Ukrayna Savaşı'nda nükleer düzenin sarsılması üzerine... Soğuk Savaş 2.0 neden daha tehlikeli?

Prof. Dr. Nurşin A. Güney / CEMES, Trocadéro Forum Institute, Nişantaşı Üniversitesi
30.04.2022

Ukrayna Savaşı sadece Avrupa güvenlik mimarisinin temellerini sarsmakla kalmadı aynı zamanda Soğuk Savaş sırasında temelleri atılan nükleer caydırıcılık, nükleer silahsızlanma, nükleer enerji gibi hususlarda yeni endişe başlıklarının açılmasına sebebiyet verdi. Gidişat tersine çevrilmezse yeni Soğuk Savaş'ın eskisinden daha soğuk ve bir o kadar da tehlikeli olmasını bekleyebiliriz.


Ukrayna Savaşı'nda nükleer düzenin sarsılması üzerine... Soğuk Savaş 2.0 neden daha tehlikeli?

Moskova yönetiminin Ukrayna işgaliyle başlattığı savaş dünyanın farklı bölgelerinde bir süredir devam eden büyük güç rekabetini görünür kıldı. Soğuk Savaş 2.0, yani yeni sürüm bir güç mücadelesi ile karşı karşıyayız. Yeni Soğuk Savaş'ın yolları jeopolitik mücadelenin taşlarıyla adım adım geçtiğimiz 10 yılda döşendi: 6 Gün savaşı, Kırım'ın ilhakı, Rusya'nın 2015 yılında Doğu Akdeniz'e, Suriye'ye gelip yerleşmesi, Güney Kafkasya'da II. Karabağ Savaşı, Biden yönetimiyle Washington'un önceliğinin Hint-Pasifik'te olduğunun açıklanması ve tabii ABD'nin Afganistan'ı terk etmesi. Tüm bu taşlar döşenirken büyük güçlerle müttefikleri arasındaki ilişkilerin güvenilirliği hep sorgulandı. Aslına bakarsanız, Ukrayna Savaşı neredeyse unutulmaya yüz tutan, farklı yönelimlerle güç kaybeden bazı ittifak yapılarının tekrardan canlandırılması için önemli bir fırsat oldu. NATO'nun parlak günlerine geri döndüğünü kim inkâr edebilir. Oysa Trump döneminde, NATO Transatlantik dünyanın ortak savunma paktı olarak anlamını yitirmek üzereydi.

Ukrayna'da vekalet savaşı

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in açıklamalarının dikkatle dinlenmesinin iki temel nedeni var. Bir yanda NATO, ortak savunma misyonu altında sahada beliren Rusya tehdidini göstererek hem Transatlantik dünyada hem Avrupa sathı mahallinde Brüksel ve Brüksel'in savunma gündemi çevresinde bir birlik sağlama imkanına sahip oldu. Bu birlik ve dayanışmanın teçhizat, eğitim, savaşma konsepti ve hazırlığı çerçevesinde sürekli hazır olduğunu gösterdiği hareketli günlerden geçeceğiz.

O nedenle Brüksel'deki yeni oyunda herkes pozisyon alıp, sahip olduğu tecrübe üzerinden önemli bir oyuncu olmaya çalışıyor. Bu heyecan NATO için adeta ikinci, üçüncü baharı müjdeliyor. Öte yandan ABD ve NATO Ukrayna'da bir vekalet savaşı yürütüyorlar. NATO üyeleri doğrudan savaşın parçası değiller ama sahada Polonya, Almanya, Kanada gibi devletler aracılığıyla gönderilen tank, uçak savar gibi unsurların da dahil olduğu askeri teçhizat ile Ukrayna direnişi Moskova karşısında savaşması için cesaretlendiriliyor. ABD Savunma Bakanı Austin'e göre, Batı'nın Moskova'ya karşı Ukrayna'da vekili olarak kullandığı Zelensky ile temel olarak gerçekleştirmek istediği yegâne amacı, Rusya'yı bir daha Avrupa'ya yönelik ciddi bir tehdit yaratmayacak şekilde askeri ve tabii ekonomik olarak zayıflatmaktır. Nitekim bu hafta, Almanya'da bulunan Amerikan üssünde bir araya gelen ABD ve bazı Batılı müttefikler yaptıkları basın açıklamasında bir temas kurulu oluşturulduğunu kamuoyu ile paylaştılar. Austin'e göre temas grubu sayesinde Ukrayna'ya Batı desteği devam edecek. Aynı açıklama içinde, Austin Ukrayna Savaşı'nın başından itibaren Rusya'nın konvansiyonel kuvvetler açısından büyük bir kayba uğradığını ve savaş bittiğinde ise Moskova'nın yaptırımlarında etkisiyle bu kayıplarını telafi etmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.

