Soykırım ve sürgünün 156. yılında Çerkeslerin varoluş mücadelesi

Umut Berhan Şen / SASAM Uzmanı, Yazar
23.05.2020


Soykırım ve sürgünün 156. yılında Çerkeslerin varoluş mücadelesi

“Bu gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü.’’

Rus Tarihçi Y. D. Felisin

Dünya, son beş aydır yaşadığı büyük korku ve tehdidi atlatmaya çalışıyor. Bugüne dek yaklaşık 300 bin insanın yaşamını yitirdiği ifade ediyor. Büyük bir trajedi ve direniş olarak da görülebilecek Covid-19 ile mücadele sürecinde, Mayıs ayının ikinci yarısında, hatırlamamız gereken büyük bir insanlık trajedisi daha var: 21 Mayıs Büyük Çerkes Sürgün ve Soykırımı…

En yoğun Türkiye’de

Çerkesler, Kuzey Kafkasya’nın otokton (yerli) halkıdır ve binlerce yıl bu coğrafyada yaşamıştır. Dilleri bir insanın çıkarabileceği tüm sesleri barındırır. Efsanevi Elbruz dağlarının güzellik, cesaret ve gizemini yansıtan büyüleyici bir kültürleri vardır. Dolayısıyla, Çerkesler olmadan Kuzey Kafkasya, Kuzey Kafkasya olmadan Çerkesler düşünülemez. Antik Yunanlar, Çerkesya’dan “Siraces” olarak bahsetmiştir. Ünlü tarihçi Heredot ise, yazdığı tarih kitabında Çerkeslerden ‘Kerketler’ diye bahsetmektedir. Çerkesler, Kuzey Kafkasya’da, tarihi Çerkesya’yı anavatanları olarak kabul etmektedirler. Kuzeybatı Kafkas dillerinin Adığe-Abhaz grubundan Çerkesçeyi konuşurlar. Çerkes Soykırımı ardından Kafkasya’dan Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürülmüşlerdir ve bugün Türkiye, Ürdün, Suriye ve Filistin gibi ülkelerde yaşarlar. Dünyada en büyük Çerkes nüfusu anavatanları olan Kafkasya’da değil Türkiye’de bulunmaktadır. Batı Çerkesleri ve Doğu Çerkesleri olmak üzere iki ana kola ayrılan Çerkesler 12 ana boydan oluşurlar. Bu 12 boy; Ubıh, Şapsuğ, Abedzah, Natukhay, Bjedugh, Temirgoy, Abhaz, Hatukay, Mahoş, Besleney, Brakiy, Karaçay ve Kabardeylerden oluşur. Günümüzde 3 bin kişilik bir Hıristiyan topluluk dışında Çerkeslerin tamamına yakını Müslüman’dır.

80 ses içeren özgün dil

Avrupa ile Asya arasında doğal bir köprü görevi gören Kafkasya, sahip olduğu bu stratejik önem nedeniyle daima büyük güçler tarafından kontrol edilmek isteniyordu. Rusya’nın güçlenerek ticaret yolları üzerinde söz sahibi olmak istemeye başlaması, Kafkasya için bir felaket anlamına geliyordu. Yaklaşık 300 yıl süren ve her iki taraf için de büyük kayıplar anlamına gelen savaş, 21 Mayıs 1864 tarihinde Rus Çarlığı’nın nihai zaferi ve Çerkes direnişinin kırılmasıyla son buldu. Zaten 1859’da Şeyh Şamil’in teslim olması bir kırılma noktası olmuştu. İkinci kırılma noktası ise son bağımsızlık savaşını destansı biçimde yürüten Hacı Giranduk Berzeg liderliğindeki Ubıh’ların yenilgisiydi. Böylece, Kafkasya’nın son bağımsız bölgesi olan bugünkü “Büyük Soçi” bölgesinin de 1864 yılı baharında Rus orduları tarafından işgali üzerine, diğer Çerkes halkları olan Adıgeler ve Abazalar ile birlikte, binlerce yıllık yurtlarından kitle halinde Osmanlı topraklarına sürüldüler. Suriye, Ürdün vb. ülkelerdeki Çerkes sürgünlerine karışmış küçük grupları ve Kafkasya cumhuriyetlerinde yaşayan birkaç aileyi saymazsak, günümüzde Ubıhlar’ın tamamına yakını Türkiye’de yaşıyor. Ubıhlar’ın Abaza ve Adıge dilleriyle akraba ve bir anlamda da bu dillerin kökü sayılan ve birçok dilci tarafından eski Hatti diline bağlanan, seksenin üzerinde ses içeren özgün dili de, ne yazık ki, Ruslar tarafından sürgün edildikleri Osmanlı topraklarında ve Türkiye’de yok oldu.

