Siyasetin dili

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
29.07.2022

Siyaseti halka buyruk salıp bu doğrultuda yaşam dizayn etme aracı olarak görmenin siyaset ile ilgisi yoktur. Bu ancak çiftliğinde at terbiye eden seyisin işidir. Oysa siyaset hak hukuk ve adaleti yerine getirme amacıyla yapılan faaliyetin adıdır.


Siyasetin dili

İnsan umut eden bir varlıktır. Bu onun nereden geldiği ve nereye gideceğine ilişkin sahip olduğu kapasiteye ilişkin bir yöneliş iradesidir. Yani insan "carpe diem" bir varlık değildir. Carpe diem, anı yaşamak deyimi, nereden geldiği ve ne olacağı bilincinden yoksun olmakla mümkündür. İnsan oluş halinde olmanın bilincinde olarak içinde bulunduğu zamana kayıtlı değildir. Varoluşun sürekliliğinde bunu bilme yeteneği ile gerçekleşen geçmiş, gelecek ve hakikat tasavvuru, insanın ne veya kim olarak varlığını sürdüreceği bilincinden ayrışamaz. Fiziken anda varoluşunu sürdüren yapısı karşısında insan, umut eden bir varlık olarak her zaman anın ötesinde bir yerdedir. Ne yaparsa ona dönüşme yeteneği böyle bir kapasiteyle mümkündür. Geçmiş bilinci, nereden nasıl gelindiğini, gelecek tasavvuru ise bu tecrübelerle ne yaparsa ne olacağı ve nereye ulaşacağı umudunu insan için zorunlu kılar. Bu yüzden umut, insanın zaman ve mekanda varoluş bilincinin sonucudur.

Umut ve yolda olmak

İnsan olma mahiyeti ile bu kadar bağlantılı olan bu yeteneğin doğru yönetilmesi sağlıklı bir insan ve toplum olmanın göstergesidir. Ne yaparsa ne olacağının belirsizliğinde gelecek tasavvurunun belirsizliğe düşmesi yani nasıl umut edileceğinin belirsizliği insanın ve onlardan müteşekkil toplumun felaketi olarak sonuçlanır. Bu anlamda umut etmek bir hedefe doğru yolda olmaktır ve yol da umuttur. Umut yoksa yol ve yöneliş de yoktur.

Özellikle bireysel ve toplumsal alana dair en kapsamlı faaliyet olan siyasetten, en dar alana kadar tüm insan faaliyetlerinde en belirleyici olan algı umutlar üzerinde şekillenir. Öyle ki siyasette başarılı olmak halkın umutlarını gerçekleştirebilmekle, bunu başarabilenin meşruluğu olarak takdir görür. Siyasi muhalefetin en önemli argümanı da bu doğrultuda halkın umutlarının rakipleri tarafından gerçekleştirilemeyeceği söylemlerinde odaklanır.

Umut kapasite ile birlikte ele alınır. Çünkü onun gerçekleşmesi normal ve mümkün olana dair beklentileri ifade etmesinden kaynaklanıyor. Kapasite ile orantısız talepler umutla karıştırılabiliyor. Bunlar ya ütopik ya da gerçekleşmesi için var olan kapasitenin gelişme sürecine bağlı istekler olabilir. Ütopik olanlar umuttan çok gerçekleşmesi olası olmayan temennilerdir. Gelişebilecek bir kapasiteye bağlı talepler ise talibin umudu olmaya elverişlidir. Burada öncelik umut edilene ulaşılabilecek koşulların sağlanmasının, olabilirlik koşullarını gerçekleştirme bilincidir. İşte umudu her türlü talebi içine alabilecek temenniden ayıran kısım bu olabilirlik kriteridir.

İnsanlığını gerçekleştirmek

Varlığını güvenlik içinde sürdürme isteği insanın öncelikli umududur. Hayvanlar için maddi varoluş yeterli iken insanın nasıl ve kim olarak var olacağını kapsayan manevi oluşu onu diğer canlılardan ayırıyor. Bu anlamda insan için güvenlik duygusu fiziki ihtiyaçların ve anlam ilişkileri kurduğu manevi koşulların sağlanabildiği bir yaşam ortamını içeriyor. Öncelikli görevi güvenliği sağlamak olan devlet aygıtının icadı da bu ihtiyacı gerçekleştirmeye dayanıyor. Elbette güvenlik ihtiyacı saldırıdan korunmanın yanında ekonomik ve sosyal ortamın düzenini de içeren her türlü maddi ve manevi boyutla anlam bulur. Anlam ilişkileriyle kurduğu değerler sisteminde yaşamanın engellendiği, bunun yerine egemenliğini ilan etmiş otoritenin icat ettiği değerler üzerinde yaşama zorlanan bir ortamda güvenlikten söz edilemez. Çünkü insan doymak için değil insanlığını insanca gerçekleştirmek için yaşar. Fiziki ihtiyaçların karşılanmasının yeterli olduğunu söylemek de tüm fiziki ihtiyaçların temin edildiği bir çiftlik ortamını idealize edip devleti bu doğrultuda dizayn etmekten farksız olur. Sosyalizmin ekonomik eşitlik ideali yanında inançları yok sayan yapısıyla böyle bir çiftlik modeline dönüşmesi kaçınılmazdır. İşsizliğin ve açlığın olmadığı bir ortamda reel sosyalizmin sessiz sedasız çöküşünde bunun etkisi görmezden gelinemez. Maddi ihtiyaçlar kadar insan olmanın gereği olan değerler sisteminin göstergesi olan manevi ortamın yok sayılması insani bir ortam değildir.

