Siyasetin laiklik kartı

Ercan Yıldırım / Yazar
10.12.2016

Ellerinde Türkiye’ye dair kavram yok; zihinlerinde, kültürlerinde Türkiye’yi, Türk milletini, halkı tanımlayabilecek kelimelerin tümü “sakıncalı”... Örümcek kafalı, yobaz terkipleri uzun AK Parti iktidarını doğurduğu gibi başkanlığın kapılarını da açtı. Dolayısıyla laiklik tartışmaları marjinal düzeye inerek gündemin en arka taraflarına itildi.


Siyasetin laiklik kartı

Türkiye’de sistemin yenilenmesi, dünya sistemi içindeki yerinin tayini, kalkınma, siyasi ve ekonomik istikrar gelip laikliğe dayanmak zorunda değil; fakat hem İslami kesim hem seküler cenah “bir kurtuluş ideolojisi olarak laiklik kartı”nı sürekli öne sürerek varoluş alanlarını perçinliyor.

Halbuki laiklik Türkiye’nin “kurucu değerleri” arasında bulunmuyor!

Laiklik tartışılırken Fransa’daki laiklik anlayışı, teokratik yönetim, devlet ile bireyin farklı inanç örgülerinde bulunabileceği tezleri laikliği “dokunulamaz” noktaya getiriyor. Başta CHP olmak üzere milliyetçi kesim bile “cami-kışla-okul” gibi kamuya siyasetin sokulmaması gerektiğini acizliğin ifadesi olarak sürekli belirtti. Bununla beraber İslami kesimin, dindar-muhafazakarların “devletin laik, bireyin Müslüman” olabileceği tezi ara dönemde zevahiri kurtarmanın gerekçesi haline getirildi. Devletin laik olmamasıyla bireyin Müslümanlığını göstermemesi arasındaki doğrudan ilişki, tartışmaların simgelerin üzerinden yürütülmesine bağlıdır.

Laik kesimin iktidar mücadelesi modern dönemde gerici, yobaz, örümcek kafalı, kara sakallı, takunyalı yaftaları üzerinden yürüdü; Cumhuriyet döneminde Menemen Hadisesi uzun dönem “kör testere” imgesiyle Müslümanların “keseceği” algısını yerleştirdi. Allah’tan son yıllarda bu söylem unutuldu; nicedir İslami simgeleri küçülten yayınlar da neredeyse kayboldu. AK Parti iktidarında da duyduğumuz “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı, “10. Yıl marşı” uzun 90’larda çok daha fazla dillendiriliyordu. Süleyman Demirel’in bu günleri kestirdiğinden olacak, “Başörtülüler Arabistan’a” sözleri de, klasik müzik konserlerinde 10. Yıl Marşı söylemek de “önleyici şiddet” hanesine yazılabilecek türdendi.

Bizdeki sol, suşiyi lahmacunla yiyecek donanımda olduğu için klasik müzik konserlerini, ünlü cenazelerini sloganlarla kesmeyi siyaset ve muhaliflik zanneder.

Türkiye’deki laiklik tartışmaları, laikliğe bakış açısı 2011 itibariyle değişti. Bilhassa Gezi olaylarından sonra laiklik savunusu varoluş pratiğiyle birlikte ele alınmaya başladı. Laiklik hiç olmadığı kadar özgürlüklerle, bireyselliğin yükselişi ve insan hakları kavramıyla anılır oldu. Laiklik adına militarist tüm işkenceleri, darbeleri, şiddeti gerçekleştiren elit, özgürlükleri laiklik üzerinden savunmak mecburiyetinde kaldı, kalıyor.

Ellerinde Türkiye’ye dair kavram yok; zihinlerinde, kültürlerinde Türkiye’yi, Türk milletini, halkı tanımlayabilecek kelimelerin tümü “sakıncalı”... Örümcek kafalı, yobaz terkibleri uzun AK Parti iktidarını doğurduğu gibi başkanlığın kapılarını da açtı. Dolayısıyla laiklik tartışmaları marjinal düzeye inerek gündemin en arka taraflarına itildi.

“Türkiye’yi geri götürecek, karanlıklara itecek şeriat tehlikesi”, korkutmaları bu süreçte geçerliliğini kaybetti; zira aynı kesimler, diktatör, otokrat söylemlerini dile getirenler bir yandan da İslami kesimin “aşırı modernleşmesi”ni eleştiriyor. Haliyle çağdaş dünyadan Türkiye’yi koparıp Orta Çağ karanlıklarına itecek gericiler hayalet oldu, 2000 öncesinin önleyici kaygıları arasında kaldı.

Günümüzde akademisyenlerin, gazetecilerin, bölücü siyasetin hapislerdeki konumu özgürlük kavramının boyutlarını da tartışmaya açacak kadar olgulara dayalı seyrediyor. Fiilen hapiste bulunanların “büyük özgürlük hülyaları” ile siyasi dışlanmışlığı yaşayan, marjinalleşen merkez sol, sosyalist ve liberallerin özgürlük talepleri insanilik duvarını aşamıyor. Laiklik burada yine solun tek kurtarıcısı, en büyük tezi, geçerli ender meşruiyet alanı olarak temayüz ediyor.

