SOMA için muhasebe vakti!

Doç. Dr. Selçuk Özdağ/AK Parti Manisa Milletvekili
14.06.2014

Bu tür faciaların bir daha tekrarlanmaması için sorumlulukların yerine tam getirilmesi ve iş süreçlerinin devlet tarafından en iyi şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Yasal zemini gözden geçirmek ve iş planı oluşturmak devletin acil işlerinin başındadır.


SOMA için muhasebe vakti!

Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağında yaşanan facia tüm Türkiye’nin yüreğine ateş düşürdü. “Ateş düştüğü yeri yakar” sözünde olduğu gibi, 301 maden şehidimizin haneleri acıyı en derin biçimiyle hissetse de, Aziz Milletimiz özellikle bu tür acılı günlerde ne kadar bir ve beraber olduğunu bir kez daha gösterdi. Ocakta hiçbir yakını olmasa da ülkenin çeşitli bölgelerden Soma’ya gelen vatandaşlarımız ve hemen ilk anlarda başlatılan yardım kampanyaları milletimizin âlicenaplığını açık biçimde ortaya koydu.

Elim kaza, ayrıca, son on iki yıllık dönem itibariyle devletin hareket ve çözüm kabiliyetinin boyutlarını dost düşman tüm dünyaya gösterdi. Öyle ki, kaza duyulur duyulmaz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın başkanlığında ve bölge milletvekillerinin desteğiyle çok hızlı bir şekilde arama ve kurtarma çalışmalarını başlatan devlet; eşzamanlı olarak Sağlık Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye Taş Kömürü Kurumu, AFAD ve Kızılay gibi birimlerin katılımıyla yaralıların kurtarılması ve cenazelerin çıkarılarak defnedilmesi konusunda, adeta zamanla yarışarak, başarılı bir faaliyet gerçekleştirdi. Ülke genelinde üç günlük yas ilan edildi. Her türlü maddi ve manevi hakların devlet tarafından verileceği taahhüt edildi.

Türkiye büyük bir devlet, Türk milleti köklü bir millettir. Ne kadar istenmese de, tarihsel süreç içerisinde benzeri birçok facia ve afet yaşamış olan milletimiz, devletinin büyük tarihsel deneyimi ve beraber olabilme özelliği sayesinde bu tür olumsuz dönemleri atlatabilmiş ve önüne bakabilmiştir. Kültür, bir bakıma kriz çözebilme yeteneği olarak ta tanımlanmaktadır.

Bununla birlikte, sadece kader algısına sığınmayarak, aklın ve bilimin imkânlarının da kullanılmasının gereğine inanan devletimiz, elbette bu faciadan en üst düzeyde dersler çıkarmayı bilecek ve madenlerimizle ilgili yarının kurgusunu elde edilen müşahhas veriler aracılığıyla yapacaktır.

Hata affedilmeyecek

Öte yandan, iyi bilinmektedir ki, madencilik; doğası gereği içerdiği riskler nedeniyle, ağır ve tehlikeli işler sınıfına giren, -deyim yerindeyse- hata kabul etmeyen, dünyanın en ağır işkollarından biri olup, bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetimi gerektirmektedir.

Ne ki, sektörün büyük tehlikeler ve riskler içeriyor olması, madenlerimizi milletimizin faydasına olacak şekilde işlemekten geri duracağımız anlamına gelmez, gelmemelidir. Zira ülkemiz, dünyada kendi ham madde ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayabilen, maden çeşitliliği ve maden üretimi açısından sayılı ülkelerden biridir. Bu yeraltı zenginliklerimizi en verimli şekilde işleyerek, ülkemizin kalkınması ve gelişmesine katkıda bulunmasını sağlamanın devletin görevleri arasında olduğu da herkesin malûmudur.

Sektörler arasında yüksek katma değer ve istihdam oluşturma kapasitesine sahip olan madencilik, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizin kalkınması noktasında stratejik öneme sahiptir. Madencilik sektörünün önemli bir özelliği, ülkenin en ücra noktalarına dahi ekonomik ve sosyal imkânlar götürülebilmesidir. Bu nedenle sektörün, hem işsizliği önlemede hem de iç göçü dengelemede çok ciddi bir rolü bulunmaktadır.

Dolayısıyla, devlet olarak, madenlerimizi çıkarmaya ve imkânlarını milletimizin yararına kullanmaya devam edeceğiz. Ancak bu faciadan da önemli dersler çıkararak, insana ve çevreye saygılı bir madenciliği yapmanın yollarını araştıracak ve bulacağız. Kısacası, ne madenlerimizden, ne çevreden, ne de insanımızdan vazgeçeceğiz. İnsan odaklı, çevreye saygılı bir madencilik ve madenciliğe saygılı bir çevreciliğin oluşmasını gerçekleştirmek için çaba sarf edeceğiz.

