Sosyalist militandan faşiste Uğur seni buraya alalım

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / KTO Karatay Üniversitesi
11.12.2020

Bir iktidar tarzı olarak faşizmi dünyada ilk yerleştiren Mussolini siyasi hayatına sosyalist bir militan olarak başlamıştı. Daha sonra faşist oldu. Mussolini’ye göre kişiler kendileri için ahlaki, siyasi ve kültürel tercihlerde bulunamazlar, devlet onlar için bütün bu tercihleri belirler. Masterchef’teki Uğur da insanların kendileri için bir tercihte bulunmalarına tahammül etmiyor.


Sosyalist militandan faşiste Uğur seni buraya alalım

İnsanoğlunun içinde doğduğu kusursuz mekândan, cennetten kovulmasına giden süreçteki ilk günahı kendisine yasak edileni yemek oldu. Bu kıssadan çıkarılması gereken geleneksel hisselerden birisi de, “insanın arzularına ve yeme isteğine” kolayca yenilebileceğidir. Ki Alman düşünür Kant da insanın yemeğe olan bağımlılığını onun özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden birisi olarak görür.

En büyük engel

Klasik tasavvuf düşüncesinde de insanın kendisini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engel nefsidir. Nitekim Hz. Mevlana da nefsi iblise benzetir ve ona göre arzuları kontrol edememek insanı afetlere esir eder. Bunun içindir ki ilk terbiye edilmesi gereken insanın nefsi ve iştahıdır. Bundan dolayı da yemek yeme arzusunu terbiye etmek son derece önemli bir ahlaki değerdir. Yeme arzusuna gem vurma ritüeli olarak oruç, ibadetlerin en faziletlilerindendir.

Arkeologlara ve antropologlara göre insanoğlu ilk dönemlerde sadece fizyolojik ihtiyacını gidermek için yemek yerdi ama giderek bu işi bir sanata dönüştürdü. Kişisel olarak ilerlemeci tarih fikrine mesafeli olduğum için bu ifadeyi de sıkıntılı bulduğumu belirtmek isterim. Antropolojik bir determinasyon olarak var olan “sanatın” tarihsel ve toplumsal koşullara göre gelişmesi en azından sosyal bilim teorisine uymaz. O halde eldeki malzemenin çeşitliliğine bağlı olarak bu işin ta baştan beri sanatsal ve mitolojik bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz.

Önümüze sunulanın sadece şeklen değil aynı zamanda içerik olarak da haz vermesinin arzulanması zamanla yemeği bir sanata dönüştürdü. Zaten konu günümüzde “gastronomi ve mutfak sanatları” olarak adlandırılmaktadır.

Pandemi sürecinde insanlar eve mahkum olunca aile içi yeni iletişim modellerine yeni yemek tarifleri ve deneyimleri de eşlik etmeye başladı. Mayalı ekmekten yöresel tatlara, bitkisel içeceklerden antik tatlılara kadar pek çok yeme içme deneyimi yaşandı. Zapt edilmez iştaha eşlik eden bu talebi Acun Medya, son derece kıvrak bir zeka ile ekrana taşıdı ve program bir hayli ilgi gördü. Toplumun pek çok kesiminden izleyicisi olan bir program oldu.

Mesele hüner mi?

Programa katılanlar hünerlerini sergileyerek sektördeki en prestijli payenin nişanı olarak “büyük şef” önlüğünü giymek için canla başla yarışıyorlar. İşin ağırlıklı kısmı hüner üzerinden yürüyor olsa da başka faktörlerin de konuya dahil olduğu aşikardır. Konu zamanın ruhuna uygun, senaryo modern insanın hayalindeki “Ben başardım” demeye yatkın. Ancak normal seyrinde devam eden programdan bir aday, vaktiyle sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı ihraç edildi. Belki bunu da programın doğal akışında seyreden normal bir adım olarak görmek pekala mümkündür. Ancak burada normal olmayan bir durum var ve neredeyse hiç kimse bu konuyu dile getirmedi. Dikkat edilirse bahse konu kişinin kabiliyetleri, ailesi, daha önce yaptığı işler, nedameti vb gibi pek çok şey konuşuldu ama esas mesele hiç bahse konu edilmedi. Hatta jüri üyesinin özel hayatı bile bir dedikodu malzemesi oldu ama bu paylaşımları yapan kişinin hastalıklı olan zihin yapısı ne yazık ki hiç gündem olmadı.

Faşizan düşüncelere sahip olan kişi diskalifiye edilirken jüri üyeleri de dahil hiç kimse adama bu sakat düşünceleri bir an önce kafandan sil demedi, diyemedi. Herkes bir an önce sosyal medyanı temizle dedi. Belki kimileri konuyu abarttığımı düşünecek ama sahiden de ben bu ifadeleri duyunca hayatımda ilk defa bu kadar derin bir kaygıya kapıldım.

