Siyasi partileri neler bekliyor?

Doç. Dr. Mustafa Altunoğlu / Anadolu Ünv. Öğretim Üyesi
21.11.2015

Bütün siyasi partiler için 7 Haziran’dan 1 Kasım’a yaşanan deneyimleri analiz etmek suretiyle benimsenecek farklı stratejilerden bahsetmek mümkün. Bu noktada kritik olan unsur, verecekleri kararların ülkenin kaderi üzerinde doğrudan belirleyiciliğe sahip olmasıdır.


Siyasi partileri neler bekliyor?

Uzun seçim maratonu nihayet tamamlandı. 30 Mart 2014’ten 1 Kasım 2015’e kadar dört önemli seçimi geride bıraktık. Şimdi geriye dönüp yaşadıklarımızı anlamaya çalışıyoruz. Bundan sonra neler olabileceğini öngörmeye yönelik yorumlar yapıyoruz. Hem meslek olarak bilimle hem de meslek olarak siyasetle iştigal edenler benzer bir çabanın içindeler. Ayrıca, siyasetçiler şu sıralar partileri adına öz eleştirilerini veriyorlar. CHP’nin, MHP’nin ve HDP’nin 1 Kasım sonrasında hareketlenmesi boşuna değil. Benzer bir sürecin içinden şüphesiz AK Parti de geçiyor. Çünkü, örneğine az rastlanır bir “geri dönüş” ile tekrar tek başına iktidar olma şansı elde etmesi öz eleştirisini vermekten muaf olduğu anlamına gelmiyor. Tam da bu sebeple, okumakta olduğunuz yazıda AK Parti’nin 7 Haziran ve 1 Kasım genel seçimlerinde elde ettiği sonuçları esas alarak birkaç hususun altını çizmek murad edilmektedir.

Öncelikle şunu söylemeliyim. 7 Haziran ya da 1 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı sonuçların ardındaki dinamikleri ayrıntılı bir biçimde analiz etmek niyetinde değilim. Böylesi bir amaca yönelik metinleri bu günlerde okuma şansına zaten fazlasıyla sahibiz. Ben daha çok 1 Kasım sonrası ile ilgileneceğim. 7 Haziran yaşandı ve bitti. Ama 1 Kasım öyle değil. İçinden geçtiğimiz süreç, bir dahaki seçime kadar 1 Kasım sonrasına dâhil. Bu sebeple 1 Kasım üzerine konuşmanın önü daha açık.

Önce 7 Haziran sonrasını kısaca hatırlayalım. Gezi Olaylarının, 17-25 Aralık tarihli yolsuzluk iddialarında temellendirilen operasyonların, muhalefetin bulduğu her fırsatı değerlendirerek savurduğu yumrukların yavaş yavaş yorduğu, dahası kendi içinde yaşadığı sorunlar sebebi ile enerjisinin tükenmeye başladığı hissi uyandıran AK Parti 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kurma şansı elde edemedi. HDP’nin barajı geçmesinin ağır maliyeti ile 7 Haziran akşamı yüzleşmek zorunda kaldı. Muhalefetin zafer çığlıkları attığı sırada AK Parti’nin önünde iki seçenek belirmişti. Ya içine düştüğü iktidar yorgunluğunu içselleştirecek ve yavaş yavaş doğal ömrünün sonuna doğru ilerleyecek ya da bir an önce öz eleştirisini vererek yeniden, yenilenerek halkın karşısına çıkacaktı. AK Parti ikinci seçeneği tercih etti. 8 Haziran sabahı çoktan yola koyulmuştu bile. Elde ettiği oy oranı ile rakiplerinin uzak ara önünde seçimi bitirmesine rağmen neticede tek başına hükümet kurma şansını yitirmişti. Peki neden? Bu sorunun cevabını bulmak üzere, AK Parti çokça mesai harcadı. Türkiye’nin dört bir yanındaki seçmenlerin, teşkilat yöneticilerinin, aydınların, akademisyenlerin ve daha farklı toplumsal kesimlerin görüşlerine başvurdu. Neticede harcanan mesai sayesinde bir takım bulgular elde etti. Bu istikamette yeni bir strateji benimsedi. Seçim bildirgesini, özellikle de aday listesini önemli oranda yeniledi. Bir yandan koalisyon görüşmelerini sürdürürken diğer yandan ufukta beliren erken seçim için hazırlıklarını tamamlamaya çalıştı. 1 Kasım seçimlerine, 7 Haziran’dan çıkardığı derslerin gereğini yerine getirerek girdi.

