Siyasi vizyon olarak siyaset üstü vurgusu neye tekabül eder?

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
9.12.2022

Halihazırda insanlığı bilimsel verilerin ürünleri ve gücü üzerinden, sistemleşmiş bir ortamın nesnesi haline dönüştüren manipüle edilme süreçlerinin problemlerini tartışıyoruz. Ve bu problem, bilimsel ortamı, insanın özne olduğu bir mecraya taşımadan çözülecek gibi görünmüyor.


Siyasi vizyon olarak siyaset üstü vurgusu neye tekabül eder?

Bir ülkenin siyasal ortamı, o ülkenin iktidarı, muhalefeti ve tüm kamusal ortamlarının söylem ve eylemleri ile şekillenir. Bunların yapıcı ve daha iyi olanı yapmaya talip, iyilikte yarışmacı bir zihniyette gerçekleştirecekleri muhalefet ortamı da o ülke siyasetinin temel kurucu unsuru olan millet iradesini, siyasetin esası kabul etmeleri ile mümkündür. Özellikle siyasal sistemin temeli olarak millet hakimiyetinin baz alındığı cumhuriyet rejimleri böyle bir ortam oluştuğunda gerçekleşebilir. Yoksa her biri millet hakimiyeti dışında birbiri ile hiçbir bağı olmayan hak referanslarıyla savrulmuş, millet hakimiyetini referans almayan siyasal yapılar siyasetten çok misyonerlikle açıklanabilecek faaliyetlere evrilir. Millet hakimiyetini, yani milletin hak bilincini referans almadan, kendisini sureti haktan gören bir yapının, ele geçirdiği devlet aygıtını hangi doğrultuda kullanacağı ise çok açık. Böyle uygulamalar, genellikle aydınlanma, bilim, ilerleme, çağdaşlaşma gibi herkesin kendince anlam yükleyip bir yönüyle olumlanabilecek, ancak bu adlar altında dayatılana itiraz edenin ise yobaz, gerici çağdışı gibi çoktandır yontulmuş ve tedariki kolay aygıtlarla yapılan karanlık dönemlerin saldırganlık örnekleri ile dolu. Elbette karanlık ve aydınlık göreceli bir durumdur. Örneğin bu durum baykuş ve kartal için aynı şey olmasa da benim kastettiğim bunların da dışında, insani görüşe dair olandır.

Adalete ulaşma çabası

Önceki yazılarımda siyasetin anlamı üzerine kavramsal bir analize yer vermiştim. O yazıda seyis kökünü baz alan siyasi anlayışın, devleti yönetmek yerine milleti yönetmeye savrulacağını, se-yasa kökünü baz alan siyasi anlayışın ise millet iradesi içeriğiyle şekillenmiş hak, hukuk ve adalet çerçevesinde devleti, millete hizmet çerçevesinde yönetmeye yöneleceğini ele almıştım. Siyaset, milletin hak bilincini referans alan hukuk sistemi üzerinden, kamu düzenini sağlama ve ihtiyaçları karşılayacak zemini oluşturma noktasında adalete ulaşma çabasıdır. Siyasetin odaklandığı hak, hukuk ve adalet anlayışının kaynağı ise özellikle cumhuriyet rejiminde millet hakimiyeti bilincidir. Bunu aydınlık veya çağdaşlık gibi özellikle cilalanmış kavramlar üzerinden bilimsel metotlarla yapılabileceğini söylemek ancak teolojik bir faaliyet kadar bilimsel olabilir. Hele hele bilimsel faaliyetlerle hak ihdas etmeye kalkışmak teolojiyi de aşarak tanrıcılık oynamayı kaçınılmaz kılarak bilimsel ortamı bilim kilisesine dönüştürür ve bu durum siyaset ve insanüstü bir din ihdas etmeye dönüşür. Böyle bir ortamda bilim, kendisi dışında her türlü değeri değersizleştirmenin aracı olan temel referans kaynağı olur. Oysa siyaset ve bilim, siyasi faaliyetleri bilimsel metotlarla inceleyen siyaset bilimi olarak esas işlevini içre edebilir. Elbette siyaset gerekli gördüğünde bilimsel verileri alıp değerlendirecektir. Ancak bunlar siyasi faaliyetin asla temeli olamaz. Siyasi ortam akademik bir ortam değildir. Siyasi faaliyetin ana referansı bilim değil milletin hak bilincine dayalı hakimiyet iradesidir. Bilimsel bilginin esası sonuçlarının yanlışlanabilir olmasıdır.(Carl Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı).

