Sorunu iyimserlik çözer!

Medaim Yanık / Psikiyatr
9.03.2013

Gerçek çözüm ancak duyguların da onarılabildiği durumlarda oluşur. Duyguların kabul etmediği bir strateji uzun vadede işlemez. Ancak iyimserler, uzun ve zor sorunların çözümünü mümkün kılabilirler.


Sorunu iyimserlik çözer!

Bir çatışmayı sürdüren ve sonlandırabilen iki temel unsur vardır. Bunlardan birincisi yapısal, ikincisi ise psikolojik faktörlerdir. Yapısal faktörler; iki taraf arasındaki siyasal, ekonomik, hukuksal sorunları ve bunların çözülmüş halini gösterir. Sadece yapısal sorunları çözmekkalıcı ve gerçek barışı sağlamaz. Hem yapısal hem de psikolojik faktörlerin iyileşmesi gerekir. Üstelik, psikolojik faktörlerin düzeltilmesi yapısal faktörlerin düzeltilmesinden daha zordur.

Çözüm süreçleri duygularla oldukça ilişkilidir. Çözümün rasyonel olduğu durumlarda dahi aktörlerin veya kitlelerin duyguları, çözüm sürecini baltalayabilir. Gerçek çözüm ancak duyguların da onarılabildiği durumlarda oluşur. Duyguların kabul etmediği bir strateji uzun vadede işlemez.

Ayrıca, elitler düzeyindeki anlaşma, toplumda kökleşmiş olumsuz duyguları çözmez. Toplum düzeyinde desteklenmeyen çözüm süreci kolaylıkla bozulur. Kürt sorunu dediğimiz şeyin artık toplumsal boyutu var. Hem geniş Türk kitlelerinin, hem de geniş Kürt kitlelerinin çözüm sürecini aktif desteklemediği durumda, çözüm süreci zora girer. Çözüm sürecinde halkın psikolojik yaşantılarını anlamaya çalışmak, onların duygularını sukunete kavuşturacak söz ve eylemlerde bulunmak gerekir.

Çözüm sürecinde dikkate alınması gereken duygular; “kendini kurban görme”, “öfke”, “intikam duyguları”,”affedebilme”, “güven/güvensizlik”, “umut/umutsuzluk” şeklindedir.

Kendini kurban görme, bir kişinin veya grubun kendini haksızlığa ve zülme uğramış hissetmesidir. Kurban edildiğini düşünen kişi veya grup, karşısındakini zalim olarak görür. Kendisi mutlak haklı, karşı taraf mutlak haksızdır. Bu hal, karşı tarafa empati beslemeyi imkansız kılar. Affetmeyi, barış yapmayı, çözüm üretmeyi ise zorlaştırır.

Duyguları ikna etmek

“Masum kurban olma” durumu gerçek hayatta gerçekten de olabilir. Örneğin çocuklara karşı cinsel arzusu olan sapkın bir kişi, bir çocuğa cinsel taciz veya tecavüzde bulunabilir. Bu hal tipik bir mazlum ve zalim durumudur.

Gerçek hayatta çoğu zaman, tam kusurluluk ve kusursuzluk hali yoktur. Örneğin birbiriyle geçimsiz ve kavga eden çiftlerde, çoğunlukla haklı haksızı bulmak zordur. İki tarafta birbirini tetikleyerek, çatışma yaşarlar. Bu sebeple de evlilik terapistleri, ilişkinin hastalandığını söyleyip, haklı ve haksız taraf aramazlar.

Hem Kürt silahlı hareketi hem de siyasal eliti kendilerini masum kurban, devleti ise mutlak zalim görme eğiliminde. Aynı bakış açısı, uzun süre devlet elitinde ve Türk milliyetçilerinde de görüldü. Son dönemde devlet elitleri yapılan tarihsel hatalara vurgu yapılarak, bu hataları gidermeye çalıştıklarını söylemeye başladılar. Bu sebeple devlet elitleri, kendilerinin mutlak masum olduğu pozisyonunu gözden geçirip, devletin hatalar yaptığını kabullenir hale geldiler.

