Sosyalleşmiş cinayet: Linç kültürü

Cuma Obuz / Yazar
15.01.2022

Sosyal medyada yargısız infazların yapılması, hakaret ve küfürlere muhatap olmak birçok psikolojik sorunu da beraberinde getiriyor. Normal linç nasıl bir cinayet doğuruyorsa sosyal medyada yapılan linçler de toplumsal ve psikolojik cinayetlere neden olabiliyor. Bu açıdan linç kültürü, geçmişi olan bir sosyalleşmiş cinayettir diyebiliriz.


Sosyalleşmiş cinayet: Linç kültürü

Düşüncenin önündeki en büyük engel cehaletin güçlü ve aktif olmasıdır. Aklın ve bilimin öncüleri olarak gördüğümüz birçok tarihi şahsiyet, cehaletin linçine maruz kalmıştır.

Şimdi birkaç sahneyi gözümüzde canlandırarak bu durumu özetleyelim.

Henüz ellili yaşlarında bir filozof ölüme giderken "Tanrı, iyi insanları kullanır, kötü insanlar da Tanrı'yı kullanır." sözlerini sarf ediyor. Türlü işkencelerin ardından diri diri yakılacak olan bu filozofun tek suçu ise düşünmek ya da birilerine göre farklı düşünmekti.

Evren ile ilgili görüşleri yüzünden önce kendi çevresinde yer alan sözde aydınlar tarafından, ardından onların halkın önüne atması ile halk tarafından defalarca lince maruz kalmasına rağmen yine de bildiğini söylemekten geri durmayan bir filozof; Giordano Bruno'dan bahsediyorum. Öyle ki işkence altında dahi şu sözleri sarf ediyor:

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım."

Ne yazık ki bu genç filozof ve bilim insanı, sadece görüşlerinden dolayı yakılarak cezalandırılmıştı.

Düşünmek kaçınılmaz

Şimdi ikinci sahneyi gözlerimizin önüne getirelim:

Çevresindeki yüzlerce öğrencinin kendisinden bir şeyler öğrenmek için can attığı bir bilge. Düşünmenin ve sorgulamanın kaçınılmaz olduğunu her fırsatta dile getiren, öyle ki kendisine düşman olanların dahi bir şeyler öğrenmek için fırsat kolladığı bir isim: Sokrates.

Elinde bir baldıran zehri ve içmesi emrediliyor. Ya o baldıran zehri içilecek ya da kendisine dayatılan şeyler kabul edilecek. Sokrates'in zehri tercih etmesi onun tarih sayfalarına unutulmazlar arasında yazılmasına neden oldu. Öyle ki Sokrates, cehalete karşı sergilediği bu tavırla asırlar boyunca anılan bir isim.

"Sadece bir iyi vardır, bilgi; ve sadece bir kötü vardır, cehalet."

Bu sözlerle uğurladık büyük bilge Sokrates'i.

İstiridye kabuklarıyla parçalandı

Son sahne ise kadın filozof Hypatia'dan. Kadın vurgusunu bilerek yapıyorum. Çünkü kadınlara karşı her alanda olduğu gibi felsefe ve bilim tarihinde de ikinci sınıf muamelesi geçmişten günümüze devam ediyor. Hypatia, bu muameleyi neredeyse her saniye yaşamış bir bilim insanı. O da evren ile ilgili görüşleri yüzünden şeytanlaştırıldı ve sözde din alimi Kiril tarafından kalabalık bir grubun galeyana getirilmesi ile linç edildi. Öyle ki istiridye kabukları ile etlerini parçaladıkları Hypatia'dan hıncını alamayan kalabalık, cesedini de ateşe atarak yakmıştı.

Bu iç karartıcı sahneleri çok detayına girmeden vermemin nedeni, cehaletin beslediği linç kültürünün yansımasını gösterebilmek.

Tarihte buna benzer yüzlerce hatta binlerce olay var. Linç kültürünün serüveni maalesef çok kanlı.

Adı düzmece mahkeme yargıcından

Linç kültürü aslında ismini düzmece bir mahkeme kurup insanları katleden yargıç Charles Lynch'ten alıyor. Lynch, sıradan bir çiftçiyken Amerikalıların İngilizlerle yaptığı bağımsızlık savaşında bağımsızlık ideolojisine karşı çıkanları cezalandırması için kişilik, eğitim ve analitik düşünme yönünde herhangi bir altyapısı olmadığı halde yargıç yapılmıştır. Görevinin hakkını veren Lynch, binlerce insanı sadece birkaç saat süren yargılamalar sonucunda ölümle cezalandırmıştır.

Peki linç kültürünün temelinde neler var?

Bunlardan en önemlisi elbette cehalet. Çünkü ancak cahiller düşüncenin, aklın, bilimin ve özgürlüklerin karşısında yer alır ve anlayıp dinlemeden mahkum eder.

Yine sürü psikolojisini de sayabiliriz. Eğer bir toplumun algılarını ve dikkatini birinin üzerine çekmeyi başarmışsanız o kişiyi kolayca ilahlaştırabilir veya linç ettirebilirsiniz. Nitekim öyle de olmuştur.

Kontrolsüz güç

Kalabalık denilen şeyin bir ölçüsü yoktur. Kontrolsüz bir gücü olan kalabalıklar bazen öyle sonuçlar ortaya çıkarır ki her şey sakinleşince ortaya çıkan vahşeti, onu bizzat yapanların bile psikolojisi kaldırmaz.

