Sosyolojik travmalar nasıl aşılır?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
20.04.2024

Osmanlı'nın son döneminde hem padişahın hem de imparatorluğun varlığı için canını vermeye hazır olan devlet erkanının cevabını aradığı soru, çöküşün nasıl durdurulabileceğiydi. Sultan II. Abdülhamit, eli kalem tutan her aydın ve alimden önerilerini yazmasını istedi. Bunlardan Deli Nusret namındaki alim, devletin karşı karşıya olduğu sıkıntının asıl kaynağının “kaht-ı rical” olduğunu yazdı...


Sosyolojik travmalar nasıl aşılır?

Toplumsal yapıda herhangi bir arıza görüldüğünde nasıl bir yol izleneceği konusu belki de sosyal bilimlerin en kadim çabalarından birisidir. Rönesans, reform ve ıslahat hareketlerinin başlangıcı da siyasi ve toplumsal olarak içine girilen açmazlardan kurtulma reçeteleri olarak görülebilirler.

Ancak bu konuda sosyoloji hep ikili bir yaklaşım sergilemiştir. Bir başka ifade ile bu konuda sosyolojinin, toplumsal veya kurumsal herhangi bir aksaklık çıktığında izlenecek yol konusunda iki farklı teorisi vardır. Durkheim'cı teoriye göre eğer herhangi bir sosyolojik yapıda bir sorun veya anomi varsa onun düzeltilmesi için kurumsal ve total tedbirler almak gerekir. Le Play ekolüne göre ise tarihin akışında herhangi bir açmaz çıktığında bunun tedavisi için aileye, yani bireye eğilmek gerekir.

Birey ve aile merkezli yaklaşım

Aslında bir maden mühendisi olan Le Play, Fransız İhtilali esnasında toplum­sal alanda görülen sorunların çözüm arayışına öncülük etmiş ve yaşanan sorunların aşılması için toplumbilim alanının önemli akımlarından birisine de öncülük etmiştir. Daha sonra takipçileri tarafından geliştirilen bu akım, sosyal sorunlar için aile ve birey merkezli bir yaklaşım geliştirmiştir.

Esasında bu konu, bireyin hür iradesini ve özgün şahsiyetini vurgulayan tüm inanç sistemlerinin de ortak kanaatidir. Özellikle bireyin "cüzi iradesini" bir akaid meselesi olarak gören ve onurlu şahsiyet inşasını birincil hedef olarak belirleyen İslam inancı için bu konu son derece ehemmiyetli bir alandır.

Zaten Hz. Peygamberin tebliğ metodunun da böyle olduğunu biliyoruz. Kişiye özel bir eğitim ve tavsiye verildiğine çokça şahit oluruz. Ona gelip "bana nasihat et" diye talepte bulunanların her birisine Efendimizin farklı bir cevap verdiğini görüyoruz. At sırtında yolculuk ederken öfkeli bir bedevi "Bana cennetin yolunu göster?" dediğinde ona "Anne babana iyilik et ve devemin yularını bırak" dediğini, derviş meşrep birisinin "Cenneti nasıl garanti edebilirim?" sorusuna "Namazını aksatma" şeklinde cevap verdiğini görüyoruz.

Bugün AK Parti ve aynı zamanda onun dayandığı camianın sosyolojik bir travma yaşadığı açık. Bunun nasıl atlatılacağına ilişkin öneriler havada uçuşuyor. Çok kadim bir kültür ve geniş bir sosyolojiye yaslanmış olmasından dolayı da doğal olarak söylenecek çok şey var. Daha doğrusu herkesin haklı olarak söyleyecek bir önerisi var, ama bana göre bu konuda önerilecek en klasik yol belki de Le Play akımı, bireyin önemsenmesidir. Yani kurumsal olarak bir camianın kurtarılmasından ziyade bireylerin kurtarılması veya önemsenmesi yoluna gidilmesinin kesin bir sonuç vereceğini bize tarih göstermektedir.

DAVA ADAMI OLMAK

Partinin yeniden bir "dava partisi" olması için her bir aktörünün "dava adamı" olması gerekmektedir. Dava adamı olmanın en bariz ve açık olan vasfı ise kendisini değil ait olduğu camiayı, grubu kendisinden daha çok düşünmektir. Kendisi kazandığı halde partisi kaybettiği için yüreği burkulan, camiasının yutkunması bir ok gibi yüreğine saplanan kişilerden bahsediyorum.

Seçimlerden sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi ilk kez toplandı. Büyükşehir Belediye Başkanlığını yeniden kazanan Ekrem İmamoğlu, meclise CHP grubu tarafından verilen önerinin oy çokluğu ile kabul edildiğini ve AK Parti grubunun verdiği teklifin de ret edildiğini müstehzi bir gülümseme ile duyurup üzerine bir bardak su içtiğinin görüntüleri, AK Parti grup başkanı M. Tevfik Göksu'nun mahsun bakışlarının eşliğinde medyaya düştü. Gardı düşmüş, sorumluğun verdiği yükün ağırlığını hissederek yutkunan o görüntü, kendi ilçesinde seçimi kazanan bir adamın ruh halini yansıtmıyordu. Nitekim muhalif medya da konuyu gün boyu "İmamoğlu mutlu, Göksu üzgün" başlığıyla haber yaptı.

