Sosyalist solun yerel seçim gündemi

ASIM ÖZ/ Yazar
30.03.2019

Genelde “radikal bir mücadele biçimi olarak” boykot ve ilgisizlik arasında bir duygusal gelgit gözlense de sol yayınlarda 31 Mart yerel seçimleri ‘tekrarın tekrarı’ şeklinde değerlendiriliyor. Ayrıntı Dergi, Yol, Birikim sayfalarına bakılırsa kısa vadede büyük bir dönüşüm imkânsız. 


Sosyalist solun yerel seçim gündemi

Yazılıp çizilenlere bakılırsa, Türkiye’de sol siyaset hemen bütün türevleriyle “halkı” merkeze yerleştiren bir seslenişin bitimsiz tekrarından oluşur.  Sol, “halkı” temsil veya inşa siyasetini ve popülizmin mahiyetini kılı kırk yaran bir yaklaşımla öne çıkarmasına karşın yerel zeminle bağlantısında çok ciddi açmazlara sahip.  Bu bağlamda genel olarak sol ve yerel siyaset ilişkisinin nerede başlayıp nerede bittiği konusunda bırakın asgari mutabakatı bir ittifaktan söz etmek bile sanıldığı kadar kolay değil.

Hemen her tür siyasi musibeti serbestçe AK Parti popülizmiyle, “Sünni çoğunlukçu muhafazakârlık”, “ataerkillikle”  ilişkilendiren, giderek yerli yersiz onca teorik argümanı birbiri ardına sıralamaktan kaynaklanan ve ekseriyetle “itham siyaseti” şeklinde tasvir edilebilecek bir durumla karşı karşıyayız. Hemhal ve hemdert olmak istediği “halkla”  aradaki bağın ve hısımlığın zayıflamasına da sebep olan bu durum yeni bir oluşumun orta-lıkta görünmediği günümüz şartlarında bilhassa üzerinde durulmayı hak ediyor.

İçinde yaşadığımız “post-politik” çağın krizleri karşısında yaşanan kötürümlüğün ne kadar popüler olduğunu anlamak için kendisini sosyalist solla özdeşleştiren süreli yayınlara akseden yerel seçim gündemine yakından bakılabilir. Hiç şüphesiz sosyalist sol dergiler tek veçheli değil, birbirleriy-le aşılamaz gerilimleri ve çatışmaları söz konusu. Bunların arkasında 1970’lere kadar uzanan siyasi ihtilaflar olduğu gibi, güncel gelişmeler karşısın-daki farklı tercihler de yatıyor. Ne var ki, militan stratejiler hemen herkesin içinde olduğu mevcut açmazın bihakkın konuşulmasını engelliyor. Sosya-list çevreler, ekseriyetle iktidarı Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımına hayatiyet kazandırdığı üzerinden eleştirirlerken, kendileri bir bakıma bu ayrım-dan ilham alıyorlar. Dolayısıyla rakiplerini hasım değil düşman kategorisine yerleştirdiklerinin farkında değiller. Yine de yerel seçimler bağlamında ele alınan kısıtlı konular, Türk solunun tarihselliği içinde kırılma ve sürekliliklerle ilgili bazı anlamlı tespitler yapma imkânı sunar.

Yapabilirlik duygusu

Genelde “radikal bir mücadele biçimi olarak” boykot ve ilgisizlik arasında bir duygusal gelgit gözlense de  sol yayınlarda 31 Mart yerel seçimleri “tekrarın tekrarı” şeklinde değerlendiriliyor. Ayrıntı Dergi, Yol, Birikim sayfalarına bakılırsa kısa vadede büyük bir dönüşüm imkânsız. Ayrıntı Der-gi’nin ortada görülmeyişine kahrettiği siyasal özne olarak sosyalist sola işaret etmesi doğrudan doğruya bununla bağlantılı. Ayrıca sol partilerin tı-kanmışlığı ve siyasetsizliği üzerinden düzen içindeki unsurları sola çekecek araçlar geliştirme sürecindeki başarısızlığı aşacak strateji arayışları çerçeve-sinde parlamento dışı sol sürekli göreve çağrılır.