AK Parti için karar anı

7 Haziran sonrasında Türkiye’nin gündemi ağırlıklı olarak koalisyon hükümeti kurma teşebbüslerine ayrılmıştı. Bu teşebbüslerin seyrini ve nihayetlenme biçimini hepimiz biliyoruz. Burada Devlet Bahçeli’nin ‘hayır’daki anlaşılması güç ısrarını tekrar tekrar hatırlatmama herhalde gerek yoktur. Eş zamanlı olarak devreye giren PKK’nın marifetlerinden de bahsedecek değilim. Ama hem Bahçeli’nin hem PKK’nın 1 Kasım’da AK Parti’nin işini kolaylaştırdığını söylemeden geçmek istemem. Söz konusu katkılarla birlikte AK Parti 1 Kasım seçimlerinde’istikrar’ ve ‘huzur’u tercih eden seçmenlerin oylarını alarakdördüncü kez tek başına hükümet kurma imkânına kavuştu.

Şimdi AK Parti’nin önünde yine çatallaşan bir yol var. Birini seçmek zorunda olduğu iki seçenek var. Lakin siyaset bu kadar siyah ve beyaz tonlardan müteşekkil bir faaliyet biçimi olmayabilir. Belki de az sonra sıralayacağım bu seçeneklerin aynı anda veya bir arada varlıklarını sürdürebilmeleri mümkündür. Bilmiyorum. Zaman gösterecek.

AK Parti’nin önündeki iki seçeneği şu şekilde ifade edebiliriz: Öncelikle AK Parti ya elde ettiği muazzam güçle büyük bir kibre kapılarak toplumun ortalama hassasiyetlerine karşı duyarlılık göstermeyecek, ya da başka bir hayatın gerçekten mümkün olduğunu göstermek üzere hareket edecek. Bu kapsamda, Ahmet Çiğdem’e atfen söylenirse ‘demokratik bir projeye angaje olmak’, zaten sebebi belli dertlerimize çare bulmak, yolsuzluk ve yozlaşma eğilimleri ile mücadele etmek gibi bir başka seçeneği daha var. Bugünden bakıldığında AK Parti’nin ikinci yolu tercih edeceğini ümit edebiliriz. Ama neticede tercih onun. O karar verecek. Bize düşen ise zaman zaman hatta sık sık 7 Haziran’ı hatırlatmaktır. Gerektiğinde kılıçlarımızla değilse de oylarımızla kendisini ikaz etmektir.

1 Kasım’dan geriye sadece AK Parti’nin önüne konulmuş seçenekler kalmadı. CHP’nin, MHP’nin ve HDP’nin de bir karar anı yaşayacakları kesin. Ancak önce öz eleştirileri vermeleri gerekiyor. Çünkü öz eleştiri verme sırası muhalefette. Eğer topu taca atmayacaklarsa, en kısa sürede ‘neden böyle oldu?’ sorusuna cevap bulmak üzere harekete geçmelerini beklemek hakkımız. Buna karşılık, Kemal Kılıçdaroğlu’nu, Devlet Bahçeli’yi ya da Selahattin Demirtaş’ı istifaya davet etmek hakkını kendimde gördüğümü söyleyemem. Bu işi özellikle CHP’de açık bir biçimde üstlenen fazlasıyla isim var. MHP’dekilerin kahir ekseriyeti ise galiba o kadar cesur değiller. Kapalı kapılar ardında ‘aman Devlet Bey duymasın’ benzeri cümleler kurmakla meşguller. HDP ile ilgili bir şey çok daha zor. Orada işlerin nasıl yürüdüğünü, Kandil’in mi yoksa ‘liderlik’in mi sözünün geçtiğini araştırmak lazım.

