Son genel seçimler ve nefret ittifakı

İsmail Özcan / Eğitimci/Yazar
25.07.2015

Kürt siyasal hareketinin meşru temsilcisi olduğu iddiasındaki HDP’nin, çok hassasiyet gösterdiği, itiraz ettiği, isyan ettiği KCK tutuklamalarında, yargılamalarında ve mahkûmiyetlerinde Cemaat’in rolü açık seçik belgelenmişken seçim öncesi bu yapıyla temasları ve iktidar aleyhine örtülü bir koalisyon oluşturmaları, ciddiyetin, dürüstlüğün ve tutarlılığın dibe vurduğunun resmidir.


Son genel seçimler ve nefret ittifakı

Ben son yıllardaki Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi büyük davalara baktığımda bir ortak payda görüyorum. Ahmet Şık’ın ‘Dokunan yanar’ sözünün hayata geçmiş hali bu davalar. Gülen cemaatinin kendisine tehlike ya da engel gördüğü kişi ya da kurumları tasfiye operasyonu. Tüm bu davalarda tekrar eden bir olay örgüsü, hep aynı kurgu var. En önemlisi hepsinin dijital delillerin üstüne kurulmuş olmaları. Tüm bu davaları aynı hâkim ve savcıların yürütmesi ve davanın sürükleyici aktörlerinden birinin medya olması. Yani cemaatin yayın organları. Şafak baskınları yapılır, ardından bu yayın organlarında, basılan mekânlarda neler neler bulunduğu yazılır. Üstünden zaman geçer orada yazılan delillerin birçoğu yoktur. Kim bu davalarla ilgili soru sormaya kalkarsa onunla ilgili haysiyet suikastleri başlar. Kim yapar bu suikastleri? Gülen cemaatinin gazetecileri, yazarları. İki yıl kadar önce Washington’da Ergenekon ile ilgili bir konferans verecektim. Kongre binasında bunun için bir oda kiralanmıştı. Cemaatten kişiler araya girip o odanın kiralanmasını engellemeye çalıştılar. Demek istediğim birebir takip edip, birebir hedef alırlar. 17 Aralık operasyonunda da tüm bu saydığım özellikler vardı.” 

Bu pasajı ABD’li gazeteci Gareth Jenkins’in Ezgi Başaran’a verdiği ve 02.06.2014 tarihli Radikal’de yayımlanan röportajdan aldım. ABD’li gazetecinin tam zamanında gördüğü bu açık seçik Cemaat gerçeğini; Cemaat aleyhine ortaya çıkan sayısız belge ve bilgiyle de desteklenmesine rağmen Türkiye’nin muhalefet partileri ile laik, solcu, liberal aydınları, yazarları, akademisyenleri göremiyor. Bunlardan bazıları da Cemaat medyasında bir köşe kapma ya da kaptıkları köşeleri kaybetmeme ve himmet paralarından bir şekilde nemalanma çabası gösteriyorlar. Bununla da yetinmeyip 13 yıldan beri 9-10 defa art arda sandıktan çıkmış olmak gibi evrensel meşruiyeti bulunan bir iktidarı destekleyen yazarları, “yandaş”, “yalaka” olmakla suçluyorlar. Adı geçen kesimlerin bilhassa 7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde Cemaat karşısındaki ikiyüzlü tutumları; Cemaat goygoycusu, Cemaat amigosu gibi davranmaları hiçbir ilkeyle, omurgalı duruşla örtüşmüyor, bağdaşmıyor.

HDP ve Cemaat

Sıkı sıkıya bağlanılan ideolojiler, uğrunda ölüm yeminleri edilen değerler, ilkeler, idealler hiçbir dönemde muhalif partiler, bireysel olarak laikler/solcular tarafından bugün olduğu kadar konjonktürel çıkarlara, pragmatist politikalara feda edilmedi. Tutarlılıktan hiçbir dönemde bu kadar uzaklaşılmadı.

Kürt siyasal hareketinin meşru temsilcisi olduğu iddiasındaki HDP’nin, çok hassasiyet gösterdiği, itiraz ettiği, isyan ettiği KCK tutuklamalarında, yargılamalarında ve mahkûmiyetlerinde Cemaat’in rolü açık seçik belgelenmişken seçim öncesi bu yapıyla temasları ve iktidar aleyhine örtülü bir koalisyon oluşturmaları, ciddiyetin, dürüstlüğün ve tutarlılığın dibe vurduğunun resmidir. Son Suruç katliamı ve Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesi ve akabinde gelişen olaylar ve ortaya çıkan PKK ile Cemaatin devlet içindeki uzantılarının bağlantıları, ne kadar derin bir işbirliği yapıldığının ispatıdır.

Bu Cemaat bugün yurt içinde ve dışında Türkiye aleyhtarı her türlü şer odağıyla bağlantı halindedir. Uluslararası ilişkiler uzmanı Tarbjon Knutsen’in çok iyi tespit ettiği “Büyük devletlerin Türkiye politikası, kurudukça sulanan, uzadıkça budanan bir ağaç politikasıdır” gerçeğinin hizmetinde bir rolü yerine getirmektedir. Tarihimizde hiçbir yapı, örgüt, hatta herhangi bir şer odağı, bu Cemaat kadar Türkiye aleyhtarı politikaların aleti olmamıştır.