Bu bağlamda parti formatına girmeyen potansiyelin (Gezi Parkı olayları gibi) bir gün mutlaka tekrar tezahür edeceği beklentisini de sosyalist so-lun dergilerinde okumak mümkün. Yerel yönetim sistemi hayal edilirken, kent hakkı, geri çağırma hakkı, katılımcı bütçe, bir nüve olarak mahalle meclisleri gibi yeni komünal öbekleşmelere zemin hazırlayan tekliflerin öne çıktığı görülmekte. Ne var ki, bu ilkelerin anlamı ve ne şekilde uygulana-cağı konusunda farklı görüşlere sahipler, üstelik bu anlaşmazlık, rasyonel akıl yürütmelerle çözülebilir nitelikte değil.

Ancak herkesten farklı bir biçimde yereli belli ölçüde takip edenler, meseleyi ele alırken sadece belediye başkanlığının yeterli olmadığını, daha farklı bir yerel yönetim perspektifine ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyorlar. Bu bakış açısı yerelde tecessüm eden hayatlar üzerindeki kontrolün gittikçe azaldığını hissetmekten kaynaklanır. Belirtilmelidir ki, bu etik ile ekonomi arasında gidip gelen ve siyasalın ayırt edici niteliğini ıskalamaya mahkûm liberal yaklaşımlara göre daha gelişkin bir yaklaşımdır.

HDP merkezli Kürt siyasetine desteği bariz Ekspress’te (sayı:168) ise 31 Mart yerel seçimlerini, 16 Nisan referandumunun ve 24 Haziran genel seçimlerinin meydana getirdiği hayal kırıklığını giderebilecek bir kitlesel teyakkuz için fırsat olarak görmekte. Başka dergilere oranla çok daha “iyimser” bir yaklaşım var burada. Yerel seçimlerin dinamiğinin her zaman genel seçimden farklı olduğu söyleniyor, hâlbuki sistem dönüşümünün yaşandığı bir vasatta “yerel genel seçimlerden” bahsedilmesi daha isabetli.

Ekspress yerel seçimlerde İstanbul’daki bazı ilçe belediyelerini CHP’nin kazanmasının 24 Haziran sonrasının moral bozukluğunu gidereceği şek-lindeki kanaatleri yabana atmıyor. Dünyadan ve Türkiye’den çeşitli yerel yönetim deneyimlerine dikkat çeken dergi, seçimden seçime kürek çekmek yerine yerel meclislere dayalı bir taban hareketinin daha bereketli neticelere ulaştıracağını ileri sürüyor. İşte tam bu noktada Ekspress sayfalarında özel anlamlar verilerek, özgül bir ağırlık atfedilerek kullanılan “yapabiliriz duygusu” açıklayıcı bir kavram şeklinde ele alınabilir. Aslında solun tekrar canlanarak toplum üzerinde etki oluşturması için izlemesi gereken yol ve yordama vurgu yapan pek çok çalışma bunu doğrular. Yerel yönetimleri sol bir zaviyeden dönüştürmenin olmazsa olmazı kabul edilen “yapabiliriz duygusu” adeta dergideki tüm yorumların muharrik gücüdür. Ayrıca solun farklı alanlardaki somut eklemlenişlerini, mütemadiyen başkalaşım hâlindeki bağlamsal tezahürlerini ve performatif veçhelerini de gündeme dâhil etmek mümkün.

‘Rojava katılımcılığı’

Ülke gündeminin “yapabilmek” üzerinden yorumlanması Birikim’de (sayı: 358-359), Ovacık Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu ile yapı-lan söyleşinin başlığına da yansımıştır.  Bir model değil belki ama farkındalık yarattığı tüm sol mahfilerde kabul edilen Maçoğlu, “Yapabilme kültü-rünü geliştirmemiz lazım; ‘yapabiliyorlar’ dedirtmek lazım. Aksi takdirde, söylemde kaldığı andan itibaren bir geriye düşüş ve sonrasında tekrara düşmek gibi durumlar başlar.”  diyor. Görülebileceği üzere çok farklı bakış açılarından ve hareket stratejilerinden yola çıkılsa da iradecilik hemen tüm siyasi konuşmalara yansır.