Rusya'yı sınırlandırmak

Eğer Austin'in öngörüleri doğru çıkarsa Batı'nın (ABD'nin) Ukrayna Savaşı ile hedeflediği Rusya'nın sınırlandırılması (constrainment) politikası gerçek olacaktır. Hatırlanacağı üzere, Soğuk Savaş döneminin başlarında John Foster Dulles, SSCB'yi geri döndürme (roll back Soviets) stratejisiyle Moskova'yı işgal ettikleri yerlerden söküp atmak istemişti. Bu amaç doğrultusunda o dönem var olan çevreleme (containment) politikasına daha saldırgan bir tat eklenmişti. Elbette devir ABD'nin çok çok güçlü olduğu, nükleer silahlar konusunda üstünlüğe sahip olduğu yıllardı ve Moskova'yı kontrol ettiği yerlerden çıkartmak o günlerde hayal edilebiliyordu. Bugün ise, Washington'un hedefi Rusya'nın askeri kapasitesini küçülterek bugüne kadar kontrol ettiği alanın dışına taşmasını önlemektir. Üstelik Batı'nın/NATO'nun sürdürdüğü bir vekalet savaşı olduğu için Moskova'nın askeri kabiliyetlerinin küçültülmesi Brüksel ve Washington için nispeten çok maliyetsiz bir yolla hallediliyor. Bu nedenle de ABD'nin bu savaşın kısa sürede bitirilmesi gibi bir derdi yok. Zaten tüm bu sebeplerle Ukrayna Savaşı'nın Donbass odaklı ikinci aşaması başladığından beri taraflar barış olasılığından oldukça uzaklaşmış durumdalar. Ve Ukrayna sahnesinde barış olasılığından uzaklaşıldıkça, tırmandırma senaryoları, bu senaryolar içinde nükleer silahların kullanılma olasılığı tekrar ve tekrar zikrediliyor. Bu yöndeki tartışmalar genellikle aynı cümlelerle sona erdiriliyor: Deniyor ki nükleer bir savaşın çıkma olasılığı stratejik denge söz konusuyken bir nevi intihar anlamına geleceğinden, uygulanabilir bir strateji değil. Bu cevaba ulaşmak içimizi rahatlatmamalı. Konu, ABD savunma Bakanı Austin'e de soruldu. Austin'e göre Putin'in nükleer kuvvet kullanma tehdidinde bulunması oldukça tehlikeli ve ciddi bir durumdur. Dolayısıyla meselenin sonuç odaklı tartışılmasından ziyade sürece odaklanmak yani Nükleer silahların kullanılma olasılığının tartışıldığı bir dünyada yaşadığımızı kabul etmek gerekiyor. Bu anlamda, Putin'in Ukrayna işgali sırasında nükleer kuvvet kullanma tehdidinde bulunması Dünya nükleer düzeniyle ilgili bugüne kadar bilinen tüm ezberleri bozdu ve bu sürecin etkisi sandığımızdan da uzun süre hissedilecek.

Nükleer tabu yıkılıyor mu?