Jüri üyeleri de dahil herkesin başı önde, gözler dolmuş, sesler titrek… Bir hafta önce, sadece başörtülü olduğu için ablasını/arkadaşını oyunun dışına iten yukarıdaki bayan yarışmacının gözleri kan çanağına dönmüş. Kendisi gibi olmayan herkesi aşağılayan paylaşımları yapan arkadaşlarının diskalifiye edilmesinden duydukları hüzünle büyük bir duygu patlaması yaşayanların da göz yaşları sel olmuş… Konuyu dramatik bir atmosfere dönüştüren bu dostların canını sıkan, yukardan ona yaşlı gözlerle bakan diğer tüm yarışmacıların da aynı duyguları paylaştığını söylersem bir niyet okuması yaptığımı söyleyeceksiniz ama rakiplerin birbirini oyunun dışına itmesinin rasyonel ve beceriye dayalı bir kriterinin olmadığını siz de takdir edersiniz.

Ürkütücü diyalog

Jüri üyeleri, şefler, yarışmacılar, kamuoyu ve izleyicilerin neredeyse tamamının söylediği “Keşke bu cümleleri yazmasaydın ya da keşke silseydin”. Oysa denilmesi gereken şuydu “Bu ne rezalet arkadaş, sen aramızda dolaşan hasta ruhlu bir adammışsın, seni tanıdığımıza bin pişmanız”. Birçok kişi konuyu fazlasıyla abarttığımı düşünebilir ama sahiden o meşhur diyaloğu izlerken ürktüm, gidip bir yerlere saklanmak istedim.

1. Jüri üyesi- Arkadaşlar hoş geldiniz, Uğur seni buraya alabilir miyiz? Sosyal medyada çıkan talihsiz haberleri hepimiz biliyoruz. Bunun üzerine yarışmaya devam etmenin uygun olmayacağı kararına vardık fakat tabii ki senin de bu konudaki görüşlerini duymak isteriz.

Uğur- Şef, öncelikle bu sebepten dolayı yani, önünüze gelmek ve bu şekilde buradan ayrılıyor olmak, yani gerçekten hiç istemediğim bir olaydı, hiç istemediğim bir olaydı gerçekten, 2012’de sosyal medyaya başladığımda, hiç aklımda böyle bir şey yoktu ve o zaman gerçekten ailevi problemler yaşamıştım ve her yere öyle saldırgan yani oldum, böyle bir anda çok fazla ağzımdan küfür çıktı, çok fazla her yere saldırdım, yani bundan sonra seneler geçtikçe tabii ki biraz olgunlaşıyoruz ve pişman oldum ve diyecek bir şey yok öncelikle sizlerden ve Acun Medya’dan ve diğer tüm insanlardan gerçekten çok özür diliyorum. O insanların tanıdığı gibi bir insan değilim ben. Ne desem bilmiyorum şef…

Peki nasıl birisin?

2. Jüri üyesi- Maksadını aşan paylaşımlar olmuş, burada sadece şunu söylemek istiyorum, benim de biliyorsunuz yetişkin çocuklarım var onlara da her zaman söylediğim bir şey var, sosyal mecralarda yazacağınız her şeye dikkat edin. Kendinizden büyüklere ya da gündemle alakalı yazacağınız her şey sizi bağlar ve yıllarca kalır… Büyük talihsizlik, keşke yazmasaydın.

3. Jüri üyesi- Evet herkes gibi aslında biz de istedik ki keşke yemek yaparken elenmiş olsaydın. Maalesef olmadı. Herkes kendi fikirleri ve isteklerini tabii ki serbest olarak paylaşabilir ama her zaman hem kendine karşı hem de ötekine karşı saygı çok önemli, geçmiş olsun.

Bu sevimsiz diyalogun detaylarına sizi boğmak istemezdim ama neye işaret etmek istediğimin anlaşılması için bunu yapmak zorunda kaldım. Görüldüğü gibi olayın faili de dahil olmak üzere, üçüncü şefin söylediklerini hariç tutmak şartıyla, hiç kimse açık ve net bir dil ile kategorik olarak toplu bir şekilde küfredilen ve hakaret edilenlerden özür dilemiyor. İmalı ve üstü kapalı bir özür var ama kimden dileniyor bilmiyoruz. Medya grubundan mı, ismi ile kendisine hakaret edilen kişilerden mi bilmiyoruz. Mesela doktorlardan, başörtülülerden ve Kürtlerden açıkça özür dilenmiyor. Hatta bu yönde bir niyetin olduğuna ilişkin herhangi bir durum da göze çarpmıyor. “Öyle bir niyetim yoktu, ben bildiğiniz gibi değilim” ifadesinden başka ne duyduk biz bu diyalogda? Ben o insanların bildiği gibi birisi değilim diyor. Peki nasıl birisin, sorusuna ne cevap verilmiştir burada?

Haydi diyelim ki adamın bazı şahıslarla ilgili yazdıklarını kişisel bir kindarlık ile izah edip konuyu dar anlamıyla bir “ahlak” sorun olarak görebiliriz ama kategorik olarak sosyolojik bir kompartımanın tamamını doğrudan hedef alması hem ahlaki hem de ruhsal ve zihinsel ciddi sorunlara işaret eder. Keşke yazmasaydın cümlesine, keşke böyle sapık fikirlere sahip olmasaydın ifadesi eşlik etmedi hiçbir yerde maalesef. Sizce de bu ürkütücü değil mi?