İnanıyorum ki, iş ve işçi güvenliğini arttırıp kazaları önlemek için yapılacak harcamalar, iş kazalarının doğrudan ya da dolaylı maliyetlerinden çok daha aşağı seviyelerde olacaktır. Böylece iş kazalarımız minimize edildiği gibi, ticarî işletmelerin kârlılık kaygısı taşımaları da engellenmiş olacaktır.

Tekrar ifade edilecek olursa, devletimiz bu tür faciaların maddi yaralarını kısa zamanda sarabilecek güce sahip olduğu gibi, Aziz Türk milleti de manevî anlamda facia ve afet mağdurlarına kucak açacak kadar yardımsever ve âlicenaptır.

Ancak devletimizin ve milletimizin bu özellikleri, kat’iyen, yapılması gerekirken yapılmayanları, ihmâlleri ve kusurları görmezden gelmeyi, yok saymayı ve olayın bir bütün olarak yok sayılmasını getirmemelidir, getirmeyecektir.

Nitekim Soma’da yaşadığımız facianın sebepleri en ince ayrıntısına kadar araştırılmaya başlanmıştır. İlk bulgulara göre bu facianın trafo patlamasından değil, kömürün bir şekilde tutuşması ile ortaya çıkan yangından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak, elbette kesin sonuç araştırmaların tamamlanmasıyla ortaya çıkacak ve gerek işletme açısından gerekse denetim mekanizmalarında ihmâli olanlar varsa muhakkak gerekli cezaları alacaklardır.

Soma’daki sorumsuzluk

Bu anlamda devlet, üzerine düşeni elbette, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ve mutlaka şeffaflık anlayışı içerisinde yerine getirecektir. İhmâli ve kusuru olanlar son derece titiz bir şekilde incelenerek gereği yapılacak ve hak ettikleri muameleye maruz bırakılacaklardır. Bu bağlamda, ayrıca, gerektiği ölçüde yeni düzenlemeler yapılacak, mevcut yasal zeminde iyileştirmeler ve yeniden yapılandırmalar yapılacaktır.

Öte yandan, bu facianın oluşması noktasında; işletme sahibi, sektör sendikaları ve denetimle görevli müfettişlerin de aralarında bulunduğu bürokratlar üzerinde önemle durulması gerektiğine inanıyorum. Zira her üç grup da bu facianın meydana gelmesi sürecinde çok büyük sorumluluk sahibidirler.

Facianın meydana geldiği ilk anlardan itibaren, koordinatör konumundaki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ve bölge milletvekillerinin çeşitli ortamlarda sıkça vurguladıkları gibi, genel anlamda madencilik sektörüyle ilgili temel yasal düzenlemelerin yapılmış olduğu akılda tutulacak olursa, sözü edilen üç grubun sahada neler yaptıkları ve yapmaları gerekirken neleri yapmadıkları konusu, üzerinde önemle durulmayı gerektirmektedir.

Öncelikle maden sahibinin yapması gerekenlere bakılacak olursa, birçok alt başlıkta sorumluluğunu yerine getirmediği görülecektir.

Bunlardan belki de birincisi, maden işçilerine gerekli hizmetiçi eğitimin verdirilmemiş olmasıdır. Öyle ki, işçiler ellerindeki gaz maskelerinin mimimal hareketlerle bile ancak 45 dakikalık koruma sağlayacağı bilgisine sahip olmadıkları için, meydana gelen yangını üst yönetime haber vermeksizin söndürmeye çalışmaları nedeniyle, çok fazla efor sarfetmişlerdir. Bu nedenle de maskelerin etki gücü yirmi dakikaya kadar gerilemiştir. Durumu fark ettiklerinde ise, ne yazık ki, iş işten geçmiştir.

Madencilik sektöründe, madenlerdeki yaşam alanlarının kaza anlarındaki önemi iyi bilindiğinden, düzenlediği basın toplantısında sorulan sorulara karşılık olarak, öncelikle, yasal zorunluluk olmadığı gerekçesini ileri süren işletme sahibi, söylediği sözlerin insan vicdanıyla açıklanamayacağını anlamış olmalı ki, hemen oracıkta, sözünü tekzip etmeye kalkmış, ancak, bu kez de, talihsiz bir şekilde, “bu kaza üç dört ay sonra olsaydı, tam şurada yapmayı planladığımız yaşam alanı sayesinde işçilerimiz kurtulacaklardı” diyebilmiştir. Çoktan toprağın soğuk bağrına uğurlanmış olan işçiler için...

