‘Somut örneksiz’ din algısı ve hutbe fırtınası

Prof. Dr. Mahmut Aydın / OMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
27.02.2016

Hıristiyan dünyası, Müslümanların birliğinin çimentosu olan Hz. Peygamber’i, sadece gayri Müslimlerin değil, Müslümanların da gözünde küçük düşürmek suretiyle onu yaşamlarından çekip almaya ve bu şekilde tıpkı diğer dinlerde olduğu gibi ‘somut örneksiz’ bir din algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda “Peygamberlere İman Tevhidin Bir Gereğidir” başlıklı hutbe etrafında sosyal medyada koparılan fırtınaya baktığımızda dehşete düşmemek elde değil.


‘Somut örneksiz’ din algısı ve hutbe fırtınası

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 12 Şubat 2016’da camilerde okunan “Peygamberlere İman Tevhidin Bir Gereğidir” başlıklı hutbe etrafında sosyal medyada koparılan fırtınaya baktığımızda dehşete düşmemek elde değil. Zira şimdiye kadar muhtevası eleştiri konusu yapılabilecek onlarca hutbe camilerde okunmasına rağmen hiçbiri söz konusu hutbe kadar ne eleştiri ne de destek aldı. Çünkü bu zamana kadar hiç kimse okunacak hutbe ile ilgili ön bir kanaatle hatta hutbeye karşı kılıçlarını kuşanarak Cuma namazına gidip hutbe dinlememişti.

Bu yazıda amacımız “Peygamberlere İman Tevhidin Bir Gereğidir” hutbesinin muhtevasını zayıf hatta uydurma rivayet barındırıp barındırmadığını tartışmak değil; bir dinler tarihçisi olarak ‘peygamberlerin dinlerdeki yeri ve konumları’ konusundan hareketle Hz. Peygamber’in Müslüman toplum için önemi konusunda bazı tespitlerde bulunmaktır. Ancak bundan önce, son dönemde ülke gündeminde yoğun olarak tartışma konusu yapılan ‘Kur’an İslamı’, ‘indirilen din” ve ‘uydurulan din’ söylemleriyle ilgili şu tespiti yapmak istiyoruz. İslam dini dediğimizde bugün sadece Hz. Peygamber’e gelen vahyi değil, söz konusu vahye başta Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlar olmak üzere bu vahyi benimseyerek Müslüman adını alan toplulukların tarihsel süreçte verdikleri yanıtların toplamını ifade eden geleneği anlıyoruz. Yani İslam dini, vahiy yani ‘Kur’an’, Hz. Peygamber yani ‘sünnet’ ve günümüze kadar gelen yaşanmışlık ve tecrübeyi ifade eden ‘gelenek’ten müteşekkil bir bütündür. Bunlardan yalnız biri esas alınıp diğerleri dışlanırsa buna bugün içinde bulunduğumuz İslam dememiz mümkün görünmemektedir.

İndirilen-uydurulan din

Bu noktadan hareketle “İndirilen ve uydurulan din” söylemlerine baktığımızda doğrusu bu kavramlar çerçevesinde ne yapılmaya çalışıldığını anlamakta güçlük çekiyoruz. Çünkü söz konusu kavramları icat edenlerin ‘indirilen din’ ile vahyi yani Kur’an’ı, ‘uydurulan din’ ile de vahyin ve onun tebliğcisi olan Hz. Peygamber’in sünneti etrafında tarihsel süreçte gelişen ‘geleneği’ kastettiklerini düşünüyoruz. Eğer böyleyse bu kardeşlerimize şu soruyu sormak istiyoruz: Diyelim ki ‘uydurulan din’ bağlamında vahiyle ilgili yapılan yorumlar ve tarihsel süreçteki yorumları içine alan geleneği bir kenara bıraktık ve sizin ifadenizle ‘indirilen dine’ döndük, peki bu dönüşten sonra vahiy veya Kur’an bağlamında yapılacak olan yorumlar ve yaşanacak tecrübeler de bir müddet sonra kendi ifadenizle ‘uydurulan dine’ dönüşmeyecek mi? Bu kısır döngüyü nasıl aşmayı düşünüyorsunuz doğrusu merak ediyoruz. Bu olgusal gerçeklikten dolayı ürettiğimiz kavramların alımlı veya gündem belirleyici olup olmamasına değil, neye tekabül ettiğine ve tutarlılığına bakmamız, iddialarımızın ayaklarının yere basması, yani sağlamlığı için olmazsa olmazdır.