Ubıhlar’ın yaşadıkları ülke dillerine asimile olmamış olan grupları, günümüzde anadilleri olarak, anayurtlarında yaşarken de büyük ölçüde bilip kullandıkları, Adıge ve Abaza dillerini günlük yaşamlarında kullanıyorlar. 1864’teki büyük Çerkes sürgününden günümüze kadar 150 yıl geçti. Bu süre içinde ne Türkiye’de, ne de Çarlık Rusya’sında ve SSCB’ de, Adolf Dirr, George Dumézil vb. dilbilimcilerin, Ubıh dili ile ilgili çalışmaları dışında, onların sosyo-kültürel yapısını, tarihini ve sürgündeki durumlarını inceleyen bilimsel açıdan somut bir eser yayınlanmamıştır. Bu konuda ne bir bilimsel teze ne de bir makaleye rastlanılmamaktadır.

21 Mayıs 1864’te Osmanlı topraklarına sürgün edilen Çerkes sayısı 1.5 milyon kişi olarak hesaplanır. Fakat bu nüfusun yaklaşık üçte biri yollarda ve yerleştirildikleri bölgelerde, salgın hastalıklar, açlık ve kötü yaşam koşulları nedenleri ile yok olmuştur. Merhum Prof. Dr. Kemal Karpat 1859-1864 arasında çoğu Çerkes olmak üzere yaklaşık 2 milyon Kuzey Kafkasyalının göç ettiğini, bunların sadece 1.5 milyonunun yeni yerleşim yerlerine ulaşabildiğini tahmin etmektedir.

21 Mayıs 1864, 300 yıl süren Kafkas-Rus savaşlarının sona ermesi ve Kuzey Kafkas halklarının sürgüne zorlanmasının başlangıç tarihidir. Bu tarihten sonra Çerkes toplulukları dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır. Sürgün süreci içerisinde birçok insan hayatını kaybetmiş, sürüldükleri topraklarda ise hastalık, açlık ve yoksulluk gibi problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Sürgün yolunda çekilen çileler, yolda telef olanların feci durumları Trabzon’daki Rus konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekte olan General Katraçef’e yazdığı raporda şöyle anlatılır: “Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70 bin Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde yedi kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24 bin 700 kişiden şimdiye kadar 19 bin kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63 bin 900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110 bin kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4 bin 650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım.” İşte bu suretle peş peşe sürüp gelen felaketlerin ve musibetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve faziletkar milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskan edilmiştir.’’

Birçok gemi battı

Dünya tarihinin en büyük kitlesel nüfus ve soykırım hareketi olan Çerkes sürgünü esnasında Osmanlı tekne ve gemilerine binmek için aç bîilaç kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp taşıma kapasitesinin çok üzerinde biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon’daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı.

Modern ve hümanist geçinen Batı uygarlığı, Çerkes soykırımı ve sürgünü karşısında sessiz kalmıştır. Mesela, 7 Temmuz 1864’te Kafkasya’nın tamamıyla işgal edilişinden sonra Karl Marx, New York Tribune gazetesindeki köşesinde şu ifadeleri kullanıyordu: “Rusya’nın Kuzey Kafkasya halkına karşı uyguladığı zecri tedbirler ve Avrupa’nın ahmaklık derecesindeki ilgisizliği ve görmezlikten gelişi, Rusya’nın işini kolaylaştırıyordu. Polonya inkılâbının boğulması ve Kuzey Kafkasya’nın işgali 1815’ten bu yana Avrupa için önem arz eden en büyük iki olaydır.”

