Soykırım denilince artık akla Holokost gelmiyor

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
7.10.2025

Sumud ile tekil tepki ve girişimler ilk kez çoğul bir biçime dönüştü. 44 ülkeden gelen aktivistlerin arasında Avrupa, Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkelerden katılımcılar var. Bunlara Güney Afrika ve İslam ülkelerinden katılımcıları da eklersek önümüzde Sumud'un serüvenini hukuka taşıyabileceğimiz, hukukta Gazze meselesine büyük bir koruma alanı oluşturabileceğimiz ve eski tanımları ve tarifleri bir çırpıda yıkabileceğimiz bir imkân var… Sumud denizde başardı, karada da yeni bir kampanyaya dönüşmeli: “Gazze'deki soykırımı tanı!”


Soykırım denilince artık akla Holokost gelmiyor

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu

Dünyanın tecrübe ettiği en büyük insanlık kıyımı yaşanıyor. Herkes ayakta... Bu durum uluslararası toplumun vicdanına dokunuyor. Mesele siyaset, din ve sosyolojiden bağımsız halde. Her vicdan sahibi kendisini yükümlü hissediyor. Bu tepkinin tahkim edilmesi ve unutulmaması için hukuken yapılması gerekenler var. Bunların başında da Gazze'de yaşanan soykırımı önce yargı kararlarına ve sonrasında "ifade özgürlüğünün" istisnaları haline getirmek ve mümkünse bu bağlamda özel mevzuatlar ihdas etmek gerekiyor... Peki bunu nasıl yapacağız? Bugün bu konuyu tartışmaya açmak ve birkaç öneri sunmak istiyorum.

"Nasıl yapacağız?" sorusuna cevap bulmadan önce gerekliliğini tartışmak gerekiyor sanırım. Zira "zaten her şey göz önünde" denebilir. Ya da bu "ne işimizi yarayacak?" diye sorgulanabilir. Aliya'nın ifadesi ile "unutulan acı tekrarlanır". Hamas, 7 Ekim'deki tepkiyi göstermeseydi de Gazze için durum değişmiyordu. İnsani yaşama standartlarının altındaki tablo her geçen gün derinleşiyordu. Sessiz işgal devam ederken "yeni bir şey oldu". Tüm dünyadaki angajman değişti. Olayların ilk günlerinde Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin "Belediye başkanlarımız, Filistin yanlısı gösterilere müdahale edecek..." biçimindeki ifadesini ve sonrasında gelen Filistin bayrağının ve kefiyenin terör unsuru (alameti) sayılacağı yönündeki kabulleri hepimiz hatırlıyoruz değil mi? Peki şimdi ne durumda bu tablo? Hollandalı politikacıların çoğu meclislerine bu alametler ile giriyor... Avrupa'da bazı ülkeler açıktan karşı halde! Gereklilik sorusunun cevabı burada bence: Bundan daha iyi bir zamanlama olamaz. Zulüm devam ediyordu ama konjektürel durum değişti... Hükümetler, "ayağa kalkan" halklarını görmezden gelemezler artık...

Elde ne var?

Uygulanma ve harekete geçirme adına zayıf kalsa da İsrail aleyhine hukuki açıdan eldeki envanter büyüyor. Bunun iki yönü var. Birincisi yargısal içtihatlar. Diğer ise uluslararası kararlar. Bu anlamda Uluslararası Ceza Mahkemesinin "kişi yargılayan" niteliği önemli. Soykırımcılık ifadesinin birkaç isme indirgenmesi de olsa bu durum bir tespit içeriyor. 21 Kasım 2024 gününden beri Netenyahu ve Galant için uluslararası ulaşım zorlaştı. Benzeri bir tespit ülke bazlı da gerçekleşti. Aynı yılın mayıs ayında Güney Afrika, Netanyahu için tutuklama emri çıkardı. Yargısal bir başka durum ise Uluslararası Adalet Divanında (UAD) gerçekleşti.

Kendisini maruz kaldığı acılar sebebiyle "soykırım" konusundaki sorunlara müdahale etmede "kayyım" olarak gören Güney Afrika Cumhuriyeti Soykırım Sözleşmesini (1) ihlal ettiği gerekçesiyle 29 Aralık 2023'te İsrail aleyhine UAD'de dava açtı. Divan, 26 Ocak 2024 tarihinde verdiği tedbir kararlarında, "İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için tüm önlemleri almasına, Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze'deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetler ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına ve Gazze'deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına" hükmetti. Bu soykırım var demekten önceki en güçlü vurgu!