Kabuklaşan gelenekleri de linç kültürünün nedenleri arasında sayabiliriz. Çünkü sorgulanmayan her gelenek, kutsallaşmaya yüz tutar. Gelenek kutsallaştığında inancın malzemesi olur. Zaten linç kültürünün en önemli nedenlerinden biri de insan aklını, düşünceyi ve sorgulamayı reddeden inanç kalıplarıdır. Dinlerin saf halinden giderek uzaklaşması kökleşmiş ve katı yargılar mekanizması haline gelmesi "insan"ın dışlanmasına neden olur. Bu da bilimsel çalışmaların ve felsefenin dışlanması hatta şeytanlaştırılması sonucunu doğurur. Şeytanlaştırdığınız herhangi bir şeyi veya birini linç ettirmeniz hiç de zor olmasa gerek. Bruno'nun da, Sokrates'in de Hypatia'nın da yaşadıkları aslında tam olarak budur.

Şimdi günümüzden bir örnek vermek istiyorum.

Yıl 2015, yer Afganistan. Ferhunde Melikzade adında bir genç kadın, muska satan ve bu yolla insanların duygularını istismar eden biriyle tartışmaya başlar. Başına geleceklerden habersiz olan Ferhunde, muska kültüne ve onun dini gerekçelerle kullanılmasına, bundan rant elde edilmesine karşı fikirlerini söyler. Tam o sırada zaten kabuklaşmış algısı ile patlama noktasında olan Afgan halkının bu durumunu bilen muska satıcısı adam, Ferhunde'nin Kur'an-ı Kerim'i yaktığını iddia eder ve kalabalığın önüne atar masum kadını. Ferhunde, orada bulunan öfkeli kalabalık tarafından dövülerek linç edilir. Hıncını alamayan kalabalık, arabalarla Ferhunde'nin cansız bedeninin üzerinden geçer. Yetmez o cansız bedeni yakarlar.

Gerçekten tüyler ürpertici bu sahne, Hypatia'nın hikayesine çok benzemektedir.

Bunca cinayetin sebebi olan linç olgusunun nedenleri bir yana tarihsel arka planı bile herkesin yorum yaparken, birileri hakkında konuşurken veya yargıda bulunurken ne kadar dikkatli olması gerektiğini gösteriyor.

Buradan sosyal medyaya gelelim. Çünkü linç kültürü, şu sıralar en çok sosyal medya ile anılıyor. Twitter, instagram, facebook veya diğer mecralar; linç kültürünün en yaygın olduğu yerler. Yukarıda verdiğim örneklerden görece daha az tehlikeli gibi dursa da sosyal medya linçlerinin de ciddi sonuçları olabiliyor.

Sosyal medyada yargısız infazların yapılması, toplumun olumsuz yorumları ile karşılaşmak, hakaret ve küfürlere muhatap olmak birçok psikolojik sorunu da beraberinde getiriyor. Belki bizatihi zarar vermese de bu psikolojik etkiler, özellikle gençlerin toplumdan izole olmasına veya dışlanma hissine neden olabiliyor. Bu sonuçların en acı olanı ise intihar vakalarına kadar gidebiliyor olması. Bu açıdan baktığımızda normal linç nasıl bir cinayet doğuruyorsa sosyal medyada yapılan linçler de toplumsal ve psikolojik cinayetlere neden olabiliyor. Bu açıdan linç kültürü, geçmişi olan bir sosyalleşmiş cinayettir diyebiliriz.

Linç, edeni de etkileyen bir süreç

Bunun yanında linç kültürü sadece linçe maruz kalan kişiyi değil aynı zamanda linç edeni de etkileyen psikolojik bir süreç. Sürekli olarak gerek sosyal medyada gerek gündelik yaşamında birilerini linç etmeyi alışkanlık haline getiren şahısların şiddete eğilimleri çok daha fazla olmaktadır. Tartışma kültürü yerine linç kültürünü benimseyen kişilerde oluşan protest anlayış, düşünmeyi engelleyen bir süreçtir. Bu protest anlayış bir süre sonra sorgulamadan kendisini yönlendiren şiddet dürtüsüne kapılmaya neden olur. Bu şekilde yetişen gençlerin marjinal örgütlere veya terör örgütlerine katılma olasılığı bir hayli yüksektir. Bunun en büyük örneği kendi dini kodları ile alakası olmamasına rağmen DEAŞ terör örgütüne katılan Avrupalı gençlerdir. Şüphesiz onların DEAŞ'ın öğretisine inanmaları ve terörü bir pratik olarak kabul etmeleri çok hızlı gelişen bir süreç olmuştu. Çünkü zihinleri zaten buna hazırdı. Linç ettikleri şeyleri yok etmeyi çoktan kanıksamışlardı. Bu durum da tam anlamıyla sosyal bir cinayet örneğidir.

Tüm bunları alt alta koyduğumuzda linç kültürünün bir parçası olmanın dayanılmaz ağırlığı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bazen bilerek, bazen farkında olmadan yaptığımız yorumlara veya mahkum ettiğimiz düşüncelere geri dönüp bir daha bakmanın tam zamanı. Çünkü linç kültürünün panzehri kökü adalet kelimesi ile aynı olan itidaldir. İtidali gözeten her tartışma, fikir ayrılıkları olsa da yıkıcı olmayacaktır.

[email protected]