Putin Rusya'sı aslında Ukrayna Savaşı'nı başlarken dört-beş gün içinde Kiev'i ele geçireceğini hesaplamış ve savaşın bir Kırım ilhakı gibi kısa sürede başarı ile neticeleneceğini varsaymıştı. Savaşın ikinci safhasına geçmeden hemen önce, Moskova sahada verdiği konvansiyonel kayıpları da göz önünde bulundurarak Rus askeri doktrininde yer aldığı üzere savaş alanı ile sınırlı taktik/kısa menzilli nükleer silahlarını kullanma tehdidine başvurmaya caydırıcı bir unsur olarak karar vermiştir. Bunu da Batılıların özellikle Ukrayna Savaşı'nda Kiev yönetimine verdikleri desteği bir an evvel kesmeleri ve dolayısıyla ABD/NATO ve AB'nin -Rusya'yı sınırlama konusunda vekalet verdikleri Zelensky yönetimi aracılığıyla- Ukrayna'da dolaylı olarak sürdürdükleri vekalet savaşını devam ettirme azimlerini kırmak için yapmıştır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana nükleer silahların hiç kullanılmadığı ve bunun önemli bir norm olarak uluslararası sistemde kabul gördüğü biliniyor. Biz buna nükleer tabu diyoruz. Yani uluslararası toplum nükleer silahların neden olacağı yıkımın büyüklüğü nedeniyle bu silahların edinilmesini engelleyemese de silahların kullanımını sadece caydırıcılık ile sınırlayarak bir anlamda kendisi için bir sınır yaratıyor. Bu sınır bugüne kadar aşılmadı. Ayrıca Rusya ve Batı arasında var olan stratejik caydırıcılık sayesinde- Küba krizi v.b. gibi bazı sorunlara rağmen- Soğuk Savaş döneminin kazasız belasız atlatıldığı da bir gerçektir. Ancak elbette nükleer silaha sahip devletler özellikle köşeye sıkıştıkları dönemde radyoaktif dişlerini göstermekten kaçınmıyorlar. Doksanlı yıllarda ciddi ekonomik sorunlarla boğuşan ve konvansiyonel kuvvetlerinde ciddi bir gerileme yaşayan Rusya, örneğin, askeri doktrini gereği Moskova'nın hayati çıkarlarına yönelik olası bir konvansiyonel tehdidin ortaya çıkması durumunda cevap olarak Rus nükleer kuvvetlerine başvurulacağı ilan edilmişti.

Taktik nükleer silahlar

Zaman içinde Rus askeri doktrininde, sahadaki kuvvet kullanımı açısından konvansiyonel güçler ile taktik nükleer güçler arasındaki fark kapanmış, neredeyse ortadan kalkmıştır. Taktik nükleer silahlar kullanılması halinde kısa menzilleri -en fazla 500 km içinde- nedeniyle etkileri oldukça kısıtlı silahlardı. Ancak elbette Ukrayna sahnesinde özellikle savaşının alanı doğu ve güneyle sınırlandığında rakip karşısında rakibin savaş azmini kırmak noktasında stratejik bir etki de yapabilirler. Üstelik bunu ABD ile stratejik bir nükleer kapışmaya sürüklenmeden yapabilirler. Zaten Austin, Rus taktik nükleer güçlerinin kullanılması halinde ABD'nin olası yanıtını merak eden bir gazeteciye verdiği cevap konuyu özetlemektedir. Durumun ciddiyetini anlayan ABD Savunma Bakanı Austin bilinçli olarak bu soruya net bir cevap vermemiş, konunun ciddi olduğunu söylemekle yetinmiş, ABD'nin çıkacak zararın derecesine bakılarak yanıt vereceğinin altını çizmiştir. ABD'nin Rusya ile stratejik nükleer düzeyde bir tırmanmadan kaçınması da olasıdır. Yani Washington konvansiyonel araçlarla yanıt vererek bazı alanları tüten radyoaktif bulutlara çevirme maliyetini Ukrayna ve Rusya'ya yükleyebilir. Bu bilinçli stratejik umursamazlık, Rusya'nın köşeye sıkıştığında yapabilecekleriyle birleştiğinde ister istemez korkutucu bir boyut alıyor.