Muhalefetin seçenekleri

1 Kasım seçimlerinin CHP, MHP ve HDP’nin önüne ne türden seçenekler koyduğu üzerinde düşünmekte yarar var. Belki böylelikle verecekleri öz eleştirinin muhtevasının oluşturulmasına da katkı sağlamış oluruz. Öncelikle CHP’nin önündeki seçenekleri belirlemeye çalışalım. CHP ya bir türlü aşamadığı sınırları ile hesaplaşacak ya da mevcut sınırları içinde kalarak elindeki ile yetinmeye devam edecek. CHP bugüne kadar, pek çok seçimden sonra bir süre sanki ilk seçeneği tercih ettiği izlenimi verdi. Oysa her seferinde aslında mevcut sınırları içinde kalarak elindeki ile yetinmeyi daha çok önemsedi. Sosyal demokrasi ile ulusalcılık arasındaki salınımını muhafaza etmesi bunun bir işareti değil midir? Ya da bazen muhâfazakarların ve Kürtlerin, bazen gençler ve kadınların gönüllerini hoşnut etmeye çalışırken üzerini örtmeye çabaladığı alışkanlıklarını (negatif bir siyaset dilinde ve kimlik siyasetinde ısrar gibi) isteyerek ya da farkında olmadan ama sık sık açık etmesi başka neyin işareti olabilir ki?

MHP’ye geldi sıra. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son zamanlardaki kimsenin hikmetini keşfedemediği tavırları hakkında çokça konuşuldu. MHP’nin önüne çıkan seçenekleri daha belirdikleri anda neden ortadan kaldırdığını hâlen hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz. Neydi bu seçenekler? Hatırlayalım. Devlet Bahçeli’nin liderliği rağmına isimleri öne çıkan Sinan Ogan ve Maral Akşener’in bir zamanlar Ümit Özdağ’a reva görülen muameleye benzer biçimde liste dışında kalması mesela. MHP’nin iktidar ortağı olma seçeneğinin belirdiği 7 Haziran akşamında Bahçeli’nin yaptığı açıklama ile bu seçeneği gecikmeden bertaraf etmeside unutulmamalı. Dahası, Bahçeli, kendisine yapılan başbakanlık teklifini de elinin tersi ile itti. Bütün bunları dikkate aldığımızda MHP’nin önündeki seçenekler aslında kendiliğinden açığa çıkmış oluyor.  Şöyle söylenebilir: MHP’nin her şeyden önce, seçenekleri bertaraf etmekte ısrar etmekle bundan vazgeçmek arasında bir karar vermesi gerekiyor.

Son olarak HDP için 1 Kasım’dan arta kalan seçeneklerin çok açık ve görünür olduğunu ifade edelim. Çünkü, HDP söz konusu seçenekler ile bir süredir hesaplaşıyor zaten. Ya Türkiyelileşecek ya da sadece Kürt kimliğinin sözcülüğünü üstlenen mevcut konumunu muhafaza ederek varlığını kendi sınırları içinde sürdürecek. Bir başka ifade ile ya demokratik siyaset kanallarını alabildiğine genişletecek ya da gerektiğinde şiddete arka çıkmaktan çekinmeden sadece ve sadece özcü bir kimlik siyasetiyle kendisini sınırlayarak hareket etmeye devam edecek. Özetle, bütün siyasi partiler için 7 Haziran’dan 1 Kasım’a yaşanan deneyimleri analiz etmek suretiyle gidilecek farklı yollardan, benimsenecek farklı stratejilerden bahsetmek mümkündür. Ancak partilerimizin hangi yolu tercih edeceklerini bugünden kestirmek zordur. Bu noktada kritik olan esas unsur verecekleri kararların ülkenin kaderi üzerinde doğrudan belirleyiciliğe sahip olmasıdır.

[email protected]