Denilebilir ki nihayetinde bu reyting kaygısı ile sahnelenen bir oyundur. Ve buradaki duygu boşalmaları, diyaloglar, jest ve mimikler programın içeriği ve yarışmacıların tutum ve davranışlarının hepsi kurgusal bir senaryo dahilinde gerçekleşmekte, konuya gereğinden fazla önem atfediyorsun, hatta tekil bir olay üzerinden genel bir okuma yaptığım da söylenebilir.

Ancak iki yıl önce şahsen ben de benzer bir faşizme bizzat şahit oldum. Ve bunların dışında karşılaştığım başka olayları da bunlara ilave ettiğimde bu konunun sahiden üzerinde durulmayı gerektirecek kadar ciddi bir “toplumsal sorun” alanı olduğunu gördüm. Milletimizin tarihsel olarak tevarüs ettiği “kesrette vahdet” fikrinin büyük bir yozlaşmaya ve çürümeye başladığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Yaklaşık iki sene önce Nevşehir KADEM başkanı sn. Dt. İlkay Akün’ün davetiyle bir grup arkadaşla eşli olarak İstanbul’da KADEM Genel Merkezinin düzenlemiş olduğu bir programa katıldık. Program sonrası arkadaşlarla hep birlikte taşradan “şehr-i azim”e, yani İstanbul’a gelenler olarak büyük bir AVM’ye de uğramak istedik. Ben arkadaşları önce kahve içmeye davet ettim. Sıraya girdim. Sıra benim önümdeki müşteriye gelince kasiyer ile müşteri arasında yabancı dilde iletişim kurmada bir sorun olduğunu fark ettim ve kasiyere münasip bir dil ile biraz İngilizce bildiğimi ve yardımcı olabileceğimi söyledim.

‘Arapları burada istemem’

Kasiyer, “Hayır gerek yok, ben İngilizce biliyorum ama bu bilmiyor. Fakat ben yine de onu İngilizce konuşmaya zorluyorum” dedi. “Ama adam İngilizce bilmiyor, ve adam Arap, Arapça konuşabilirsin ya da ben yardımcı olabilirim” dedim. Adam birden parladı “Ben Arapça konuşmam, Arapları da burada istemem”.

“Sen ne biçim konuşuyorsun faşist kafa” dedim, o da bana cevaben “Ben faşist değilim sosyalistim” dedi. Tartışma uzadı, her müşteriye karşı aynı tutum içinde olması gerektiğini söyleyip konuyu işletmenin yetkili kişisine kadar intikal ettirdim. “Elinde parası var ve sizin sunduğunuz hizmeti satın almak istiyor, daha ne istiyorsunuz” dedim ve bunun gibi tiplerin muhakkak bir iç hizmet eğitiminden geçirildikten sonra insanların huzuruna çıkarmamaları gerektiğini söyledim.

Değişen bir şey olup olmadığını bilmiyorum ama bildiğim o ki kendisini sosyalist gören hasta ruhlu bir faşistle muhatap olduğum idi. Sosyalist ideolojinin söylemsel olarak karşı olduğu faşizmi ruhunda nasıl taşıdığını bir başka yazıya bırakalım, ama şunu belirtmek isterim ki bu ülkede bu tür fikirlere sahip insanlara söylenecek olan esas şey, niçin bunları yazdıkları değil, niçin ve nasıl bu fikirlere sahip olduklarıdır. ‘Öteki’ne karşı tahammülsüzlüğün varacağı nihai hedefin kanlı bir iç çatışma olacağı gerçeğini unutmamak lazım. Bu konuda toplumun kahir ekseriyeti son derece sağduyuludur ve bugüne kadar ülkenin birlikteliğine karşı yürütülen her operasyon o duvara çarpıp yok olmuştur.

Bundan sonra da birliğimize kast eden operasyonel fikirlerin ve projelerin bu manevi birlik duvarına çarpıp yok olmasını istiyorsak ‘öteki’ni hem tanımak hem de kabul etmek zorundayız. Tahammül etme ifadesi bile eşitlikçi bir ilişkiyi içermediği için sevimsiz durmaktadır.

Bu hasta ruhlular gerçekten de kendilerini sosyalist, hümanist ve normal olarak görüyor olabilirler. Oysa bunların hasta oldukları ve bir an önce tedavi edilmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim, bir iktidar tarzı olarak faşizmi dünyada ilk yerleştiren Mussolini de zaten siyasi hayatına sosyalist bir militan olarak başlamıştı. Daha sonra faşist oldu. Mussolini’ye göre kişiler kendileri için ahlaki, siyasi ve kültürel tercihlerde bulunamazlar, devlet onlar için bütün bu tercihleri belirler. Masterchef’teki Uğur Yılmaz Deniz’in paylaşımlarından anlaşılıyor ki o da insanların kişisel olarak kendileri için bir tercihte bulunmalarına tahammül etmiyor ve muhtemelen doğru da bulmuyor. Keza insanların etnik kökenlerini de verili/doğal bir kimlik alanı olarak da görmüyor.

[email protected]