Siyasetin Çiftlikbank'ı CHP

Burak Örkün/ Yazar
26.06.2023

Türk siyaset tarihinin ilk saadet zinciri kurulmuş; ilk gelene Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, sonradan eklemlenenlere bakanlık, utangaç destekçilere vekillik tahsis edilmişti. Saadet zincirinin yurtdışı ayağı Kandil için ise özel bir paket hazırlanmış ve özerklik sözü verilmişti. Patron çıldırmış, damping yapmıştı. CHP adeta Çiftlikbank haline geldi. Bir koyan 40 alıyordu. Her saadet zinciri en zayıf halkadan kopar. Öyle de oldu…


Siyasetin Çiftlikbank'ı CHP

Türkiye demokrasisi, tek parti rejiminden sonra 1980 darbesine kadar, askeri vesayet altında büyük bir baskıya maruz kaldı.

Hâki rengin izin verdiği kadar demokrasi, hoş göreceği kadar özgürlük, rahatsız olmayacağı kadar müstakil siyaset alanı vardı.

Özal'ın ANAP'ı ile acaba Türkiye vesayet kabusunu geride mi bırakıyor derken 28 Şubat darbesi kapıya dayandı.

Post-modern gibi yakışıklı bir ifadeyle kategorize edilmesi hakikati örtemedi.

Bal gibi darbeydi işte!

Bir vesayet girişimine, darbe iletişimine ve kabul edilebilirliğine sığınmanın bedelini 15 Temmuz'da çok ağır bir şekilde tecrübe ettik.

AK Parti ve Erdoğan siyaset kurumunun merkezinde olan bu travmaya çözüm üretebilmek için "Karanlıktan Aydınlığa" mottosuyla yeni bir paradigma inşa etti.

AK Parti'ye açılan ilk kapatma davası ve Cumhurbaşkanlığı krizi sürecinde Genel Kurmay Başkanlığı'nın yayınladığı e-bildiri ile görüldü ki bu inşa süreci kolay olmayacaktı.

O sırada CHP, üniformasız vesayetçi diliyle üniformalı paşalarına rahmet okutuyordu.

Peki, demokrasinin sağlıklı soluklar alması bugünkü kudreti ve siyasal tecrübesi olmayan dar bir kadronun çabalarıyla mümkün müydü?

Şeytan ya da siyaset taşlama

Türkiye demokrasisi hiçbir hayati müdahaleye cevap veremiyordu.

Her seferinde ya merkez medya ya askeri kaynaklar ya da paşasının emir eri olan siyasetçiler bir anda kâbus gibi beliriyordu.

Toplumda darbe travmalarının ağır izleri vardı.

Bu ağır izlerden ve kurtulması zor durumlardan biri de : "siyaset kurumunu taşlamaktı."

Oysa siyaset yöneten ile yönetilen arasında oluşturulan ezber prensiplerden ibaret değildi.

Yani siyasetçi, toplumu oluşturan her bireyi eşit derecede memnun edecek performansı göstermesi gereken bir doğaüstü güç olamazdı.

Ama öyle olsun isteniyordu!

Çünkü her askeri müdahale öncesi siyasetçiler şeytanlaştırılmış, ülkenin olumsuz gidişatı üzerindeki tek sorumluluk siyaset kurumuna ihale edilmişti.

Öyle ki Türkiye'de siyasetçiler olmasa, meclisin kapısına kilit vurulsa memleket çiçek bahçesine dönerdi.

Yapıldı da.

Siyasi partiler kapatılıp genel başkanları sürgün edilirken Gazi Meclis ablukaya alındı.

Türkiye bu haliyle daha kötüye giderken bile tek suçlunun siyaset kurumu olduğu topluma zerk edildi.

Siyaset birey ilişkisinde; bireyin sorumlulukları yok sayıldı.

Siyasetçi her şeyi kusursuz yöneterek bireye gül bahçesi vadetmeliydi.

Siyasetçinin işi bireyi zengin ve müreffeh bir hayata kavuşturmaktı.

Bu sırada bireye düşen sorumluluklar hiçbir zaman konuşulmadı, anlatılmadı.

Vatandaş kaçak bina mı yaptı, hazine arazisini işgal mi etti, ne de olsa seçim yaklaşır ve siyasetçi gönlünü hoş ederdi.

