Sosyal medyanın zamanı

Doç Dr. Betül Önay Doğan/ İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
29.01.2024

Olayları algılayıp sonrasında anlamlandırıp en nihayetinde tarihin oluşması için zamanın yavaşlığa sahip olması gerekir. Günümüzün zaman akışı bu yavaşlığa izin vermiyor. Algılamak ve anlamlandırmak geçmişle ve gelecekle bir bağ kurmayı zorunlu kılar ancak 4-5 saniye boyunca izlediğiniz hastanede toz içinde ağlayan çocuğun videosu sizi sadece “o an” duygulandırır.


Sosyal medyanın zamanı

Hepimizin yetişecek yerleri ve yetiştirecek işleri var. Hayat çok hızlı akıp geçiyor ve yavaşlaması arzu ediliyor. Dünya'da sakin şehirlerin listesi çıkartılıyor. Sanki yavaş ya da sakin olmak koruma altına alınması gereken bir durum olarak görülüyor. Her geçen gün daha fazla şey yapıp daha çok zamana ihtiyacımız olduğunu dile getiriyoruz. İşlerimizi yetiştirirsek kendimizi sosyal medyada hızla tükettiğimiz içeriklerle ödüllendiriyoruz. Ama o içeriklerin de ardı arkası kesilmeden karşımıza çıkmasını bekliyoruz. Biz durmadan, farklı içeriklerle gülmeyi ve öğrenmeyi hak ediyoruz. Hızlanma ve öyle hissetme arasında bir yerde dönüp duruyoruz.

Zamanın önemli olduğunu söylüyoruz ama zaman zaten önemliydi. Vakittir nakittir mottosu bizden önceki kuşakların diline pelesenk olmuştu. Ancak onlar zamanın önemli olduğunu, dikkatli kullanmak ve programlı olmak için gerektiğini dile getiriyordu. Her şeyin bir zamanı vardır, öyle değil mi? O zamanın öğretisiydi bu söz. Çalışmanın zamanı, eğlenmenin zamanı, hatta televizyon izlemenin zamanı bile belirlenmişti. Bu belirlemeden televizyonlar için prime time doğmuştu. Rolleri yaşamanın da bir zamanı vardı. İşteyken kızınızdan gelen aramaya cevap veremeyeceğiniz için, anne/baba olmanın zamanı iş sonrasıydı. Zaman önemliydi ama programlamak ve düzenlemek için önemliydi. Ancak bugün zaman önemli dediğimizde elimizden akıp giden ve hızla tükenen bir şeyden bahsediyoruz. Her zaman yapacak çok şey, ancak sahip olunan çok az zaman var.

Bir "an" içinde neler yapılabilir?

Dijitalleşme bu durumun en önemli sebebi, zamanın hem sıkıştığını hem de genişlediğini ve bulanıklaştığını hissettiriyor bize. Bir "an" içinde birden çok eylemi gerçekleştirmemize ve birden çok rolü yaşamamıza olanak tanıyor. Otobüs beklerken, sosyal medyada izlediğiniz videoyu durdurup yazdığınız maille zamanı sıkıştırdığınızı hissediyorsunuz. Ancak izlediğiniz ve tarihi paylaşılmamış videonun bugün mü yoksa bir yıl önce mi yayınlandığını bilmemek, bilginin güncelliği konusundaki soru işaretleriniz, zamanın bulanıklaştığını hissettiriyor. İsrail'in katliam videoları üzerinden düşünelim bu durumu. Video izlerken arkadan gelen mesajın sesi, çocuğunuzun araması, işe yetişmek için saati kontrol ederken, taksi çağırmak için videoyu durdurmanız... Bir video izleme sürecinde yapabileceğiniz ya da yaptığınız işleri gözünüzün önünden geçirin. Bir "an" içinde neler yapılabilir olduğunu düşünün. İzlediğiniz videonun ne zaman çekildiği, öncesinde neler yaşandığı, videoda gördüğünüz ağzı yüzü toprak içindeki çocuğun başına neler geldiğini biliyor musunuz? Çoğunlukla bu sorulara verdiğimiz cevaplar olumsuz olacaktır. Peki bunun ne sakıncası olabilir?