Kürt silahlı hareketi ise, kendilerinin mutlak masum olduğu pozisyonunda ısrar ediyor. Çatışma sürecinde dahi hata ve günahlar işlediklerini kabul etmeme eğilimindeler. Bu “mutlak masum pozisyonu” çözüm sürecine eşlik etmeyi zorlaştırdığı gibi, bu süreçte zarar gören insanların hallerini anlamamaya da sebep oluyor. Örneğin Türkiye’de yaşayan geniş halk kitlelerinin kendilerine karşı neden bu kadar olumsuz duygular hissettiklerini de anlayamıyorlar.
Kürt sorunu dediğimiz şeyin tarihsel sürecinde devlet politikalarının sorumlu olduğu söylenebilirse de, son 30 yıllık çatışma sürecinde “mutlak zalim, mutlak mazlum ilişkisi” yoktur.

Hem devlet elitleri, hem ‘Kürt siyasal hareketi’ni yönetenler karşılıklı günahlar işlemişlerdir. “Kendini mutlak mazlum, diğer tarafı mutlak zalim görme pozisyonu” hem gerçek değildir hem de çözüm sürecine engeldir.

Süreci öfkeden korumak da cok önemlidir. Öfke normalde uyum sağlamaya yarayan bir duygudur. Bizi mücadeleye hazır hale getirir. Kendimizi savunmamızı kolaylaştırır. Fakat öfke uygunsuz, aşırı, uzun süreli, kontrolsüz ise kişiye zarar verir. Uzun sureli çatışma halinin devam ettiği durumlarda, çatışmalardan en fazla zarar gören kişilerde daha fazla olmakla birlikte, hemen herkeste öfke duygusu oluşur. Bu öfke genellikle karşıt olarak tanımlanan gruba yöneliktir.
Kürt sorunu dediğimiz süreçte hem çatışan elitlerde hem de geniş halk kitlelerinde, karşı tarafa öfke oluşmuştur. Bu öfke, kendisini kurban görme ve intikam duygusu ile birleşerek, karşılıklı acımasız şiddete kapı açmıştır. Çatışma döneminde, çatışan taraflar halkın öfkeli hale gelmesini ve bu öfkeyi mücadele için kullanmak isteyebilirler. Ancak çözüm aşamasına gelindiğinde, kitlelerde öfke oluşmasına sebep olacak eylemlerden kaçınmaları gerekir. “İntikam alma” oldukça güçlü insan duygularından biri. İntikam alma duygusununun kendisini sardığı bir birey, akli muhakemesi duyguların yoğunluğu tarafından esir alınır. İntikam için yapacağı eylemin sonuçlarını, getirisini ve götürüsünü hesaplamaz hale gelir. Kendisi intikam aldığında, karşıdaki tarafın da bu hale geleceğini, onun da intikam almak için mücadele edeceğini, kendisinin daha fazla zarar göreceğini düşünmez. Çözüm sürecinin başarısı için hem elitlerde hem de geniş halk kitlelerinde intikam duygusunun kontrolü gerekir. İntikam ateşini azaltabilecek ilk şey şiddetin durmasıdır.
Travmaya maruz kalmış bireyler tam iyileşme için, travmayı yapan kişileri affedebilir hale gelmeleri gerektiğini biliyoruz. Uzun sureli silahlı çatışmaların olduğu, kanın döküldüğü, hafızlarda acı veren olayların anılarının olduğu durumlarda, toplumsal uzlaşma için de affetmek gereklidir. Affetmek, unutmak demek değildir. Kin beslemeye son vermektir. Artık hınç ve öfke duymamaktır. İntikam almaktan vazgeçmektir. Geçmişte yapılan yanlışların, içtenlikle ifade edilmesi de affetmeyi daha mümkün kılar. Geçmişe ve olup bitenlere takılıp kalmak, ne kadar problemse geçmişte olup bitenlerin acısını görmemek de o kadar problemdir. İyileşme için geçmişte yapılan karşılıklı yanlışların ifadesi gereklidir.