Vatandaş vergi mi kaçırdı, devlete yüklü borç mu bıraktı, ne de olsa siyasetçi kitleleri karşına almaz ve bir kerecik affederdi.

Vatandaş kriminal sebeplerle tutuklandı mı, başı belaya mı girdi, ne de olsa siyasetçi imdada yetişir ve bir genel af çıkarıverirdi.

Bireyin ise vergi kaçırmamak, devlet arazisini işgal etmemek, yüz kızartıcı suç işlememek gibi meselelere kafasını yormasına gerek yoktu.

Devlet millet içindi de millet devlet için değildi!

O yüzden ekranlarda; Türkiye'nin en çok izlenen komedyenlerinin skeçlerinde siyaset kurumu durmadan aşağılandı, hakir görüldü.

Siyasetçilerden hırsız, dolandırıcı ve yalancı olarak bahsedildi.

Vesayetin tanıdığı hakla şımaran merkez medyanın küfürbaz sanat tayfası ekranlarda bel altı şakalar ve hiçbir hakareti dillendirmekten çekinmeyen parodileriyle siyaset kurumunun itibarını hedef aldı.

Ta ki "Karanlıktan Aydınlığa" şiarıyla Erdoğan'ın siyaset sahnesinde yükselmeye başlamasına kadar.

Erdoğan vesayet baronlarına karşı

Erdoğan 2002'de ilk iş olarak darbe anayasalarıyla kuşatmaya alınan demokrasiyi dikenli tellerden arındırmak için toplumu büyük bir mücadeleye hazırladı.

Kişi hak ve özgürlüklerinin önündeki engelleri kaldırmak için cesur bir tavır gösterdi.

Azınlık cemaatlerinden mütedeyyin sivil toplum kuruluşlarına, İslami gruplardan başörtülülere, Güneydoğu meselesinden Alevi kesime kadar hangi öbek ve önemli başlık varsa korkusuzca gündemine aldı.

Erdoğan, siyaseti seçim kazanmak için haksız ve hukuksuz olanı şımartan bir kolaycılık pratiğinden çekip toplumu okuyabilen ve sorunları çözerken yapısal reformlarla istikamet belirleyebilen nitelikli bir yapıya kavuşturdu.

Türk siyaseti, itibarını yükseltmek suretiyle kurumsallaşmaya başlıyordu.

Erdoğan meydanlarda ve ekranlarda birey-siyaset ilişkisini Türkiye'nin kodlarına göre kitlelere anlatıyordu.

Siyaset hizmet ve eser üretir, demokratik alanda reformlar yaparken bireyler de bu alanlarda kendi yolculuklarıyla ulusal bir yükselişin kahramanı olabilirlerdi.

Erdoğan'ın mesajı netti: "ya birlikte yapacağız ya da hiç yapamayacağız!"

Toplum Erdoğan'a inandı.

Her anaysa referandumunda koşulsuz desteğini gösterdi.

Öcü gibi bakılan konularda yüksek oranda toplumsal mutabakat sağlandı.

Ötekisi olmayan bir Türkiye için birey ve devlet muhteşem bir senkronizasyon örneği gösterdi.

Birey ve devlet arasındaki iletişim kanallarının sağlıklı olması; insanı duyan iktidarın Türkiye'ye vereceği istikameti belirliyordu.

Bunca emek ilmek ilmek 21 yıl gibi ciddi bir sürede işlendi.

Sonra ne mi oldu?

Bir çuval inciri berbat etmek için kafa kafaya veren CHP politbürosu bir travmayı yeniden tetikledi.

CHP Çiftlikbank'ından pembe yumurtalar

Türkiye Yüzyılı'na yelken açan ülkemiz 14 Mayıs seçimlerine gidiyordu.

Kılıçdaroğlu durdu ve düşündü.

Yedi düveli arkama aldım, kaybetme ihtimalim de hiç olmadığı kadar düşük ve aday olmalıyım dedi.

Türk siyasetinin genetiğine işlenmeye başlayan kurumsal olgunluk, eser ve hizmet politikalarının belirleyiciliği, halkın politik bilincinin yükselmesi...

Bunların Kılıçdaroğlu için bir önemi yoktu.

Çözümü uzun süredir terk edilmiş ve unutulmaya yüz tutmuş bir kolaycılıkta buldu.