İşveren konumundaki işletme sahibinin ihmâl ve kusurlarının bir başka delili ise, genel müdür konumundaki kişinin ifadesiyle sabit olduğu üzere, sorumluluğu kendi üzerinden atmaya çalışmış olmasıdır.

Üretimin hiçbir şekilde durmasını istemeyen işveren, bu nedenle işçilerin vardiya değişimlerini madenin içerisinde yapılmasını zorunlu hale getirmiş, bu nedenle de kaza anında iki vardiyanın da madende bulunmasına yol açmıştır.

Aynı işveren, tamamen kontrolsüz ve disiplinsiz bir iş ortamına bağlı olarak, yetkililerce kendisinden ısrarla istenen madende bulunan işçi sayısını verememiş ve dışarıda olan işçiler üzerinden yapılan hesaplama ile işçi sayısına ulaşılmaya çalışılmıştır.

Bu faciada sorumluluğu bulunan ikinci grup, devlet adına görev yaparak, çalışma şartlarını en ince ayrıntısına kadar denetlemesi, gördüğü aksaklıkları rapor etmesi ve böylelikle, verecekleri bilgilerle olumsuzluklar konusunda ön alınmasına zemin hazırlamaları beklenen müfettişlerdir.

Teftiş işi savsaklanmış

Facia süresinde düzenli aralıklarla teftiş işleminin gerçekleştirilmiş olduğu kâğıt üstünde belli olmakla birlikte, bunun sağlıklı bir şekilde yapılmadığı, faciadan sâlimen kurtulan işçilerin anlatımından ve maden içinde yapılan gözlemlerden anlaşılmaktadır. Bu anlamda, örneğin, işçilerin kendilerine ait olmayan baretleri kullandıkları açık bir şekilde görülmüştür.

Kısacası, facianın yaşandığı maden ocağında gerekli biçimde bir denetleme işlemi yapılmadığı açık bir biçimde anlaşılmaktadır.

Nihayet bu facianın oluşumu noktasında çok büyük sorumluluğu bulunan üçüncü grup ise, demokratik bir ülkede çok önemli işlevleri bulunan sendikalardır.

Sendikalar ne yapıyor?

O sendikalar ki, esas itibariyle; yasama, yürütme ve yargının dışında, bu üç temel erkten bağımsız bir şekilde görev icra edecek olan sivil toplum kuruluşları konumundadırlar. Onlar ki, temsilcisi bulundukları işçilerin/ emekçilerin çıkarlarını gerek devlet ve gerekse işveren nezdinde sonuna kadar savunarak, onların en üst düzeyde maaş ve özlük haklarına sahip olmalarını sağlamakla yükümlüdürler. Yine o sendikalar ki, sadece maddi kazanımlar bazında değil, belki ondan da öncelikli olarak, işçilerin ve emekçilerin çalışma şartlarının uluslararası standartlar seviyesine yükseltilmesinin sağlanması konusunda da çok büyük bir sorumluluğun sahibidirler.

Ne var ki, sorumluklarını yerine getirerek, gerek işletme sahibinin ihmâl, kusur ve eksikliklerini ve gerekse de denetim elemanlarının, yani müfettişlerinin eksik ve yanlış denetimlerini tespit ederek, devletin ilgili birimleriyle paylaşmamışlardır.

Bu noktada, sendikalardan, her yıl, “ille de 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacağız” ısrarlarını madenlerde gördükleri eksiklik ve yanlışları (sorumlusu kim olursa olsun) devletin ilgili makamlarına iletmeleri beklenirken, ne yazık ki, bu sorumluluğu da yerine getirmemişlerdir.

Özetle ifade edilecek olursa, bu tür faciaların bir daha tekrarlanmaması noktasında, burada anılan grupların sorumluluğunu eksiksiz bir şekilde yerine getirmeleri ve bunun kontrolü bağlamında da iş süreçlerinin devlet tarafından en iyi şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Bunun için yasal zemini gözden geçirerek, gerekiyorsa, yeni düzenlemeler yapmak ve sistemi bir bütün olarak yeniden yapılandırılmak da (re-engineering) dâhil olmak üzere, bir iş planının oluşturulması, devletin acilen yapması gereken iş durumundadır. Her kişi ve yetkilinin iş ahlakı yüksek bir davranışı sergilemesi temennisiyle, iş kazasında vefat edenlere rahmet, geride kalanlara sabır diliyorum.

[email protected]