Millet, onu millet yapan bütün değerlerini ortak bir hak bilinciyle ürettiği ahlak ile millet olur. Bu değerler o milletin en önemli güvenlik ortamı olarak insan olmanın gereği olan umut ortamıdır. İşte sömürgecilikle başlayan ve emperyalizm olarak sistemleşen hegemonik yapıların işgal ettikleri ortamlarda öncelikle değerler sistemini dönüştürecek müdahaleleri buradan kaynaklanıyor. Kendi değerleri ile kendisi olmayı terk edip sömürgecileri hoşnut etmeye bağlanmış bir ortamda güvenlikten ve insan kalmaktan söz edilemez. Çiftlik modeline dayalı maddi ihtiyaçların temini üzerinden bir ülkenin güvenliğinin ölçümlenmesi ancak o ortamın ne kadar güvende olmadığını gösterir.

Öncelikli umudumuz

Türkiye'nin içinden geçtiği sürece baktığımızda, sömürgeci iradenin kendisine itaat edilmemesine duyduğu tedirginlik karşısında maddi abluka yöntemlerine başvurduğuna şahit oluyoruz. Böyle bir tavır karşısında insan olmak için maddi ihtiyaçları yeterli görenlerin sömürgeci irade ile uzlaşmayı merkeze alan tavırları yanında kendimiz olarak insan olmayı öncelemek, maddi olanın yanında bizi biz yapan aklı ve değerleri savunmayı sürdürüyor. Çünkü insan olabilmek insanın öncelikli umududur ve bu umut ancak bizi millet yapan akılla ürettiğimiz değer ortamında korunabilir. Bu yüzden bağımsız bir devlet ancak millet tarafından kurulabilir. Amacı ise milleti millet yapan değerler ile birlikte tüm yaşamsallığın (maddi ve manevi olarak) güvenliğinin sağlanmasıdır.

Buraya kadarki ifadelerde maddi olanın değersizliğinden söz etmiyorum. Öne sürdüğüm konu maddi olan ile mananın, manevi olanın birbirinden ayrılamayacağı konusudur. Maddi olan ile manevi olanın birbirinden ayrılması, maddi olanın manasını kopartarak insan olmanın anlamını da yok edecektir. Bugün moda üzerinden somutlaşan ve ikonize edilen bedensel formlar, insanı bedene indirgeyen ve oradan tedavüle sokan aşamaya varmış durumda. Günümüz estetik anlayışı böyle bir sapma ile bedeni heykeltraşın yontarak şekil vermeye çalıştığı bir nesneye indirgemiş bulunuyor.

İnsanoğlunun icat ettiği en güçlü ve kompleks bir aygıt olan devlet milletin umutlarıyla yöneldiği yolda ürettiği değerlerle kurulur. Bu aygıtı yönetme bilimi olarak ürettiğimiz siyaset ise bilimlerin en üstünde yer alarak insanlık umudunu gerçekleştirme amacına dayanır. Siyasetin tüm mecrası bu umudu dillendirir ve ikna edebildiği ölçüde siyasi varlık bulur. Bu bağlamda ideal olan siyaset bir milleti millet yapan değerleri iktidar kılabilen siyasettir. Çünkü bir milletin umudu bu değerlerle varlık bulur. Aksi ise milleti yönetmeye odaklanmış, kendi belirlediği kuralları dayatarak bunlara uyulması halinde rahatlık vadeden bir çiftlik yönetiminden öteye geçemez.

Umut etmek gerçekleşmesi muhtemel olana dair emek üzerinde olmakla mümkündür. Bu durum ancak millet iradesinin ve değerlerinin iktidar olması ile mümkündür. Sonuç olarak siyasetin dilinin umut olması buradan kaynaklanıyor. Siyaseti halka buyruk salıp bu doğrultuda yaşam dizayn etme aracı olarak görmenin siyaset ile ilgisi yoktur. Bu ancak çiftliğinde at terbiye eden seyisin işidir. Oysa siyaset hak hukuk ve adaleti yerine getirme amacıyla yapılan faaliyetin adıdır. Elbette buradaki hak, millet olmanın temelinde millet bilincinde somutlaşan hukuk üzerinden bu hakkın korunması, gözetilmesi ve yerine getirilmesi ile sağlanacak adalette milletin umududur. Kendini sureti haktan görerek, milleti ıslah ediciliğe soyunup, hakkı yerinden etmek ise kutsal olan tüm değerleri bile sömürgeciliğin hizmetinde haksızlığa malzeme ederek milletine saldıran ve vatanını işgale kalkışan bir akıl kaymasına evriliveriyor.

[email protected]