Bugün, Rusya Devlet Başkanı Putin'in nükleer silah kullanma tehdidinde bulunduğunda neyi kastettiğini maalesef kimse tam olarak bilmiyor. Fakat, çok çok uzak bir ihtimal olsa da Putin'in savaş alanında Moskova'nın güvenliğinin tehlikeye girmesi anında Rus konvansiyonel kuvvetleri yerine savaş alanında Rus taktik nükleer güçleri devreye sokması beklenebilir. Bu yüzden Rusya Devlet Başkanı Putin'in Ukrayna Savaşı sırasında Batı'nın Kiev yönetimine silah tedarikinde taraf olmayı sürdürmesi halinde Moskova'nın nükleer silah kullanabileceğini ima etmesi çok önemli bir gelişmedir. Moskova tarafından Ukrayna Savaşı sırasında ilk kez nükleer silahların caydırıcı bir unsur/tehdit olarak kullanılmış olması, son 70 senedir devam eden küresel nükleer düzenin henüz çökmesine sebep olmasa da ciddi olarak sorgulanmasının önünü açmıştır.

Rusya kendini vurdu

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve 1960'larda tesis edilen nükleer denge ve dolayısıyla düzen sayesinde, nükleer terörizm ve nükleer kazalar gibi bazı istenmeyen riskli durumlar bugüne kadar yönetilmeye çalışıldı. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na (NPT'ye) rağmen Kuzey Kore'nin nükleer silahlı bir güç olması ya da İran'ın nükleer eşikte bir ülke olması gibi sapmalarda bugüne kadar sınırlı sayıda tutulabildi. Bu yönetişim uluslararası toplumun nükleer enerjiyi sivil amaçlı olarak kullanması adına son derece önemlidir. Uluslararası toplumun sivil nükleer enerji kullanımı konusunda sınırlandırılmaması, nükleer silahsızlanma ve silahların yayılmasının önlenmesi amaçlarıyla yakından ilgilidir. Ancak, şimdi Putin'in Ukrayna işgali neticesinde, nükleer silah kullanımına bir şekilde referansta bulunması var olan bu nükleer düzenle ilgili olarak, nükleer caydırıcılık, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, nükleer gücün geleceği ve tabii ki nükleer terörizm gibi konulardaki türlü türlü endişelerin hortlamasına neden olmuştur.

Anlaşıldığı üzere Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna Savaşının bu kadar uzayacağı ve dolaysıyla Moskova'nın Batı menşeili bu kadar ciddi yaptırımlarla karşılaşacağını hesaba katmamış. Hâlihazırda, Rusya'ya uygulanan yaptırımlar sonuçta, Rus nükleer endüstrisinin geleceği bakımından ciddi sorunlar çıkarmaya gebe. Gelinen noktada Putin Rusya'sının Ukrayna Savaşını başlatarak aslında nükleer enerji alanında kendi ayağını vurduğu söylenebilir. Bilindiği gibi, Putin Rusya'sı dünyadaki nükleer reaktör yakıtının-yani zenginleştirilmiş uranyumun- yüzde 35'ini tedarik etmektedir. Moskova'nın nükleer reaktör piyasasındaki nükleer santralleri İnşaa et, Sahip ol, İşlet (Build, Operate, Own: BOO) prensibiyle çalışmaktadır. Buna göre, Moskova değişik ülkelerde inşa edeceği aynı tip reaktörlerde, bu santrallerin yapımını yapmakla kalmayacak aynı zamanda bunun içine yakıt olarak zenginleştirilmiş uranyumunu da koyacaktır/temin edecektir. Rusya'nın bu model üzerinden başta Ortadoğu sivil nükleer enerji pazarı olmak üzere çeşitli bölgelerde pek çok anlaşma imzaladığı, büyük maliyetli yatırımların önünü "güvenilir tedarikçi" kimliğiyle açtığı biliniyor. Oysa şimdi Rusya'ya yönelik yaptırımların Rus menşeili fosil yakıt endüstrisi kadar nükleer endüstrisini de vurması bekleniyor. Ayrıca Ukrayna'da operasyonel olan Zaporizhzhia Nükleer Reaktörünü savaş sırasında ateş çemberi içine almaktan çekinmemiş Moskova yönetiminin bu davranışı nükleer reaktör piyasasında hızla itibar kaybetmesine neden de olabilir. Bu sebeple, savaşın uzaması ve barışın bir an evvel tesisi edilmemesi halinde Rusya'nın gelecekte nükleer reaktör tedarik piyasasında da tıpkı fosil piyasalarındakine benzer sorunlar yaşaması muhtemeldir. Yaptırımlar nedeniyle Rus tipi nükleer reaktör sahibi ülkeler Moskova'dan uranyum tedarikinde tıpkı Rus gazında olduğu gibi alternatif bulmak için bir süre sonra arayış içine girebilirler.

