Sosyal medyada henüz reşit olamadık

M. MÜCAHİT KÜÇÜKYILMAZ / Yazar
16.02.2013

Bizim için çok cazip ve yeni olan bu medya türünün karşısında, bireyler olarak biz de yeniyiz. Bir bakıma ona karşı henüz reşit değiliz. Bu yüzden Youtube ve Google ile ilgili sorunlarda görüldüğü gibi, hukukun bazı müdahaleleri gayri tabii karşılanıyor, sansür tartışmalarını beraberinde getiriyor.


Sosyal medyada  henüz reşit olamadık


Bugün gazeteciliğin ontolojik dönüşümüne şahitlik ediyoruz. Hatta iletişim kavramı altında ve etrafında kümelenen bütün yapı, olgu ve sözcüklerin hızla değiştiği bir dönemdeyiz. Haber, muhabir, haber değeri, dil, gerçeklik ve etik kavramlarına yepyeni anlamlar yüklüyor, medyadan söz ederken onu klasik-konvansiyonel-geleneksel veya yeni-sosyal-dijital-alternatif gibi sıfatlarla ikiye ayırarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla iletişim ortamının yaşadığı köklü değişimi, yeni mecraların farklı yapısıyla yakından bağlantılı görmek gerekiyor. Sosyal medyada her şeyden önce yeni bir iletişim dili ve kimlik inşa ediliyor. Teknolojik ilerlemeye bağımlılığı nedeniyle takibi neredeyse imkânsız olan bu yeni dil, bireylerin hem üretim hem de tüketim kaynağı haline gelmesiyle çoğulcu, ama denetlenemez ve öngörülemez bir mecrada vücut buldu. Böylece televizyon, gazete gibi “kitle iletim” araçlarından “çok etkileşimli bireysel iletişim” araçlarına geçtiğimizi fark ettik. Yeni ortaya çıkan durumların insanın ahlakı, sahiciliği ve fıtratı üzerindeki etkilerini hemen tespit etmek mümkün değil. Ancak şunu biliyoruz; herhangi bir aracın kendisi bizatihi iyi ya da kötü değildir. Beşeri unsurun tavrı, eşyanın işlevini belirler. Mesela, insanı mağdur eden televizyon veya internet değildir; kötü televizyonculuk ya da kötü internet kullanımıdır.



Öyleyse, bizim için çok cazip ve yeni olan bu medya türünün karşısında, bireyler olarak biz de yeniyiz, bir bakıma ona karşı henüz reşit değiliz. Yani etkiye tamamen açık durumdayız, zira bu alana özgü hukuk henüz oluşmadı. Dolayısıyla hukuki yaptırım ve denetim mekanizmalarının düzenli işlemediği sosyal medya konusunda, şu an sadece etik devrede; onun da cezai yaptırım ve idari denetim yapma imkânı bulunmuyor. Zaten o yüzden Youtube ve Google ile ilgili sorunlarda görüldüğü gibi, hukukun bazı müdahaleleri gayri tabii karşılanıyor, sansür tartışmalarını beraberinde getiriyor. Hem sosyal medya, hem de bu alana ilişkin hukuk konusunda yeterli uzmanlaşma henüz oluşmadığı için, toplum, herhangi bir aracı olmadan doğrudan yeni araçlar ve ortamlarla yüzleşiyor. Bu süreç de doğal olarak toplumsal, siyasal ve hukuki açıdan sancılı bir şekilde akıyor.


Bilişim ve internet hukuku



Elbette, toplumların bu yeni durum karşısında aldığı tavır bu ilişkinin geleceğinde belirleyici olacak; ancak bununla birlikte toplumu temsil eden siyasetin de işe girişmesi, yasama gücünün gerekli adımları atması beklenir. İşte bu beklentiyi gerçekleştirecek bir ön çaba olan rapor, Mecliste bu dönem kurulan Bilişim ve İnternet Komisyonu tarafından hazırlandı. Epey hacimli olan rapor, her şeyden önce bilişim alanı ile toplumsal yaşam arasındaki dengeyi kurmaya dönük öneriler içeriyor. Sosyal medya yerine ağırlıklı olarak bilişim ve internet kavramlarının öne çıkması, çalışmanın teknik yönünün baskın olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, rapor, internet medyasının hukuki anlamda organize edilmesine odaklanmış görünüyor. Bunlar elbette çok önemli ve hızlı bir biçimde hayata geçirilmeli. Fakat aynı ölçüde önemli olan, yeni medya dilinin anlaşılması; tanımların, tavırların ve denetim araçlarının, niteliği önceleyecek bir şekilde ortaya konmasıdır. Mesela bilişim okuryazarlığı ya da sosyal medya okuryazarlığı terkiplerinden birini kullanmak, konuya mühendis veya iletişimci olarak yaklaşmak arasındaki farkı da gösterecektir. Özellikle, sosyal alana ilişkin düzenlemelerin mühendis cetveliyle değil, sosyolog kalemiyle yapılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.



Yeni medya-yeni vizyon



Bununla birlikte, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın başkanlığında hazırlanan raporun bir vizyonu olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye’ye, mesela 1970’lerde Güney Kore’nin yaptığı gibi, bilişim ve teknoloji alanına yatırım yaparak ekonomik güç ve siyasal belirleyicilik bakımından üst sıralara çıkma hedefi gösteriliyor. Bunu sağlarken, yerli üretime vurgu yapılıyor; millî arama motoru, e-posta sistemi, sosyal paylaşım sitesi ve yerli bir video sitesi gibi Türkiye’den dünyaya yayılan bir üretim, teknoloji ve pek tabii kültür ihracı gündeme getiriliyor. Bundan dolayı, 1140 sayfalık raporun yarısına yakın kısmı eğitim, istihdam, kalkınma, ar-ge ve inovasyonla ilgili konulara ayrılmış. Sonuçta, yeni medya, hayatımızı kuşatırken, biz hiçbir şey yapmasak bile, insan-eşya ilişkisi ile bu ilişkide etik ve hukukun yerini alması doğal bir süreç içerisinde şekillenecektir. Ancak bu noktada özne ya da nesne, etken ya da edilgen olmak bilinçli tavır ve hedeflerin bulunup bulunmamasıyla ilgilidir. Bu bakımdan, Türkiye’nin önüne bir hedef koyan ve yeni medya süreçlerine dair bir konum almayı telkin eden bu çalışmadan hareketle, en fazla yüz sayfalık, yoğunlaştırılmış, somut, tutarlı, karar vericilere ve yasamaya mesned teşkil edecek bir strateji belgesi çıkmasını umuyorum. Zira önümüzde, herkesin “yeni” olduğu, riskler ve fırsatlar karşısında bütün dünyanın neredeyse eşit bulunduğu bir alan var. Ve Türkiye olarak biz, henüz sınırları çizilememiş, taşları yerine oturtulmamış bu alanın araç ve kurallarını belirleme konusunda ciddi bir potansiyele sahibiz. Yeter ki, yeni medyaya ilişkin bir yeni vizyonumuz olsun.



[email protected]