Tabii bu görüntü/haber sosyal medyanın da gündemine oturunca doğal olarak insan "Niçin bu hale gelindi" diye düşünmeden edemiyor. Siyasi rekabetin yenilgisi bir spor müsabakası gibi değildir, beş yıl boyunca devam eder ve edecektir de. Dahası hem de her an ve her gün.

Sorumluluk sahibi aktörler

Tekil bir aktör üzerinden bütün bir siyasi camiayı değerlendirmek istemem ama sosyolojik gelenek bize, kurumsal ıslahatlardan ziyade birey eğitimi ve ıslahının ve sorumluluk bilincinin büyük toplumsal krizlerin aşılması için ideal yol olduğunu göstermektedir. O halde bu krizi atlatmanın uzun erimli yolu "sorumluluk" sahibi aktörlerle yola devam etmektir. Ya da böyle aktörlerin yetiştirilmesine hemen şimdi başlamaktır. Çünkü onlar vakarını yitirmeden kaybedilenin farkında olurlar. Aynı zamanda da bir yük biner omuzlarına ve uykusu kaçar onların. Oysa M Tevfik Göksu'nun kişisel olarak kaybettiği bir şey yok, kendi ilçesinde başkanlığını dördüncü kez kazanmış, deyim yerindeyse ununu elemiş eleğini de asmış.

Kişisel olarak siyasi ve kültürel rekabetleri gündelik hayatın önemli bir parçası olarak görenlerdenim. Sahip olduğum inancın ve medeniyetin, siyasi düşüncenin ve coğrafyanın rakiplerine karşı her alanda bir adım önde olmasına çılgınca sevinen ve geride kalmasına da kahrolan birisiyim. Sanayi devrimi, tarım devrimi, siyasi devrim ve kentleşme politikaları bağlamında gelişmiş ülkelerin elde ettikleri başarıyı gıpta ile anlatırım ve onların bu gelişmişlikleri karşısında hep yutkunup dururum, içimde her daim bir ukde kalmıştır.

Kültürüne güven

Bunun bilinç altı veya üstü nedenleri ayrıca konuşulabilir ama bir gerçek var ki Anadolu insanı sahip olduğu değerlerinden çok emin ve kültürüne olan güveni sonsuz derecededir. Keza hem bugün hem de dün asıl sorunumuz insan sorunudur, sosyal sermayenin kalitesi meselesidir.

2007-2009 arasında bir grup meslektaşımla, Ceza Tevkif Evlerinde Töre ve Namus Cinayeti İşleyen Mahkumlarla ilgili bir araştırma projesi yürüttüm. Yaklaşık Türkiye'deki elli cezaevinde ikiyüz kişi ile ve her birisinin altı-yedi saat sürdüğü görüşmelerimiz oldu bu mahkumlarla. Bu çalışma esnasında konu dışı dikkatimi çeken en ilginç durum ise bazı kurumların dünyaya örnek olacak şekilde sağlıklı ve huzurlu olması ve bazılarının da tam bir cehennem gibi olmasıydı. Bir yönetici bana her kurumun yönetmeliğinin, tabi olduğu harcama usul ve esaslarının, mimarisinden kadrosuna, odalarının büyüklüğünden konumuna ve kişi başına ayrılan ödeneğe kadar hepsinin tüm ülkede standart ve belli olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Peki o halde niçin bazı kurumlar "tertemiz ama bazılarında rutubet kokuyor" dediğimde tek cümle ile cevap vermişti; "Sorumluluk sahibi yönetici".

Siyaset için de en ideal aktör kimdir diye sorulsa muhtemelen ilk akla gelecek olan budur ama reel politik bu kanaati değiştirdi ve işler sarpa sardı. Sorumluluk sahibi kişiler, kendilerini değil ötekiyi düşünenlerdir. Siyasetin de asıl gayesi daha iyi olduğuna inanılan bir konuma toplumu taşımak değil midir?

Bilindiği gibi Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle de Sultan II. Abdülhamit Han döneminde, Osmanlı'nın en büyük çabası devletin ayakta kalmasını sağlamaktı. Bu dönemde hem padişahın hem de imparatorluğun varlığı için canını vermeye hazır olan devlet erkanının cevabını aradığı soru çöküşün nasıl durdurulabileceğiydi. Sultan II. Abdülhamit, eli kalem tutan her aydın ve alimden önerilerini yazmasını ve yazdıklarını da bir "Lâyiha" şeklinde kendisine takdim edilmesini istedi.

Bunlardan Deli Nusret namındaki alim, devletin karşı karşıya olduğu sıkıntının asıl kaynağının "kaht-ı rical" olduğunu yazdı. Dahası o da yukarıda bahse konu ettiğimiz gibi toplumun veya devletin kurumsal olarak değil, bireysel olarak ıslah edilmesi gerektiğini yazdı. Dahili hastalığı olan birisine harici tedavinin bir faydası olmayacaktır, dedi. Bu konuda niçin iyi aktörlerin yetiştirilemediği de ayrıca bahsi diğerdir.

Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinde Grup Başkanı olarak M. Tevfik Göksu'nun orayı rakiplerine dar eden duruşu ve varlığı yerini sessizliğe bıraktı. Bu durumu kim dert ediyor ve kimin uykusu kaçırıyor dersiniz?

Bence bu sızıyı en çok yüreğinde kim hissediyorsa bu yükü sırtlayacak olan da odur.

[email protected]