Sıradan bir STK olmanın ötesinde hiçbir siyasal meşruiyeti olmayan, ama kuruluşundan itibaren gizlice, son birkaç yıldır açıktan militan bir siyasi parti gibi faaliyetler içinde bulunan Cemaat, gerek Türk gerekse dünya tarihinde benzerleri görülen maskeli ihanet şebekelerinin en tehlikelisi olma vasfını tereddütsüz bir şekilde hak etmektedir. Günümüz Türkiye’sinin en ironik gerçeği ise böyle bir şer odağının birçok kimseye kendini hâlâ bir hizmet hareketi olarak yutturabilmesidir. Şayet bu Cemaat kendisini kamuoyuna takdim ettiği gibi gerçekten dini amaçlı bir hizmet hareketi olsaydı, kamuoyunca çok iyi tanınan en değerli, en liyakatli mensupları onun dinle imanla alakası kalmadığı gerekçesiyle ondan ayrılıp karşısına geçerler miydi? Bunu çok iyi düşünmek gerekir.

Gaye ve vasıta

Niyeti kötü, amacı kötü, yabancıların kullandığı, vatana ihanet içinde olduğu şüphe götürmeyen bir yapının, ABD’nin izniyle ve onun emrine amade olarak başka ülkelerde açtığı okulları; Robert Kolejlere, Saint Josephelere benzetmek; açıldığı ülkelerde adı geçen okulların rollerini yerine getireceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır.

Bu Cemaat, dünyadaki ihanet şebekelerinin belki de en sihirbazıdır. Çünkü bütün sahtekârlıkları, riyakârlıkları deşifre olmasına rağmen çevresinde hâlâ inananlar, güvenenler bulunabiliyor ve meşru devlete direnmeye devam edebiliyor. Bu Cemaatin kendi emelleri uğruna iktidar gücü elde etmek ve bu gücü elinde tutmak için başvurabileceği yalanların, iftiraların, hilelerin, tuzakların, şantajların sınırı yoktur. Her türlü manipülasyon ve provokasyonda uzmandır. Hedefine ulaşmak için meşru ve mubah görmeyeceği hiçbir sahtekârlık söz konusu değildir. Eğer Makyavel bu Cemaatten sonra yaşasaydı, eline su dökemeyeceği örgütler olduğunu görür, kendisinin cahilliğine şaşırır, “politikada gaye vasıtayı mubah kılar”ın felsefesini yapan Hükümdar’ı yeni baştan yazardı.

En küçüğünden en büyüğüne cemaatçi bürokratlar, bu devlerin kendilerine tanıdığı her türlü yetki ve imkânı vatan ve milletin çıkarları için değil, Cemaatin çıkarları için kullanmışlardır. Bu bürokratlar nasıl hipnotize edilmişlerdir ki içlerinden bir tanesi bile yaptıkları ihanete ülke çıkarları adına baş kaldırmamış, isyan etmemiştir. 20. yüzyılın en esrarlı örgütü Opus Dei dahi gizliliği bunlar kadar becerememiştir. Hiçbir acabaya, tereddüde mahal bırakmayacak kanıtlarla bu ihanetler belgelenmiş olmasına rağmen sırf iktidara muhalefet adına bunların savunulması veya kendilerine arka çıkılması aynı çapta bir ihanettir. İktidar da cemaat da geçicicidir, ama ülke ve millet kalıcıdır.

Dine, dini örgütlenmelere ve cemaatlere en masum ve meşru halleriyle bile her zaman karşı çıkmış, en azından mesafeli olmuş; hele Fefhullah’a ve Cemaatine daima laiklik ve Cumhuriyet düşmanı, şeriat devletçisi olarak bakmış olan laiklerin ve solcuların ve bilhassa onların aydınlarının bugün Fethullah’a ve cemaatine gösterdiği şekilde bir himayeyi, sahiplenmeyi dürüstlükle, tutarlılıkla, ilkelilikle izah etmek mümkün değildir.

Laikler, solcular, liberaller, bilumum muhalefet partileri; hiçbir dönemde bugünkü kadar ikiyüzlü, ilkesiz, tutarsız olmamıştı. Bunların içinden zor zamanlarda, ihtilal dönemlerinde bile inandıkları doğruları savunanlar çıkardı. Bugün yaşanan ise, iki uzlaşmaz kesimin (laikler, solcular, muhalefet partileriyle Cemaatin) AK Parti ve Tayyip Erdoğan muhalefetinde, daha da doğrusu düşmanlığında bir ittifak, bir koalisyon oluşturmuş olmasıdır.

Bu tam anlamıyla bir “Düşmanımın düşmanı dostumdur” pragmatizmi, daha da ötesi “düşmanımın düşmanı şeytan bile olsa onunla da işbirliği yaparım” oportünizmidir. Ahmet Taşgetiren’in dediği gibi AK Parti ve Tayyip Erdoğan’a karşı “nefret ittifakı”dır.