Milletin değerler sistemi

Bilim varlığın dilini çözüp anlayarak onunla konuşabilme sürecidir. Ancak varlık, var olduğu sürece konuşmaya devam eder. Bu yüzden ondan ilk duyup anladığını bilimsel bulgu olarak ilan eden bir bilim insanı, işine geleni duyup onu bir kenara atmazsa onun diğer ifadelerini duyduğunda ilk duyduğunu yanlış veya eksik anladığını fark edip yeni sonuçlara ulaşabilecektir. Elbette bilimin serüveni bu diyaloğun serüvenidir. Buna rağmen bilimsel verilerin merkeze alındığı bir siyasi ortam ne bilimseldir ne de siyasidir. Siyasetin referansı milletin değerler sistemi olmak zorundadır. Aksi takdirde bu faaliyetin siyaset olmaktan çıkarak teolojik bir faaliyete dönüşmesi kaçınılmazdır. Bunun örnekleri yaşandı. Başörtüsü takmayı adeta günah sayan ve buna benzer pek çok uygulama ile millete nasıl yaşayacağını, bilim ve çağdaşlık adına dayatan zihniyetin bilim değil, bilim adı altında maskelenerek, milletin dini dışında bambaşka, icad edilen bir dini dayatan misyonerlik faaliyeti olduğunu tekrarlamaya bile gerek yok. Çünkü o uygulamayı yapanlar başörtüsünü hak görmezken kendi dayattıklarını hak olduğu iddiası ile dayattılar. Bu uygulamaları dayatan iradenin özgüveni ise Batı'nın gücünü hak olarak algılayan ve onun gibi olmayı hak gören talibin kendi özünden yoksun özgüveni idi.

Muhatabın nesneleşmesi

Nasıl böyle düşünebilirsin? Nasıl böyle giyinebilirsin? Nasıl böyle konuşabilirsin? Ve benzeri tehditleri ile birlik ve beraberlik sağlama iddiasındaki tek tipçi totaliter ortamları aşarak, -hakaret ve tehdit etmeyi özgürlük olarak saymıyorsak- her şeyin ifade edilebildiği günümüz Türkiye ortamında, her şeye rağmen Türkiye'nin bilim ve teknolojik seviyesi uluslararası ortamda önemli bir yer bulmuştur. Ancak buna rağmen, dünyanın geri kalmış ülkeleri ile aynı karede resmedilmeye çalışılan ve kurtarılması gereken Türkiye imajı iddiasında bilim vurgusu, son günlerde öne çıkan siyasi bir söyleme dönüşmüş durumda. Her nedense bu bilim de "ilim Çin'de dahi olsa alınız" hadisi ile savunularak Batı yakasında bilim insanları ile aynı kareye girerek geleceği umulan bir ayin havasında dillendiriliyor. Evet ilim nerede olsa alalım, ancak getirdiğimizde önce onu kayacak bir yerimiz ve zihniyetimiz olsun. Bunun için öncelikle bilimin öznesi olan yani ondan anlayıp onu her ortama ve koşullara göre yorumlayıp kullanabilecek öznelere ihtiyaç var. Onun verilerini dayandırdığı "normal koşullar" ise dünyanın hiçbir yerinde mevcut değildir. Bu yüzden bilim, onu anlayıp kullanabilen, onun öznesi olabilecek bir ortamda ve elbette yeniden üretilip, bu süreçte normalleştirilerek kullanılabilir. Aksi takdirde muhatabını nesneleştirip kendi kültür ve inancına yabancılaştırır. O, böyle bir ortam olmadan hiçbir yere götürülemez, götürülse de hiçbir işe yaramaz.