Elbette sol yayınların hepsi hatta aynı dergide görüşlerine yer verilen yazarlar yerel seçimleri ve yönetimleri aynı şekilde değerlendirmiyor; bazıları diğerlerine göre daha eleştirel bir tavır takınıyor. Fakat hepsinin üzerinde anlaştığı temel nokta, “sağ popülizm” ve “faşizmin tezahürü” şeklinde değer-lendirdikleri mevcut durumu tümüyle negatif görmeleri. Bütün sorunlarına ve açmazlarına rağmen son derece önemli siyasi yaklaşımlar da var, bunla-rı sırf belli angajmanlar yüzünden yok saymak büyük bir hata olur. Mesela kent siyaseti ve kentsel dönüşüm söz konusu olduğunda makro siyasete odaklanan CHP ve HDP’nin yönetimindeki belediyelerde farklı bir politikanın hayata geçirilmediğinin altı çiziliyor. Hatta özgün bir HDP yerel yöne-tim deneyiminden bahsedilemeyeceğinin ifade edilmesi, solun politik gerçekliği göz ardı eden tutumu dikkate alındığında oldukça önemli bir tespit.

Gelgelelim sosyalist solun, kimliklerin gitgide daha fazla parçaya bölündüğü ve ihtilafın yepyeni formlarda durmadan çoğaldığı günümüzde mikro meselelere mesafeli durmak gibi bir perspektifi yok. Bu hâl ve tavır ise hiç şüphesiz siyasi birliğin temelini ortadan kaldıracak derecede yeni solun kimlikçi yaklaşımlarına teslim olunmasıyla ilgili. Bu bağlamda HDP’yi ve ideolojik krizini yeniden düşünmeye katkı sunabilecek bir kavrayış-tan mahrum yapılan analizlerin kahir ekseriyeti. HDP’nin terör ve şiddetle ilişkisi mesela hâlâ büyük ölçüde suskunlukla geçiştiriliyor. İçine düşülen genel sefaletin boyutları dillendirilmiyor. Sadece yeni bir yol bulma arayışındaki Yol dergisi, solun Kürt milliyetçiliğine ram olmasını eleştirmişti.

Sosyalist solun PYD sempatisinin kendini en çabuk ve kapsamlı biçimde gösterdiği yer herhâlde Rojava romantizmidir. Bir geçerliliği olabilir mi, diye düşünmeden “Rojava Toplumsal Sözleşmesi”  adeta yüzyılın “komünist ideası” olarak sunuluyordu.  Son yıllarda eskisine nazaran bunun azaldığı hatta belli ölçüde bir geri çekilmeden bahsedilmesi mümkün. Siyasi gündemin hızla değiştiği Türkiye’de bugünden geriye doğru bakıldığında onca yayında idealize edilen hemen her şeyin bir hüsnükuruntudan ibaret olduğu rahatlıkla fark edilebilir. Ekspress’te de görüldüğü üzere ne zaman katılımı artırarak yerel yönetimleri güçlendirmek ve buralardan bir yönetim modeli geliştirmek arzusundan bahsedilse laf dönüp dolaşıp “Rojava katılımcılığına” geliyor.