Yeni sadakatsizler

Gerçekten de Ukrayna Savaşı sadece Avrupa güvenlik mimarisinin temellerini sarsmakla kalmadı aynı zamanda Soğuk Savaş sırasında temelleri atılan nükleer caydırıcılık, nükleer silahsızlanma, nükleer enerji v.b. gibi hususlarda yeni endişe başlıklarının açılmasına sebebiyet verdi. Örneğin, Yeni Soğuk Savaş döneminde bugün ortaya çıkan nükleer düzensizliğinin nasıl telafi edilebileceği halihazırda büyük güç rekabeti içinde olan ülkelerin önünde duran en ciddi sorunlardan biridir. Günümüzde, Ukrayna Savaşı'nda yaşananlar ve özellikle de Rusya'nın nükleer konulardaki mevcut tavrı hem nükleer silahların yayılmasındaki sorunların çözümsüzlüğüne ek yük getirmekte hem de küresel anlamdaki nükleer silahsızlanmanın daha da çıkmaza girmesi için elverişli bir zemin sağlamaktadır. Sonuçta, bu gidişatın tersine çevrilmemesi halinde yeni Soğuk Savaş'ın eskisinden daha soğuk ve bir o kadar da tehlikeli olmasını bekleyebiliriz.

Tehlike çanlarının çaldığını hemen hemen bütün devletler hissediyor. Bu nedenle bazı konsolide savunma paktları -örneğin NATO- altın günlerini de yaşasa ülkeler körü körüne ABD, Rusya ve Çin'in peşine takılmakta zorlanıyor. Tehditler ve yaptırımlar, pek çok ülkenin sivil amaçlı nükleer enerji ve fosil yakıta ulaşımını etkileyecek gibi görünüyor. Üç devlet kapışacak diye çekilen tüm bu sıkıntı için yeterince ikna edici bir meşrulaştırma aracı yok Washington, Moskova ve Beijing'in elinde. Nitekim kimse kimsenin sadakatinden emin olamaz. BM'de Rusya Federasyonu'nun İnsan Hakları Konseyi'nden çıkarılmasının oylanması sırasında Küba'nın çekimser oy kullandığı bir dünyadan bahsediyoruz. Aynı oylama birçok Latin Amerika ülkesi, çok sayıda Afrika ülkesi ve Körfez ülkeleri de ABD'nin yanında yer almadı. Bu tablonun bize anlattığı bir şey var: Yeni Soğuk Savaşın büyük güç mücadelesinde, Rusya, ABD ve Çin gibi aktörlerin uluslararası sistemin dengesini oluşturan nükleer denge gibi konularda hassasiyet göstermeleri bir zorunluluktur.

[email protected]