Diller Dağı’ndaki etnik çeşitlilik

Çerkeslerin atayurdu olan Kuzey Kafkasya’nın doğal güzellikleri Rus edebiyatına mal olmuştur. Mesela, ünlü Rus romancı Puşkin’in “Kafkas Mahkumu” adlı şiiri, Lermontov’un Çağımızın Bir Kahramanı adlı romanı ve Tolstoy’un Kazaklar ile Hacı Murat adlı romanlarında bu güzelliklerden bahsedilir. Kuzey Kafkasya’nın yüksek dağları ve derin vadileri kadim halk efsanelerine de ilham kaynağı olmuştur. Prometheus bu topraklarda zincire vurulmuş, Argonotlar altın postun yatağını buralarda aramış, ilahiliğin ve sonsuzluğun sembolü olan mitolojik kuş Simurg Kaf Dağı’nın yüksek tepelerinde uçmuştur. Kuzey Kafkasya, Avrasya’nın etnografik açıdan en karmaşık bölgesini oluşturmaktadır. “Diller Dağı” olarak da bilinen Kafkas Dağları, farklılıkları ile insanı şaşırtan pek çok etnik topluluğa ev sahipliği yapmaktadır. Bu toplulukların bazıları çok eski çağlardan beri bu bölgede yaşayagelmiştir. Bu gruplarca aşağı yukarı elli dil konuşulmaktadır ve bunların çoğunun dünya üzerindeki diğer dillerle hiçbir akrabalığı bulunmaz. Bu dil karmaşık ve egzotik karakterleri ile Avrasya’nın diğer dillerinden de farklıdır. Bölgede üç farklı yerli dil ailesi bulunmaktadır; Güney-Kartvel, Kuzeydoğu ve Kuzeybatı. Kuzeybatı dilleri olan, Abhazca/Abazaca, Ubıhca ve Adıgece bölgenin belki de en karmaşık dillerindendir.

Yıllar süren onurlu direniş

Çerkesler, tarihinden ve manevi değerlerinden gelen olağanüstü bir kültür mirasının üstüne, bir de acıyı, katliamları ve sürgünü yaşamıştır. Dolayısıyla Çerkes Sürgünü, aslında kitlesel bir imha soykırımı niteliğinde yaşanmış bir trajedidir. Dünyanın gözü önünde, tüm Kuzey Kafkas halkları öncelikle Türkiye’ye, bir bölümü ise Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasına sürgün edilmiştir. Tarihin en eski ve kadim çağlarından beri yaşadıkları atayurtları Kuzey Kafkasya’da eşsiz bir dil ve kültür geliştiren Çerkesler yüzyıllarca süren onurlu direnişlerine rağmen Rus Çarlığı’nın yayılmacı politikaları ve stratejik hedefleri doğrultusunda soykırıma uğramış ve Atayurtlarından sürgün edilmiştir. Çerkesler gelenek açısından İslamiyet ile uyumlu bir toplumdur. Osmanlı Devleti Çerkes toplumunu her zaman benimsemiştir. Türkiye’ye yerleşen Çerkesler kültürlerini de bu topraklara getirmiş ve kabul görmüşlerdir. Türkiye’yi vatan olarak büyük bir aşkla benimsemiş ve Türk milletine sevgi ve saygıyla, derin kardeşlik duygularıyla bağlanmışlardır.

1864 Büyük Çerkes Sürgün ve Soykırımının 156. yılında, Çerkes halkının varoluşu açısından en önemli üç kavram bulunmaktadır: Soykırım, sürgün ve asimilasyon. Çerkesler, bir toplum olarak varlıklarını sürdürebilmek için bu üç faktöre karşı, nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, tüm temel insan haklarının güvence altına alınması ve korunması; Kuzey Kafkasya’ya dönüş hakkının kabul edilmesi ve atayurttaki nüfusun belirli bir asgari düzeye ulaşması; ve uğradıkları tarihsel haksızlığın, soykırım ve sürgünün etkilerinin telafi edilmesi için mücadele veriyorlar.

[email protected]