Jakoben laiklik

Tarz-ı hayat tartışmaları hala CHP’nin ve laik kesimin en büyük muhalefet imkanı olarak başköşede yerini alıyor. Şortlu kadın olayından sonra Meclis’teki yasa tasarısı bu bakımdan çağdaşlık-gericilik dikotomisi altında sistem meselesine, başkanlık ve anayasa değişikliğine kadar sürüklendi. Laiklik elbette solun kurtarıcısı olarak CHP’nin zaman zaman muhalefet partisi konumunu sağlamlaştırmasına yetip de artıyor bile.

Kendini güncelleyemeyen seküler kesim laikliği hala din ve devletin birbirinden ayrılması biçiminde tarif etmeyi sürdürürken kısmen siyasi atmosfer, eylem alanı ve entelektüel birikime biraz daha yakın olanlar “jakoben laiklikten özgürlükçü laikliğe geçiş”i savunuyor. Böylece Kemalist laikliğin İslami olana yaptığı büyük katkıyı örtmenin yanında aktüel siyasetin kendi özerk alanlarına müdahalesini engelleme düşüncesindeler.

Jakoben laiklik sonuçta İslami olana cepheden düşmanlık ettiği için Anadolu irfanı tarafından ilk fırsatta haddi bildirildi.

Mükemmel paradoks

Jakoben laiklik aynı zamanda siyasal alanı daraltan, özgürlükleri kısıtlayan, bir iklimi de doğurdu. Günümüzde laiklik taraftarlarının özgürlükçü laiklik dedikleri biraz da Kemalist uygulamalara dönük eleştiriyi de içeriyor. Bu doğal olarak Kemalist laikliğin seküler kesimde de yanlış olduğu itirafını getirir.

Özgürlükçü laiklerin din-devlet ayrılığından çok “kamunun dinî olanı engellemesi” teklifi ise tamamen jakoben laiklikle örtüşür. Özgürlükçü laikler bir taraftan laikliğin tadil edilmesini isterken öte taraftan devlet eliyle dini olanın kısıtlanmasını savunarak “mükemmel paradoks” örneği sergiler. Tabii bu kadar felsefi derinlikleri olduğunu söyleyemeyiz, içine düştükleri çıkmazın boyutları bu tür tekliflere sığınmalarını sağlıyor.

Laiklerin, sol-liberal hatta Kemalistlerin 2007 yılından itibaren Recep Tayyip Erdoğan karizması altında düştükleri çıkmaz, onları siyasi marjinalliğe, müdahale girişimlerine, Gezi sonrasında ister istemez fiili daralmaya maruz bıraktı. Türkiye’de devlet örgütlenmesinin özgürlükler konusunda gayet sert olduğu, laikliğin burada esas değil tali algılandığı gerçeğini gösterir.

Devletin terör başlığı altında özgürlük söylemlerinin hepsini bir kefeye koyması, siyasi alanda ister laik ister dini hiçbir talebin devlet üst kimliğini yoracak, üzecek, sıkıntıya düşürecek boyutlara çıkmasını istemediğine bir kanıt.

Milliyetçi dile, muhafazakar dindarlıkla eklenen yeni statüko, ne laik söylemleri ne İslami talepleri siyasi mücadele sahasına taşımanın bu aşamada imkansız olduğunun göstergesi.

Türkiye’de muhalefetin laikliğin bile ötesinde tarz-ı hayat, başkanlık ve terör başlıklarına sıkışması dünya sisteminin genel gidişatıyla yakından irtibatlı. Türkiye’de devletin güçlü vasfını baba sıfatıyla birlikte kullanır olması başkanlık-yeni anayasa gibi konularda hassasiyetlerin laiklikten “beka sorunu”na geçiş yaptığını gösterir. Laiklerin “özgürlükçü laiklik” kılıfı altında jakoben laiklik talepleri bu aşamada ne devlet ne millet nezdinde geçerli kabul edilebiliyor.

“Devletin laik, kişinin Müslüman” olabileceği formülü bu aşamada devletin de iktidarın da siyasetin de, milletin de tek geçerli hakikati. Devlet nezdinde İslami talepleri erteleyip, bireysel ve kısmen kamuda “inanç hürriyeti”ni sağlamak anlaşılan o ki uzun yıllardır beklenen büyük sentez imiş. Zinde güçlerin laiklik konusunda mesaj vermemeleri, 90’larda sıkça gördüğümüz üzere, laiklik içeren konuşmalar yapmamaları aktüel durumun tatmin edici olduğunu da ispat eder.

Milliyetçi-dindar dile sahip yeni siyasal söylem yürürlükte kaldıkça neo-liberal tezler kuvvetlenecek dolayısıyla Kemalizm’in klasik elitleri, sol-liberaller ellerinde kalan tek tezleri laikliği de kaybedecekler. 

[email protected]