Siyonist edebiyat İsrail'in zihin haritasıdır

Yusuf Tosun/ Yazar
4.09.2025

Siyonist Edebiyat örneğinde gördüğümüz gibi, edebiyat yalnızca estetik bir faaliyet değil; toplum mühendisliğinin, ulus inşasının ve hatta çatışmanın da temel araçlarından biri haline gelebiliyor. Bu nedenle her edebi metin, onu üreten zihniyetin aynasıdır ve eleştirel bir bilinçle okunmayı hak eder. Edebiyatı ‘zehirli' yapan şey onun doğası değil, kimlerin, hangi amaçlarla onu nasıl kullandığı hususudur.


Siyonist edebiyat İsrail'in zihin haritasıdır

Yusuf Tosun/ Yazar

Tarihte yer etmiş birçok ideoloji ve fikir akımının oluşup şekillenmesinde edebiyatın yadsınamaz bir gücü vardır. Çünkü edebiyat, bir tohum gibi fikir ve ideolojilerin teorik altyapısını oluşturan önemli bir araçtır. Ve yeri geldiğinde bir halkı harekete geçirip yönlendirebilir ve hatta başka bir halkın felaketine de yol açabilir.

Bugün var olan birçok ana siyasi fikir akımı ve dahi fiziki neticeleri, uzun bir geçmişi olan edebi ve kültürel mücadelelerin semeresidir aslında. Siyonist Edebiyat buna açık bir örnektir.

Peki, nedir Siyonist Edebiyat?

Siyonist Edebiyat, özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Siyonist hareketin ideolojik hedeflerine hizmet eden edebi bir üretim türü olarak karşımıza çıkıyor. Bu edebi metinlerin temel amacını ise; Yahudi halkının toprak (özellikle Filistin) özlemini canlandırmak, ulusal bilinç oluşturmak, Yahudi kimliğini tarihsel ve kültürel olarak yeniden inşa etmek, Yahudilerin dağınık durumuna bir "çözüm" önermek ve nihayetinde Filistin'e fiziksel dönüş fikrini meşrulaştırmak olarak özetleyebiliriz.

Bu yönüyle diyebiliriz ki Siyonist Edebiyat; İsrail Devleti'nin kuruluş sürecine doğrudan veya dolaylı katkı sunan tüm kültürel ve edebi ürünleri kapsar. Öyle ki bu türler, sadece roman ve şiirle sınırlı olmayıp tiyatro, deneme, gazetecilik, çocuk edebiyatı ve hatta dili de içine alır.

İsrail'in zihin haritasının nasıl oluştuğunu örnekleriyle ele alan Peren Birsaygılı Mut, Siyonist Edebiyat'la ilgili şöyle der:

"Siyonist romanlardaki kimlik arayışı, şiirlerdeki toprak özlemi ya da tiyatro oyunlarındaki yeni ideal (!) insan tipleri, dünyanın farklı yerlerindeki milyonlarca insanı Siyonizm'in haklılığına yani bir yalana inandırdı. Herzl'in Yahudi Devleti, Moses Hess'in Roma ve Kudüs'ü, Hayim Nahman Bialik'in Katliam Şehri şiiri ya da Ahad Ha'am'ın kültürel çağrısı... Bunların hepsi bir bütün olarak, kolektif bir Siyonist anlatının parçaları..." (Peren Birsaygılı Mut, Siyonist Edebiyat, S:347)

'Sahipsiz toprak' söylemi

Böylece edebî metinler aracılığıyla Filistin, "boş", "sahipsiz" ve "tarihsiz" bir toprak olarak sunulmuştur. Çünkü Siyonist yazarlara göre dönüş fizikselden önce zihinsel olmalıydı. Bu durum da dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca Yahudi'yi bir ulus olma bilincine sevk etmiştir.

Bu süreçte Siyonist Edebiyat sadece bir ideoloji oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda o ideolojiyi kurmuş, kurgulamış, taşımış ve uygulamıştır da. Sonuçta parçaları insan olan bir ölüm makinası icat etmiştir adeta.