Affetmek unutmak değildir

Güven duymanın veya duymamanın önemi psikiyatri / psikoloji literatüründeki önemi uzun süredir bilinir. Psikoterapi sürecinde “danışan” ile “psikoterapist” arasında güven ilişkisi olmadığında, gerçek bir işbirliği oluşmaz. Yine, evlilik terapilerinde eşler arasında karşılıklı güven kaybolduğunda, ilişkinin samimiyet ve içtenliğinin bozulduğunu da biliyoruz. İnsan ilişkilerinde karşılıklı güven oluştuğunda eş zamanlı çok sayıda pozitif duygu beraberinde oluşur. Aynı şekilde güvensizlik oluştuğunda da çok sayıda negatif duygu oluşur. Uzun sureli bir çatışma ortamında, çatışan taraflar arasında güven kaybolur, karşılıklı derin bir güvensizlik oluşur. Taraflar birbirlerini kalıcı düşman haline gelir. Şartlar değişir, çatışmanın son bulması iki taraf için de istenen bir durum olduğunda dahi, karşılıklı güvensizlikten dolayı, uzlaşma yapmak zorlaşır. Çünkü taraflar birbirlerine kötü niyet atfeder. Karşı tarafın, söyledikleri ile gerçekte yapmak istedikleri arasında fark olduğunu düşünürler. Karşıdakilerini samimi bulmazlar. Uzlaşma için gerekli adımları atmaktan korkar hale gelirler. Güvensizlik uzlaşma sürecini tıkayan temel duygu haline gelir. Kürt sorunu dediğimiz sorunun çözüm sürecinde aktörler arasında derin bir güvensizlik olduğu açık. Kürt silahlı hareketini yönetenler, devletin silahlarını ellerinden alıp, kendi bildiğini yapacağından, demokratik haklardan vazgeçeceğinden, isyanı bastırıp eski halde devam etmek istediğinden korkuyorlar. Uzlaşma sürecine gidilirken, içlerinden bazıları bu korkuyu alevlendirerek, çözüme kolaylıkla engel olabiliyorlar.

Devlet tarafı da PKK’nın gizli ajandası olduğunu, ayrı bir devlet kurmak istediğini, şimdilik bir çözüme razı olsalar bile fırsat bulduklarında, silahlı şiddete devam edeceklerinden, devlet arayışına gireceklerinden korkuyor. Bu karşılıklı güvensizlik hali beklenen bir haldir. Çözüm sürecinde, şiddeti bitiren Kuzey İrlanda ve Bask sorununda da benzer güvensizlik hali tanımlanmıştır. Kürt sorununun çözüm sürecinde güven-güvensizlik ikilemi devam edecektir. Taraflar bu açıdan birbirlerini sürekli gözden geçireceklerdir. İlk yapılması gereken, “güvensizlik siyaseti” inşa etmemektir. Güvensizlik gerekçesiyle çözüm sürecinden kaçınmak büyük bir yanlış olur. Çözümsüzlük kısırdöngüsü oluşturur. Güvensizlik duygusu anlaşılabilir ama bunun kalıcı ve değişmez bir pozisyon haline getirilmesi meşru karşılanamaz. Korkulara rağmen çözüm süreci içinde olmak tek yoldur. Güven duyguları ancak çözüm sürecinde tamamlanabilir.

Bireysel psikolojide umut; acı veren bir durumdan, hastalıktan, dertten kurtulabilmek için önemlidir. Örneğin grup psikoterapilerinin önde gelen kişilerinden biri olan Irvin Yalom, umut aşılamanın evrensel iyileştirici bir faktör olduğunu söyler. Umutsuzluk hali ise iyileşme veya düzelmenin önünde engeldir. Umutsuz bir kişi aynı zamanda değişimin olmayacağına, daha iyi bir hale gelinmeyeceğine yönelik sabit inançlar da taşır. Bu haldeki kişiler sorunları çözme gayreti yerine, sabit kalma ve bekleme eğiliminde olabilirler.

Kürt sorunu gibi; uzun süren, şiddetin olduğu, karmaşık hale gelmiş sorunların çözümü için kitleler genellikle umutsuz olurlar. Bu tür problemlerin yönetilebilir hale gelmesi on yılları alır. Bu süreçte de çözüm için iniş ve çıkışlar olur. Kitleler defalarca umut ve umutsuzluk arasında gidip gelmişlerdir. Bazen aşırı bir umut ve beklenti içine girip, bu sefer olacak demişler, sonra da olmadığını görünce yeni bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Kitleler, bir nevi öğrenilmiş çaresizlik gibi, umutsuzluğu öğrenmişlerdir.

Çözüm süreci için, sorunun çözülebileceğine yönelik umutların devam etmesi ise elzemdir. Ancak iyimserler, uzun ve zor sorunların çözümünü mümkün kılabilirler.

[email protected]