"Hukuki görüş"

Bunlar olurken Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 30 Aralık 2022'de Uluslararası Adalet Divanından İsrail işgaline ve İsrail'in işgal altındaki topraklardaki uygulamalarına dair talep ettiği hukuki görüş UAD tarafından yaklaşık bir buçuk yıl süren bir incelemeden sonra 19 Temmuz 2024'te açıklandı. Bu görüşün bağlayıcılığı olmasa da tespitlerinin işimize yarayacağı çok net. Bu görüşte özetle şunlar var: (1) İsrail'in 1967'de işgal ettiği ve bir kısmından da çekilmediği topraklar Filistin devletine aittir. (2) İşgale son vermedikçe İsrail'in hukuki sorumluluğu devam etmektedir. İşgalin uzun sürmesi İsrail'e bir hak kazandırmaz. (3) Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi bu işgali sonlandırmak için her türlü adımı atabilir. (4) İsrail'in çekilmesi sadece askeri ve siyasi olarak anlaşılmamalıdır. Yerleştirdiği "yerleşimcileri" (mülk hırsızlarını) oradan çıkarması gerekir. (5) Ve "bütün devletlerin İsrail devletinin işgali altındaki Filistin topraklarındaki hukuka aykırı varlığından kaynaklanan durumu yasal olarak tanımama ve İsrail işgalinin devam etmesiyle oluşturulan durumun sürdürülmesinde yardım veya destek sağlamama yükümlülüğü" altında olduğu da tespit edilmiştir.

Lemkin ne yaptı?

Gazze'deki soykırımın hukuki boyutunu nasıl inşa edeceğimize dair en önemli yöntem, genosit kavramının uluslararası hukukta nasıl yer aldığına dair serüveni bilmekten geçiyor. Genosit ifadesini ilk olarak 1944'te Avukat Raphäel Lemkin kullanıyor. 1900 yılında Polonyalı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğan "Lemkin, bu terimi Nazilerin Holokost sırasında Yahudi halkını sistematik olarak öldürme politikalarına yanıt olarak, ancak aynı zamanda tarihte belirli insan gruplarını yok etmeyi amaçlayan hedefli eylemlerin daha önceki örneklerine de yanıt olarak geliştirmiştir." Ve sonra Lemkin, soykırımın uluslararası bir suç olarak tanınması ve kanunlaştırılması için bir kampanyaya başlar. Amerikalılar ile beraber Nürnberg duruşmalarına katılıp bu ifadeyi tutanaklara geçirir. Bunun gibi birçok süreçte bu kavramın yerleşmesine çalışıyor ta ki 9 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler, Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni kabul edinceye kadar... Sonrası bildiğimiz kronoloji: Soğuk Savaş'taki durulma. ABD'nin sözleşmeyi imza etmesi. Eski Yugoslavya savaşları. BMGK'nın Lahey'de eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran 827 nolu kararı. Ruanda meselesi. 1998'de Jean-Paul Akayesu'nun ilk fail olarak ceza alması. Darfur soykırımı.... Ve şimdi Gazze sınavımız...

BM'nin kararları...

18 Eylül 2024'deki özel oturumunda BM Genel Kurulu, İsrail'in İşgal Altındaki Filistin Topraklarında uzun yıllardır devam ettirdiği yasa dışı varlığını, kararın kabulünden itibaren en geç 12 ay içinde sona erdirmesine dair karar aldı. Bugünlerde Trump Planı olarak sunulan teklifin tarihi ile BM kararının vadelerinin örtüşmesi bir tesadüf değil... Bu kararın mahiyeti itibarıyla tavsiye kararı olduğu ve bir bağlayıcı olmadığı düşünülse de UAD'ın görüşü ile uyumlu bir karara dayanarak devletlerin uygulamaya gitmesi halinde, İsrail'e karşı girişilen her durumu hukuka uygun kılıyor. Tavsiye "uygulama zorunluluğu içermez" ifadesine şunu da eklemek ve unutmamak gerekiyor: Bu tavsiyeye uyarak adım atan ülkeler hukuka aykırı iş yapmamış demektir ve sorumlu tutulmazlar...Bu BM'nin tüm tavsiye kararları için geçerli bir detaydır!

Gemilerden filolara...

Eldekilere ve yönteme dair birkaç nottan sonra şimdi gelelim bugüne! 2008'de Liberty ve Arion ile başlayan Mavi Marmara ile devam eden süreçte, her Gazze ablukası döneminde bir gemi gündemimizdeydi. Sumud ile tekil tepki ve girişimler ilk kez çoğul bir biçime dönüştü. 44 ülkeden gelen aktivistlerin arasında Avrupa, Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkelerden katılımcılar var. Bunlara Güney Afrika ve İslam ülkelerinden katılımcıları da eklersek önümüzde Sumud'un serüvenini hukuka taşıyabileceğimiz, hukukta Gazze meselesine büyük bir koruma alanı oluşturabileceğimiz ve eski tanımları ve tarifleri bir çırpıda yıkabileceğimiz bir imkân var... Sumud denizde başardı, karada da yeni bir kampanyaya dönüşmeli: "Gazze'deki soykırımı tanı!"