Muhtevayı kimse önemsemiyor

Hutbe bağlamında bu açıklamayı yapmamızın nedeni yürütülen tartışmanın maalesef bu eksende ilerlemesidir. Yani kimse hutbenin muhtevasını eleştirip aslında şöyle bir hutbe olsaydı daha iyi olurdu demiyor. İfade edilen temel husus, bu hutbe ‘Emevi İslam’ının’ bir yansımasıdır ve amacı da zayıf veya uydurma rivayetler üzerinden “Bize Kur’an yeter” diyenleri dövmektir. Yukarıda da dediğimiz gibi hutbenin muhtevasını tartışmak amacımız olmadığından bu argümanın haklılığı veya haksızlığı konusuna burada girmiyoruz. Vurgulamak istediğimiz temel husus taraftarlarının inançları ve yaşamlarıyla ilgili bize Kur’an’da ciddi hatırlatmalarda bulunulan Yahudiler ve Hıristiyanlar ekseninde Hz. Peygamber’i ve sünnetini bir kenara bıraktığımızda başımıza ne gelebileceği noktasında bazı tespitlerde bulunmaktır.

Yüce Kitabımız Kur’an’a baktığımızda Yahudilerin peygamberlerine sadece isyan ederek değil, aynı zamanda öldürmeye teşebbüs ederek hatta öldürerek hayatlarının dışına attıklarını görmekteyiz. Aynı şekilde Hıristiyanların da Hz. İsa’yı aşırı yücelterek tanrısal bir konuma yükseltmek suretiyle ‘hayatı örnek alınacak yani kendileri için rol model olacak’ peygambersiz bir din algısı ürettiklerini görmekteyiz. Haddizatında İslam dini hariç diğer tüm dinlerde de durum aynıdır. Yani İslam’ın dışında hiçbir dini gelenekte hayatı ortada olan ve kendinden sonra taraftarlarının dini yaşamlarını onun örnekliği etrafında bina ettikleri başka bir din söz konusu değildir. Gelin bu noktada şu soruyu kendimize soralım: İslam vahyinin pratik hayattaki tezahürü ve Müslümanlar için ‘üsve-i hasene’ olan Hz. Muhammed’in, tarihsel süreçte ilk önce müşrikler daha sonra da başta Hıristiyanlar olmak üzere gayri Müslimler tarafından eşine az rastlanır iftira ve yakıştırmalarla karşı karşıya kalması acaba hangi zihniyetin ürünüdür? Yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar Hz. Muhammed’i sapkın, şehvet düşkünü ve sahte peygamber gibi en kötü vasıf ve sıfatlarla tasvir eden Hıristiyan dünyanın temel amacı, onun gerçek bir peygamber olmadığını ispat etmekti. Çünkü Hıristiyan dünyaya göre eğer Hz. Muhammed’in gerçek bir peygamber olmadığını ispatlayabilselerdi bu durumda Kur’an-ı Kerim de Allah’ın vahyi olmayacaktı. Dolayısıyla Hz. Muhammed, peygamber ve Kur’an da vahiy değilse o zaman İslam diye bir din de söz konusu olmayacaktı. Ancak Hz. Muhammed’in gerçek bir peygamber olmadığını bir türlü ispatlayamayan Batı dünyası, son dönemlerde ise Hz. Muhammed’in imajını söz ve ifadelerle değil, çoğunlukla kişiyi hicvetme, küçük düşürme ve onunla alay etme vasıtası olarak kullanılan karikatürlerle tahrip etme yoluna gitmektedir. Kanaatimizce Hz. Muhammed’in gerçek bir peygamber olmadığını ispat edemediklerinden İslam dinini bertaraf edemeyen Hıristiyan dünyası bu sefer de Kur’an vahyinin uygulayıcısı ve hayatı Müslümanlar için en güzel örnek olması hasebiyle Müslümanların birliğinin ve dirliğinin çimentosu olan Hz. Peygamber’i, sadece gayri Müslimlerin değil, Müslümanların da gözünde küçük düşürmek suretiyle onu Müslümanların yaşamlarından çekip almaya ve bu şekilde tıpkı Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinlerde olduğu gibi somut örneksiz bir din algısı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ünlü reformcu Martin Luther’in ‘sadece kutsal kitap’ anlayışı doğrultusunda teşekkül eden Protestanlığa bakıldığında ne demek istediğimiz açıkça görülecektir. Bilindiği üzere ‘sadece kutsal kitap’ düşüncesiyle Papalığın ve Hıristiyan geleneğinin otoritesinin yerle bir edilmesi üzerine kutsal kitap algılarının farklı olması hasebiyle Protestan dünyada inanç ve ritüeller konusunda bazen birbirleriyle tezat teşkil eden binlerce kilise ve cemaat ortaya çıkmış ve çıkmaya da devam etmektedir. Dolayısıyla eğer Hıristiyan dünya, yayımladıkları karikatürlerle Hz. Peygamber’i Müslümanların gözünde baş terörist ve şehvet düşkünü olarak gösterip onun sünnetini yani örnekliğini, hayatlarından çekip alabilirlerse o zaman -El-Kaide, Işid (DAEŞ), El-Nusra ve Boko Haram örneklerinde olduğu gibi- birbiriyle uzlaştırılması mümkün olmayan hatta tezat teşkil eden farklı İslam algıları ve gruplarının ortaya çıkmasına yol açıp Müslüman dünyayı bölüp parçalayacaklarını düşünmektedirler.

