürtçülük olarak çıkar. Bu anlamda yukarıda ifade ettiğimiz ve Roy'un temel savunusu olan siyasal olanın iflası aşamasına geçilir, çünkü Kürtlüğün siyasal alana geçişi olarak karşımıza çıkan Kürtçülük, Kürtlüğün içkinliğinden beslense dahi temel savunularını kaybeder ve kültürel öğelerden kopan Kürtçülük diğer kültürler karşısında alternatif bir sosyo-politik düzen kurma konusunda sorun yaşar hale gelir. Böylece Kürtçülüğün siyasal alan hırsı, Kürtlüğe ait olanları aşacak ve Kürtlüğü bir hiper-gerçeklik haline getirecektir.

İflas ne zaman başladı?

Kürtlüğe içkin olan Kürtçülük kavramı siyasal alana dahil olarak ideolojikleşen ve politik olanın konusu haline gelen bir habitusa sahip olarak, buna dair sermayeler üreterek süreçle aynı anda siyasal olarak iflası da yaşayacaktır. Çünkü Kürtlüğün halleri olan tutum, olgu ya da tavırlar Kürtçülük kavramına içkin olmasına rağmen başka alan ve niteliklerde var olma imkânı buluyorsa, süreç çoktan kendisini feshetmiş demektir. Kürtlüğün halleri yahut nitelikleri siyasal alanın bir konusu ya da tercihi değildir. Roy, İslami tutumların siyasal alanın bir parçası olduğunda aslında özünden uzaklaştığını iddia ederken aynı süreci Kürtlüğün, Kürtçülüğe dönüşmesinde de görebiliyoruz. Kürtlüğün, Kürtçülüğe dönüştüğü sürece, yani Kürt(çü)lüğün siyasal iflasının ne zaman başladığına geldiğimizde ise Kürt siyasal partilerinin kuruluş evresini görüyoruz. Siyasal partiler kurulana kadar Kürtlük olgusu bir hal durumunda kendisini muhafaza ederek korumaktaydı. Kürt olmanın farkında olmak, ülke sınırları içinde Kürt vatandaş olma bilinci ile özdeş bir anlama sahipti. Kürtçülüğün ayrıştırıcı bir bağlama sahip olmasının Roy'un bahsettiği iflas süreci ile ilişkisi çok güçlüdür. O halde bu sürecin 1991 yılında kurulan HEP ile başladığı söylenebilir. HEP, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi Kürtlükle içkinliği bulunmayan veya Kürtlüğün ontolojisinde yeri olmayan savunuları dile getirmiştir. HEP sonrası sahneye çıkan diğer Kürt siyasal partileri de (HADEP, DEHAP, BUA, EDÖB, BDP ve HDP) aynı süreçten geçmiştir. Kürtçülük, Kürtlüğün hallerinin dallanıp budaklanan kollarından biri değildir tam aksine bunu aşan bir boyuta tekabül eden politik bir tavırdır. Hem Kürt siyasi hareketleri hem de PKK terör örgütü, sosyolojik olarak Kürtlüğün toplumsal kodlarının (örneğin Medreseler, vb.) kazınmasına hizmet etmiş ve Kürt sosyolojisini evrimleştirmeye çalışmıştır. PKK, Marksist-Leninist bir örgütlenme modelini seçerken, Kürtlüğün hallerinden bilinç olgusunu dikkate almamış ve tarihsel sosyolojiyi kökten değiştirerek politik alana entegre etmeye çalışmıştır. Örneğin Kürtlük, Şeyh Ubeydullah'a içkindir ama Karl Marx veya Vlademir Lenin'e içkin değildir. Kürtlükte bu isimlerin ontolojik bir bağı yoktur ve bu bağ ancak Kürtlüğün politik zemine çekilmesi ile zorunlu bir angajman haline getirilebilir. Dolayısıyla PKK ve Öcalan, söz konusu iflasa sebep olan başat aktörlerdir. Siyasal Kürtlük, Kürtlüğü üç adımda yabancılaştırmıştır. Bunların ilki Kürtlük bilincinedir. Çünkü Kürtlük bilinci milliyetçi bir bağlama sahip değildir, ideolojik türev tamamen Batılı bir ontolojiye sahiptir. İkinci yabancılaşma yaşam biçimine yöneliktir. Bu evrede Kürtlük geleneksel kodlardan yine Batılı ontolojiye sahip modern kodlara evriltilmiştir. Üçüncü yabancılaşma ise Kürtlüğün özüne olandır. Bu özellikle Kürtlüğün İslam ile bağının kopartılmasına dayanır. Kürtlerde İslami öğeler kurucudur ve epistemoloji dini referansların bütünüdür... Siyasal Kürtlük, Kürtlüğün mevcut referanslarını ortadan kaldırarak onu yeniden tanımlamakta ve komün sosyalizmi kurucu öğe olarak kabul etmektedir.

Sınıf modern bir kavramdır ve Kürtlüğün geleneksel biçimine karşıttır. Lümpen bir Kürt ile elit bir Kürt, Kürtlüğün hallerinden benzer bir sosyolojik tavır çıkarabilir yahut sergileyebilir lakin Kürtlükleri hakkında muhakkak farklı düşüncelere sahiptirler. Eğer Kürtlük, modernleştirici bir tavır bağlamında modernizmin ortaya koyduğu politik alanda kendisine bir alan arayışına girerse ortaya çıkacak olan refleksif tutum ve alandaki mücadele biçiminin inşa ettiği sermayeler, Kürtçülüğe dönüşecek ve Kürtlük hallerinden bağımsızlaşacaktır.

[email protected]