Sosyal medya bize sayısız içerikleri eş zamanlı olarak arka arkaya sıralar. Yine Filistin'i düşünecek olursak, Dünya'nın farklı coğrafyalarının Filistin'den haberdar olması ve yardım etme çabası, sosyal medyada paylaşılan enformasyon sayesindedir diyebiliriz. Ancak burada enformasyon kelimesinin altını çizmek istiyorum. Eğer sadece enformasyon olarak tanımlamazsak, mevcut görüntülere dünyanın her yerindeki herkesin benzer tepkiler vermesini beklerdik. Ancak enformasyon alınır, kişisel bir süzgeçten geçirilip bilgiye dönüştürülür. Bilgi aynı yiyeceklerin vücudumuzda belirli bir sürede sindirildiği gibi sindirilir. Anlama ve anlamlandırmanın bu aşamada gerçekleştiği söylenebilir. Filistin'deki katliam videolarına verilen farklı tepkilerin sebeplerini tartışmadan önce, anlama ve anlamlandırma üzerine biraz düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Olayları algılayıp sonrasında anlamlandırıp en nihayetinde tarihin oluşması için zamanın yavaşlığa sahip olması gerekir. Günümüzün zaman akışı bu yavaşlığa izin vermiyor. Algılamak ve anlamlandırmak geçmişle ve gelecekle bir bağ kurmayı zorunlu kılar ancak 4-5 saniye boyunca izlediğiniz hastanede toz içinde ağlayan çocuğun videosu sizi sadece "o an" duygulandırır. O videodaki Filistin'den gelen görüntüler sizin için bir enformasyondur ama sembol gücüne sahip olabilmesi, bir anlam barındırabilmesi için önceli ve sonralı olmaya ihtiyacı vardır. Videolar arasında bağlantı kurabilirsiniz, videolar Filistin'de yaşananlarla ilgilidir. Ancak her bir video farklı bir olayla karşımıza gelir. İzlediğimiz olaylar ya da görüntüler arasında ilişki kuramız neredeyse imkansızdır. Bu sebeple yüzü toz içindeki yaralı çocuğun önceki ya da sonraki haliyle ilgili bir görüntünün gözünüzde canlanması imkansızdır. İçerikler arasında ilişki kuramadığınız zaman ise sadece "o an"da üzüldüğünüz bir görüntü olarak kalacaktır.

Yığına dönüşen bellek

Anlar birbirine değmez. Önce hastanede ağlayan bir bebeğin yüreğinizi sıkıştıran bir görüntüsünü izlersiniz. Ardından protestolar gelir ekranınıza, sonrasında elinde beyaz bayrakla yürümeye çalışan bir kadının vurulduğu ve yere yığıldığı görüntüyle dehşete düşersiniz. Ama yine belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum; videolar bağlantılıdır ama içerikler ilişkili değildir. Dolayısıyla sizin aynı minvalde pek çok ruh halini artarda yaşamanıza sebep olur; üzüntü, dehşet, destek ve sonra tekrar üzüntü... Birbirine benzer anlar geçmişi ve şimdiyi peşinden sürüklemez. Görüntüler sürekli güncellenir. Sürekli yeni bir içerik temin edilir. Kesintisizliğin olmadığı tam bu noktada sorulması gereken soru yapmak zorunda olduğumuz onlarca şeyi ve hızla akan içerikleri durdurduğumuz ve düşündüğümüzde nasıl bir anlam dünyasında olduğumuz sorusudur. Belleğimiz bir eşya yığınına dönüşür. İçerikler arasındaki bağı kuramadığımız sürece anlamlandırmamız zayıflar. İçerikler sadece bir enformasyon olarak kalır. İlişkiyi kurabildiğimiz ölçüde, bir bağlama oturtabildiğimizde anlam da oluşmuş olur. Diğeri göze temas eden ve hızla gelip geçen bir bilgiden ibarettir.

Dijitalde yaşanan zamanın bir diğer çıkmazı, zaman ve mekân ilişkisindeki eksikliktir. Geçmiş deneyimlerimiz, iyi kötü ya da hüzünlü anılarımız hep mekanla birlikte hatırlanır. Mekanın soğuk olması, merdivenlerin yüksekliği, gidilen yolun uzaklığı hatıralara eşlik eder. O anın unutulmamasının sebeplerinden biri zaman – mekan ilişkisidir. Dijital aradaki ilişkiyi zayıflatmış, hatta bazı durumlarda ortadan kaldırmıştır. Sadece sosyal medyadan izlediğiniz bir yer orada mıdır, yoksa burada mı? Baudrillard'ın simülasyonları gibi gerçekle arasındaki bağ hala hissedilebilir mi? Yoksa bir simülakr gibi aradaki bağ zaten kopmuş ve kendi gerçekliğini mi oluşturmuştur? Bu soruların cevapları bizim gerçek olarak algıladığımız ve harekete geçtiğimiz şeyin belirlenmesi açısından önemlidir. Yine Filistin'e dönelim yüzlerce görüntüyle karşı karşıya kaldığımız bu süreçte mekanı hissetmenin tamamlayıcı duygusunun eksikliği bizim hislerimizi nasıl etkilemektedir? Çocukluğunuzun geçtiği bir şehirde yaşanan yani daha önce deneyimlerinizin oluştuğu bir mekanla, hiç görmediğiniz ve sanki sinema perdesinden izlediğiniz bir mekanla kurduğunuz ilişki birbirinin aynısı değildir. Yıkıntıların arasında dolaşmadığınız sürece, o zamanı burada hissetmemiz çok zordur.

Filistin'deki katliam görüntülerini izleyenlerin farklı hissetmesinin sebebini, algılama ve anlamlandırma üzerinden kurguluyorum. Anlamlandırma kişinin tamamlaması gereken bir süreçtir. Bugün Filistin'i yüreğinde hissedenler, izlediklerini kendi bilgi ve duygu süzgeçlerinden geçirerek anlamlandırabilenlerdir. Kişi öncesi ve sonrasını oluşturduğunda, bağlantılar kurduğunda anlam oluşturmuş olacaktır. Sosyal medya sadece bilgi verir, anlam oluşturmanız için uğraşmaz, bunun için zamanı yoktur.

[email protected]