"Fırsatın kazası olmaz"

İlk aktivist grubunun THY ile İstanbul'a inmesi... Onlar yakalandığı anda İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıklarının soruşturma başlatması... Adalet Bakanlığının duruma vaziyet ederek tüm gelenlerin ifadesini alması ve onlarla ilgili adli tıp kontrolü yapması... Basit görünse de ileride bir çığa dönüşebilecek birer kartopu hükmünde bence. Zira, aktivistler ilk bizim hukukumuza tabi oldular. Gerek bindikleri uçak ve gerekse indikleri yer olarak. İlk hukuki muhatap biz olduk. İkinci durum ise dünya neler olduğunu ilk bizim aktivistlerimizin ifadeleri ile öğrendi! Bu fırsatın dünyayı saran bir kampanyaya dönüşmesi için meselenin hukuki yönünün bundan sonrasını beş temel sütun üzerine kurmak gerekiyor sanırım.

BİRİNCİSİ: Dünyanın her yerinden gelen aktivistlerin maruz kaldığı muameleyi kendi ülkelerindeki yargılamalara konu etmesidir. Öncelikle suçlar bağlamında ve aynı zamanda birer tazminat talebi ile konuyu gündemde tutmak gerekiyor. Bu minvalde Gazze'nin Filistin hukukuna tabi olması sebebiyle buradaki yargı kurumlarının ihmal edilmemesi de gerekiyor. Bir başka durum ise tarafsız devletlerde de yargı kurumlarının her ihtimale karşı işletilmesi yöntemi olacaktır.

İKİNCİSİ: Avrupa ligine dair adımları plan dahiline almaktır. Avrupa Birliği içinde yargı kurumları var. Divan, Birlik kurumu veya gerçek ya da tüzel kişi tarafından açılan davalar hakkında karar veriyor. Üye ülke mahkemelerinin talebi üzerine, Birlik hukukunun yorumlanması veya Birlik kurumları tarafından kabul edilen tasarrufların geçerliliği hakkında ön karar ve Antlaşmalar'da öngörülen diğer durumlarda karar vermekle yetkili. O zaman bu kurum nezdinde, bu muamele ve soykırım sebep tutularak "AB-İsrail İşbirliği" protokollerini tartışmaya açmak gerekiyor.

ÜÇÜNCÜSÜ: Avrupa Konseyinin yargı organı olan AİHM'in harekete geçirilmesi ve ileri bir yoruma zorlanmasıdır. Bunun Türkiye'den yapılacak başvurular ile de gerçekleşmesi mümkün. Ancak Türkiye bu konuda "Filistin'in garantörü" gibi görüldüğü için tek başına atacağı adımlara değil daha kitlesel ve sistematik bir girişime ihtiyaç var...Diğer Konsey ülkelerindeki ulusal yargılamaya konu meselelerin AİHM'e taşınması konusunda bir sivil hukuki işbirliği mekanizması kurmak, AİHM nezdindeki adımları güçlendirecektir.

DÖRDÜNCÜSÜ: Meselenin bir de Amerika İnsan Hakları Mahkemesi boyutu var. Kosta Rika'nın San José kentinde bulunan uluslararası bir mahkeme bu. ABD, Kanada, Küba mahkemenin yargılamasına taraf değil ama neredeyse tüm Amerika bu kapsamda... Mahkemenin bir özelliği AİHM'den farklı olarak görüş bildirme durumu. Bunu daha geniş bir çerçevede ele alabiliyor. Aynı durumun Afrika İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde yürütülmesi de mümkün. Mahkemenin coğrafi konum itibarıyla Libya ve Mısır sebebiyle sürece daha farklı bir müdahale yorumu yapması olası!

BEŞİNCİSİ: İslam İşbirliği Teşkilatı nezdinde adhoc bir "yargı kurumu/komisyonu" kurulması ve meseleye müdahil olmasıdır. Yargılama kriterleri ise Filistin ve Gazze bağlamındaki bu son olayı araştırmakla başlamalı. Zira olayın gerçekleştiği yer Filistin ve Filistin bu örgütün üyesi. Bu adım belki kalıcı bir mahkemenin de ilk adımı olacaktır İİT'için.

Hukuki durumun kazandıracak birçok şey olacaktır. Sonucu yaptırım odaklı düşünerek adımlardan imtina etmek büyük bir hata!... Bugün "soykırım" denilince akla gelen Holokost! Bu suç salt bu sebeple icat edildi belki ama bu kavram yerini artık Gazze'deki soykırım ifadesine bırakmalı. Uluslararası hukuk ders kitapları bu şekilde güncellenmeli. Mahkemeler içtihatlarında bu duruma atıf yapmalı. Bu bir kampanyaya dönüşmeli... Ve hatta bu konuda bir yasa taslağı oluşturulup tüm ülkelerde imzaya açılmalı... Genosit değil Gazzenosit diye bir soykırım biçimi var artık, failinin genosit kavramının kurucusu olduğu...

DİPNOT

(1) 1948 Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi

(2) Definitions of Genocide and Related Crimes, https://www.un.org/en/genocide-prevention/definition

(3) https://www.star.com.tr/yazar/filo-yoluna-hukukla-devam-eder-yazi-1969013/