Fikir özgürlüğü asparagası

Hıristiyan dünyasının fikir özgürlüğü asparagası çerçevesinde olanca gücüyle İslam peygamberine saldırdığı günümüz dünyasında Müslümanlar olarak İslam vahyinin uygulayıcısı ve pratik yaşamdaki somut göstergesi ve ümmetin birliğinin çimentosu olan Hz. Muhammed’in örnekliğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu bilincinde olmamız gerekmektedir. Bu bilince sahip olmak için de öncelikle ümmeti bölecek ‘Kur’an İslam’ı’, ‘indirilen din’, ‘uydurulan din’ gibi söylemleri, geleneği kutsallaştırmayı ve ‘ehli sünnetçilik’ yaparak birbirimizi kategorize etmeyi ivedilikle bir kenara bırakmamız lazım gerekmektedir. İkinci olarak da din konusunda farklı fikir ve kanaatlere sahip kardeşlerimizin kendi din algılarını yegane hakikat olarak ilan edip mutlaklaştırmadan diğer fikir ve düşüncelere de açık olmaları lazım gelmektedir. Eğer böyle bir tutum içinde olursak yaptığımız eleştiriler yapıcı olur ve eleştiri yapanlarla yapılanlar arasında karşılıklı bir öğrenme süreci başlar.  Diyanet’in 12 Şubat tarihli hutbesinin bu yazıda ifade edilen hususlar bağlamında ele alınması ve muhtevasının değerlendirilmesi hepimizin hayrına olacaktır.

İnsani yardımla taraftar devşirme

Son olarak şu noktanın da altını çizmek istiyoruz. Son aylarda bazı kesimler tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’na yönelik kapsamlı bir saldırının söz konusu olduğu bir vakıadır. Hatta Batı basınında da Diyanet’in eleştiri konusu yapıldığı görülmektedir. Burada Diyanet konusunun detayına girmeden şu tespiti yapmak istiyoruz: Hıristiyan misyon teşkilatlarının ve paralel devlet yapılanması içinde olan grupların/cemaatlerin ağırlıklı olarak insani yardım üzerinden kitlelere ulaşarak taraftar devşirme yoluna gittikleri bilinen bir vakıadır. Bilindiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, son yıllarda ülkemizdeki ve Müslüman dünyadaki etkinliğini artırması yanında dünyanın dört bir köşesinde yürüttüğü insani yardım faaliyetleri, düzenlediği Latin Amerika Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi, Asya Pasifik Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi, Afrika Kıtası Müslüman Ülke ve Toplulukları Dini Liderler Zirvesi gibi etkinliklerle dini ve insani yardım alanında küresel bir aktör olma yolunda hızla ilerlemektedir. Dolayısıyla hem söz konusu hutbe hem de daha önce gündeme gelen bazı olumsuzluklar bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı eleştiri konusu yapılırken bu hususun da dikkate alınmasının faydalı olacağını düşünüyoruz.

[email protected]