Öyle anlaşılıyor ki Siyonist Edebiyat, 14 Mayıs 1948'de resmen ilan edilen İsrail Devleti'nden çok önce Siyonist zihniyeti inşa etmiştir.

Bugün Gazze'de bütün dünyanın gözü önünde açlık ve susuzlukla da dahil acımasızca gerçekleşen soykırım; yalnızca siyasi değil, yüz yıl öncesine dayanan kültürel ve edebi bir tahayyülün de sonucudur.

Zehirli olan edebiyat mı, onu kullanan mı?

Günümüzde bir canavara dönüşen İsrail Devleti'nin zihni altyapısını oluşturan Siyonist Edebiyat bugün yaşananları öngörüyor muydu acaba? Mesela Theodore Herzl, Yahudi Devleti kitabını yazarken böyle bir sonuç mu tasarlıyordu? Ya da diğer Yahudi edebiyatçılar İsrail Devleti'nin kuruluşunu, Filistin topraklarına yerleşmeyi telkin ederken bunu mu hedefliyorlardı?

Belki de esas sorgulanması gereken, Peren Birsaygılı Mut'un kaleme aldığı Siyonist Edebiyat kitabının son cümlesi:

"Edebi kurgu bir halkın kâbusuna dönüştüğünde, buna hâlâ edebiyat diyebilir miyiz?"

Konuyu daha anlaşılır kılmak adına yeni sorular da sormak mümkündür:

Bir asırdan fazla edebiyat üzerinden süren bu kültürel mücadele nasıl oluştu, gelişti ve bugün bir canavara dönüştü? Bunda edebiyatın ve edebiyatçıların nasıl bir rolü oldu?

Yine bugün arkasına aldığı güçle taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamacasına canavarlaşan İsrail'in oluşmasında edebiyatın ve edebiyatçıların nasıl bir payı oldu böyle?

Bu ve benzeri sorular edebiyatın birey ve toplum hayatının şekillenmesinde ne kadar önemli olduğunun da hatırlatmasıdır bir bakıma.

Evvela Mut'un sorusu bağlamında şu hususun altını çizmekte fayda vardır: Şayet edebiyat, birey ve toplum yaşamını bir kâbusa dönüştürüyorsa, sorgulanması gereken edebiyat değil; edebiyatın kimler tarafından ve ne amaçla kullanıldığıdır hiç şüphesiz. Zira edebiyat bir araçtır, onu faydaya da zarara da dönüştürmek bizim elimizdedir.

Tüm Yahudi edebiyatçıları Siyonist mi?

Bugün okuduğumuz Yahudi kökenli yazarların hepsini Siyonist Edebiyat kapsamımda değerlendirmek doğru olmaz elbette. Hepsi yukarıda bahis konusu amaca hizmet etmiyorlar hiç şüphesiz. Mesela Franz Kafka'yı, Isaac Bashevis Singer'i, Stefan Zweig'i bu kapsamda değerlendirmek insafsızlık olur. Lakin Theodore Herzl, Moses Hess, Hayim Nahman Bialik, Ahad Ha'am gibi yazarlar bu amaca hizmet eden ve bu uğurda mücadele veren başlıca fanatik Siyonist yazarladır.

Şu bir gerçek ki; okuduğumuz yazarın hangi din, mezhep, meşrep ve etnik kökenden olduğu çoğu kere aklımıza gelmez bile. Çünkü genellikle kitabın yazarından çok içeriğine yoğunlaşırız. Bu durum gene de okuyacağımız yazara dikkat etmeyeceğimiz anlamına gelmez hiç şüphesiz. Öyle ki bazen de okuyacağımız kitabın yazarı üzerinden yol alırız.

Burada asıl olan perspektifli bir okumada bulunmaktır.

Bilinçli okur yazıdan, yazardan, yazılandan korkmaz. Yazarın zihin dünyasının içine hapsolmaz. Yazının peşine takılmayıp yazıyı peşine takar/takmalı. Değilse hem bedende, hem de zihinde bir zehirlenme kaçınılmaz olur.