Siyaset ve teknoloji

Bilim tek başına bir vizyona sahip değildir. O onu kullananın vizyonuna göre işlevsel hale gelir. Bilimsel faaliyet, düşünce özgürlüğü ile aynı doğrultuda özerk bir ortamdır. O, faaliyetlerini siyasetin veya herhangi bir kurumun direktifleri doğrultusunda icra etmez. Siyasetin bilim ile olan bağı, siyasetin milletin insanca bir zeminde yaşamasını sağlayacak amacına ulaşmak yolunda ortaya çıkan sorunların aşılmasında katkı vermesidir. Bu anlamda siyaset de özgür bilimsel ortamın gerçekleşmesini sağlamakla da görevlidir. Bu ilişki siyasetin ve bilimin karşılıklı varoluşunu ve kalitesini belirler. Ne yazık ki bilim, güce dayalı hegemonyanın elinde sömürge tarihinin ve günümüz emperyalizminin kendini müstağni gördüğü bir aygıta dönüşmüş durumda. Dolayısı ile bilim, siyasi vizyon doğrultusunda şekillenip fonksiyonel hale getirilebiliyor. Onun verilerinin nasıl kullanılacağı ise o ülkesinin siyasi vizyonuna göre insanlığa hizmet ya da hegemonyayı tahkim ikileminde farklılaşabiliyor. Dolayısı ile bilimin onu kullananın iradesinden bağımsız bir doğrultusu yok. O varlığa dair incelemesinde anlam üretirken teknoloji bu anlamdan araçlar üreterek bilimin verilerini araçsallaştırır. Siyasetin ilgilendiği daha çok bilimin araçsal hale geldiği teknolojidir. Burada olumlu olan siyasi irade bu verileri toplumun hizmetinde işlevsel hale getirebilen iradedir. İşte siyaset bu iradeyi temsil eden bir kurum olarak bilimin altında değil, onu insana hizmet edecek şekilde işlevselleştirecek bir konumda olmalıdır.

İnsanın tabiatı olan, ne yaparsa ona dönüşebilme kabiliyeti, bilmeyi ve bilimi onun için vazgeçilmez kılmaktadır. Bu açıdan bilim insanlık için her zaman popüler bir alan olmuştur. Bilgisayarların ilk çıktığı dönemde, anne babalar çocuklarına, adeta bilimin cisimleşmiş sembol halinde sunulan bilgisayar alma yarışına girmişlerdi. O dönemde bu, bilim ve ilerleme için çağ atlatacak bir gösterge olarak sunuldu. Tüm bilginin elinin altında olacağı fikriyle çocuklarının bilim adamı olacağına ilişkin anne babaların beklentileri bilgisayar firmalarının en önemli pazarlama yöntemi olmuştu. Çoğu aile için ise sonuç, bilgisayar başında dijital oyunlar üzerinden manipüle edilip nesneleştirilen, bu ortamda edindikleri roller üzerinden özden yoksun özgüvenli efendilere dönüşen çocukları ile birlikte yaşayabilmenin çözüm arayışına dönüştü. Bunun gibi siyaset başta olmak üzere, bilim ve bilimsellik kavramı en yaygın popülizm ve demagoji malzemesi olmuştur. Bu kavramlara dair popülizmi aşamayan kültürel boşluk ise onun kullanışlı bir demogoji malzemesi olarak hala tedavülüne imkan verebiliyor.