Atina kent devletlerinden Paris Komünü’ne daha yakın zamanda ise dünyadan ve Türkiye’den bir dizi yerel yönetim deneyimine temas edilmesi bütünlük kaybıyla da ilgili.  Yüceltilen “otonom” mekânlar bağlamında batıda Porto Alegre, doğuda Hindistan’da; Maocuların kontrolündeki Kerala öne çıkar. İzmir, Eskişehir, Fatsa birbiriyle ilişkili olup olmadıkları dikkate alınmadan Latin Amerika deneyimlerine ulanıyor. Cari siyasetteki sol umutsuzluğu gidermeye matuf yahut soldaki puslu havayı dağıtmayı amaçlayan tutarsız ve asla kemale erdirilemeyecek bir girişim olarak görülebilir bu örnekler. Vurgulamadan geçmemek lazım: yerel yönetim tartışmasında söz her zaman “irrasyonel olanın” feveranları biçiminde Rojava’ya gelir, şöyle denir: “Bırak ekonomi işlerini. Rojava’ya bak!” Böylelikle ironi edasıyla Rojava,  yerelde herkes tarafından kabul edilmesi gereken “tek rasyo-nel” çözümün adresi gösterilir.  Hiç şüphesiz bu kısa özetin maksadı, solun yerel seçimleri kavrama şeklini müstehzi bir şekilde resmetmek değil. Daha ziyade, bu tartışmanın içerdiği bütünlüğü dağıtıcı ve kaideleri yıkıcı boyuta dikkat çekmeye çalışmak.

Bu kritik noktayı akılda tutarak, sosyalist sol dergilerde Türkiye’ye dair çizilen karanlık tablonun önümüze serdiği manzarada giderek daha be-lirginlik kazanan politik kimliğin “utangaç” CHP’lilik olduğu söylenebilir. Elbette bu, “CHP’nin adım adım sağa yaklaşmak dışında bir seçeneği görünmüyor!” diyenlerin göz ardı edildiği anlamına gelmez. CHP’yi “1930’lar nostaljisi dışında ışıklı bir dil geliştirmekten aciz!” görenleri de. Oysa bunlar CHP’nin dönüşüm arzusuna dair çok az şey söyler, zira CHP hakkında bilinmesi gerekenler yeterince bilinmiyor. Bu yüzden partinin dönüşü-münü anlamak ve anlamlandırmak için sadece sağa yaklaşma stratejisini değil aynı ölçüde ve eş-zamanlı olarak sosyalist sola, “mahalle meclisi” deneyimlerine açılması da dikkate alınmalı.

CHP yönetimi, seçim kazanabilmek ve bunu kalıcı kılabilmek için yöntem değişikliğine giderek Kemalist olmayan toplumsal kesimlerin beklen-tilerine karşılık verecek politikalar üretmek gerektiğinin farkında. CHP’nin, benimsediği yeni tarzın böylesi “mümkün bir dil arayışı” içinde ortaya çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla partinin arayışları bir siyasi iktidar alternatifi oluşturmaya yönelik politikalar çerçevesinde analiz edilmelidir.

İki kritik gerilim hattı 

Şunu da göz önüne almakta fayda var; sosyalist sol yayınlar arasında iki kritik gerilim hattı mevcut. İlki 2013 sonrasında günden güne öne çı-kan HDP’nin etki alanı. İkincisi ise 16 Nisan referandumu sürecinde netlik kazanan ve giderek yerleşiklik kazanan iki partili konsolidasyon çerçeve-sinde CHP ile birlikte hareket etmek. Yerel seçim sürecinde hem bu partilerin hem de dergilerin, iktidarı zor durumda bırakmak, birçok şehirde kaybet-tirmek için seslendikleri “demokrasi güçleri” büyük ölçüde bu gerilimlerden beslenir. Kararlı ve dirençli sol muhalefette altı yedi yıldır olup bitenin özeti olan bu hatlar, katılımın gücünü vurgulayan yuvarlak masa toplantılarıyla söyleşilerde daha da belirginlik kazanır. 

Bu açıdan bakıldığında çarpıklıklar ve çelişkiler barındırsa da mevcut durum, sosyalist solun sağ popülizme karşı “ilerici neoliberalizme” verdiği desteği çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermeye yeter de artar. Esnek siyasi realizmin faydasına ikna olan fakat bunu çok fazla telaffuz etmeyen solun,  “yeni köprüler kurmayı” da gerektiren yeni süreci etkileme ve belirleme gücüne sahip olup olamadığı önümüzdeki dönemde daha iyi görülebi-lecek. Belki devrimci sosyalizme yönelik coşku sönümlenecek, ittifaklardan mutabakata uzanan bir uzlaşma modeli yerleşiklik kazanacaktır.

[email protected]