Bir milletin istikametini tayin eden yaman bir örnek

Siyonist Edebiyatın bir parçası olan İbranice dilinin yeniden diriltilmesi, Filistin topraklarının işgalinin ve İsrail Devleti'nin doğuşunun önemli bir adımıdır.

Çünkü Siyonist Edebiyat yalnızca millî ideolojiyi taşımakla kalmamış, aynı zamanda Yahudi ulusal kimliğinin dilsel temelini de inşa etmiştir.

Bu yönüyle tek bir adamın azminin bir milletin istikametini nasıl tayin edebildiğine dair yaman bir örneği Eliezer Ben-Yahuda'nın yaşam öyküsünde görüyoruz.

Eliezer Ben-Yehuda'nın yaptığı; unutulmuş İbranice dilini yeniden gün yüzüne çıkarmak ve Yahudilerin ortak dili haline getirmek oluyor. Yahudiler arasında kurulan bu ortak dil İsrail'in Filistin işgaline zemin hazırlayan önemli bir adımdır.

Böylece İsrail Devleti kuruluncaya kadar arkaik bir ibadet ve yazı dili konumunda bulunan İbranice, Belarus doğumlu Eliezer Ben-Yehuda'nın çabalarıyla Yahudiler arasında konuşma ve günlük iletişim dili haline geliyor. Ben-Yehuda, 1881'de yerleştiği Kudüs'te başladığı çalışmalarını, 1922'deki ölümüne kadar yoğun biçimde sürdürmüş, arkasında binlerce makale ve 17 ciltlik dev bir İbranice sözlük bırakmıştır. Tabii bu uğurda bir yığın acı ve çile çekerek hedefine ulaşmıştır.

Yazar Taha Kılınç bu çarpıcı yaşam öyküsünü modern İbranice'nin doğuşu bağlamında tafsilatlı bir şekilde Dil ve İşgal çalışmasında ele alır:

"Eliezer Ben-Yehuda'nın hayat hikâyesine yakından bakıldığında, onun İbraniceyi diriltmek için başlattığı seferberliğin üç temel prensibe dayandığı görülür:

1. Tarih huzurunda kendine bir ödev vermek ve hayatını buna adamak,

2. Dış şartların olumsuzluğundan hiç yılmadan, işine odaklanmak

3. Gayretle ve dava şuuruyla, gece gündüz çalışmak." (Taha Kılınç, Dil ve İşgal, s:131)

Tabii bu üç prensip başarının da altın kuralıdır. Tarihte başarıyla ismi anılan birçok şahsiyetin hayatlarının her adımında yukarıdaki üç prensibi uyguladığını görmek mümkündür.

Sonuç: "Siyonist Edebiyat" zehirler mi?

Edebiyat, bireylerin ve toplumların hayatını zenginleştirip dönüştürebilir. Bu dönüşüm bazen bir halkın uyanışı olurken, bazen başka bir halkın felaketiyle sonuçlanabilir.

Siyonist Edebiyat örneğinde gördüğümüz gibi, edebiyat yalnızca estetik bir faaliyet değil; toplum mühendisliğinin, ulus inşasının ve hatta çatışmanın da temel araçlarından biri haline gelebiliyor. Bu nedenle her edebi metin, onu üreten zihniyetin aynasıdır ve eleştirel bir bilinçle okunmayı hak eder. Edebiyatı 'zehirli' yapan şey onun doğası değil, kimlerin, hangi amaçlarla onu nasıl kullandığı hususudur.

Nitekim görüyoruz ki Siyonist Edebiyat, bir halkın peyderpey teorik altyapısını oluşturup örgütlemekle kalmamış aynı zamanda onu kullananlar tarafından başka bir halkın yok sayılmasına da hizmet eden ideolojik bir araç haline gelmiştir.

Bu nedenle netice olarak diyebiliriz ki edebiyat; hem güçlü bir inşa yöntemi hem de potansiyel bir imha aracıdır. Tüm mesele, bilinçli okur olmaktan geçer. Yazının peşine takılmayan, yazıyı peşine takan okur; tarihsel yanılsamaların değil, eleştirel gerçekliğin kapılarını aralayabilir.