Reel siyasetin bilim ve bilim adamı ile olan ilişkisi yadsınamaz bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu günümüz siyasi ortamında açıkça görüyoruz. Buna rağmen bilim kavramının öne çıkartılarak özellikle de siyaset üstü bir siyasal faaliyet(!) gibi ifade edilmeye başlanması günümüzün yeniden ısıtılan demagoji sahasına dönüşmüş görünüyor. Seçilen alan hayli dikkat çekici. Öyle ki bu alan üzerinden girişilecek olumsuz faaliyetlere karşı tüm itirazların bilime karşı olmakla suçlanarak bertaraf edilmeye maruz bırakılacağı bir saha seçilmiş durumda. Siyaset üstü olduğu payesi ile kutsanmış icraatlara, siyasi ortamın vazgeçilmezi olan, gerekçelendirilmiş itiraz ve muhalefetin yapılması adeta tanrıya karşı olma mesabesinde, bilime karşı olmakla aforoza uğrayacaktır. Böyle bir konuma getirilen bir bilim anlayışının bilim ile bir ilgisi kalmamıştır. Artık o kendisine karşı olan her şeyi ve herkesi aforoz edebilecek aygıtlarla dizayn edilmiş siyaset üstü bir kilisedir.

Tek başına bilim yeterli mi?

Bilim ve onun verilerine yaklaşım tarzı bilimin mahiyetini doğrudan biçimlendiriyor. Örneğin evrim teorisini ele alalım. İnançlar, felsefi görüşler ve ideolojiler ile bilim arasındaki diyaloğu en net görebileceğimiz, üstelik halen süren bir tartışma alandır burası. Daha işin başında ateist olan bakış açısına göre evrim diye bir şey vardır öyleyse Tanrı yoktur. Tanrıya inanan bir diğer gruba göre evrim diye bir şey yoktur çünkü Tanrı vardır. Bir diğer gruba göre ise evrim olabilir, onun olması her şeyi oluş süreci içinde yaratan Tanrının varlığından bağımsız değildir. Aynı bilimsel veri ve görüşlerin karşısında bu kadar farklılığın olması inanç ve felsefi görüşlerin bilim ile olan diyaloğunun nerelere savrulabileceğini açıklıyor. Bu açıdan tak başına bilim insanın sorununu çözer demek büyük bir yanılgıdır.

Halihazırda insanlığı bilimsel verilerin ürünleri ve gücü üzerinden, sistemleşmiş bir ortamın nesnesi haline dönüştüren manipüle edilme süreçlerinin problemlerini tartışıyoruz. Ve bu problem, bilimsel ortamı, insanın özne olduğu bir mecraya taşımadan çözülecek gibi görünmüyor. Bu bağlamda siyaset üzerinden, bilimsel bir konseyin siyaset üstü bir konumda ele alması, dokunulmaz ve itiraz edilemez kutsal bir kilise kurmaya benzer. Bilimsel bilginin en önemli özelliği zaten yanlışlanabilir olma özelliği ile bir süre sonra kendi verilerinden vazgeçebilmesidir. Dolayası ile yanlışlanabilir olana siyaset üstü dokunulmazlık kazandırmak; üstelik bunu, böyle bir anlayışa karşı olan bilim kavramını manipüle ederek yapmak, dogmatik ve skolastik bir bilim kilisesi üretmekten başka bir sonuca evrilmez. Hala gündemden düşmeyen, bilim ve çağdaşlık adına alınan başörtüsü yasaklarına ilişkin dogmatik dönem kararları, böyle bir dokunulmaz ve kudretinden sual olunamaz kilise konseyinin aforoz kararlarına benzemiyor mu? Oysa siyaset ile bağlantılı ve onu şekillendirecek siyaset üstü bir yapıdan bahsedilecekse, bu ancak cumhuriyet olarak somutlaşmış milletin hak bilincinin hakimiyetinin bağlayıcılığından başkası olamaz.

[email protected]