Yanına aldığı ittifak üyelerinin kurucu babalığında Türk siyaset tarihinin ilk "saadet zincirini" kurdu.

Akla ziyan vaatler vermeye başladı.

Yeri geldi AK Parti iktidarının halihazırda uygulanan bazı politikalarını kendinin yapacağını söyleyerek bu alanda çığır açtı.

En eğlencelisi ise "asgari ücretten vergiyi kaldıracağım" müjdesi oldu.

Âh Kemal Bey! Keşke uzun süredir asgari ücretten vergi alınmadığı bilgisini size veren danışmanlarınız olsaydı.

Ama bir kere "ben Kemal geliyorum" dedi ve duramazdı.

Türk ekonomisini teslim edeceği danışmanı zahmet edip ülkemize teşrif buyurmadığı için ülkece ZOOM üzerinden zât-ı muhteremin hanesine misafir olduk.

Türk siyaset tarihinin ilk saadet zinciri kurulmuş; ilk gelene Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, sonradan eklemlenenlere bakanlık, utangaç destekçilere vekillik tahsis edilmişti.

Saadet zincirinin yurtdışı ayağı Kandil için ise özel bir paket hazırlanmış ve özerklik sözü verilmişti.

Patron çıldırmış, damping yapmıştı.

CHP adeta Çiftlikbank haline geldi.

Bir koyan 40 alıyordu.

Yüzde biri bulmayan üç parti 40 vekille CHP Çiftlikbank'ından tahsilatını gerçekleştirdi.

Ponzi olarak bilinen saadet zincirlerinin sürekliliği için durmadan yeni katılımlar ve yatırımlar gerekliydi.

Kılıçdaroğlu elini korkak alıştırmadı.

Fırsat taciri yeni tosuncuklara kucak açtı.

Anket firmalarının sahipleri yeni tosuncuklar olarak ellerindeki yüzde 55 üzeri Kılıçdaroğlu lehine anketlerle pembe yumurtaları muhalif seçmene takır takır satmaya başladı.

Mutfağa iki ışık iki kameradan teşekkül mütevazı set inşa eden reklamcılar, 49 milyon TL'lik kaymak faturalarla tosuncuk kontenjanındaki boş koltuklara göbeklerini ovuşturarak oturdu.

Sosyal medyada trol orduları besleyen firmalar, "pirom ve dedem" güzellemeleriyle zafer çığırtkanlığı yapıp kasalarına yüklü rakamlarla birlikte saadet zincirine yeni mağdurlar ekledi.

Ajanslarının yönlendirmesiyle birkaç senelik ekstralarını cebe indiren tosuncuk sanatçı güruhu; kazandıklarıyla Bodrum'dan villa, Cihangir'den ev bakmaya başladı.

Türk siyaseti beş kuruş daha fazla verenin tercih edildiği karanlık günlerin dejavusu yaşıyor; saadet zincirinden semiren tosuncuklar CHP'nin Çiftlikbank bütçesinden kâr paylarını alıyordu.

Kırık kalpler durağında inecek var

Her saadet zinciri en zayıf halkadan kopar.

Öyle de oldu.

Sandıktan çıkan sonuç; CHP Çiftlikbank'ının ponzi sistemine giren, CHP'nin tosuncukları para kazansın diye samimi desteklerini, emeklerini ve hatta paralarını esirgemeyen milyonlarca kırık kalp yarattı.

Kandırılmışlardı.

Hani anket şirketleri kazandığımızı söylüyordu?

Hani milyonlarca sosyal medya görüntülenmesi, beğeniler, yorumlar zaferi haber veriyordu?

Hani kucaklaşacaktık, kalp işaretleriyle mutlu bir sabaha uyanacaktık?

Hani Türkiye'nin en komik yüzleri, en güzel sesli vokalleri, en yetenekli oyuncuları biz kazanacağız diyordu?

Olmadı.

Tıpkı saadet zincirinin adres gösterdiği içi boş plazalar gibi CHP Genel Merkezi günlerce sessiz kaldı.

Çıt çıkmadı.

Mağdurlar için derin bir sessizlik, anlamsız bir boşluk hissi...

Satın aldıkları pembe yumurtalarla umuda yolculuk otobüsünden yükselen cılız bir ses...

Kırık kalpler durağında inecek var.