Soykırımcı Siyonazist İsrail ve ahlaki iflas

Dr. Öğr. Üyesi Ali Ruhan Çelik/ Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı
3.09.2025

Gazze'de bugün büyüyen çocuklar sadece kayıplarının yasını tutmakla kalmıyor. Onlar aynı zamanda bir kolektif travmanın mirasçıları... Yapılan psikopolitik araştırmalar bize kolektif travmaların kuşaklar boyunca aktarıldığını öğretir. Holokost'un Yahudi halkında bıraktığı derin yaralar nasıl İsrail'in ulusal kimliğini şekillendirdiyse, 1940'lardan bugüne Filistin ve Gazze'deki yıkım da Filistinli kuşakların kimliğine öfke ve direniş olarak kazınmaktadır.


Soykırımcı Siyonazist İsrail ve ahlaki iflas

Dr. Öğr. Üyesi Ali Ruhan Çelik/ Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı

Gazze'de yaşananlar artık diplomatik dille yumuşatılacak bir mesele değil. Bu durum çıplak gerçeğiyle soykırımdır. Kadınların, çocukların, yaşlıların sistematik biçimde öldürülmesi, açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılmak istenmesi, temel insani yardımların engellenmesi sadece "savaş suçu" değil, bir halkı bütünüyle yok etmeye dönük eylemlerdir. Bu noktada kelimeleri özenle seçmek gereksizdir çünkü sahadaki gerçeklik, kullanılan tüm diplomatik örtüleri çoktan yırtmıştır. Gazze, sadece Filistin halkının değil bütün insanlığın gözlerinin önünde apaçık bir yok etme projesine maruz kalmaktadır.

Travmadan saldırganlığa

Hiçbir mağduriyetin bir millet üzerinde soykırım yapmaya haklı sebep oluşturmayacağını öncelikle belirtelim. İsrail'in kolektif belleği Holokost'un derin yaraları üzerine kuruludur. Sistematik imha, toplama kampları, kitlesel kıyım... Bu geçmiş, İsrail'in kimliğinin kurucu öğelerinden biri olmuştur. Ancak politik psikolojik bir perspektifle: toplumsal travmalar işlenmediğinde, sağaltılmadığında, empatiye değil saldırganlığa dönüşebilir. Kurbanın belleği, yeni kurbanlar yaratma eğilimine kayabilir.

Soykırımcı İsrail "bir daha asla" şiarını tekrarlarken bu sözü yalnızca kendisi için geçerli kılmaktadır. "Bir daha asla kurban olmayacağız" ifadesi "yaşamak için başkalarını kurban edeceğiz" saplantısına dönüşmüştür. Burada söz konusu olan yalnızca güvenlik refleksi değildir. Güvenliği kutsallaştıran bir psikolojik yapı her tehdidi varoluşsal bir tehlike gibi algılamaktadır. Bu durumda sonuç kaçınılmazdır. Bütün bir masum halk yok edilmesi gereken bir kitleye indirgenir.

İdeolojik imha planı

Dehumanizasyon, yani insandışılaştırma soykırımların en temel psikolojik mekanizmalarından biridir. İsrail'in resmi söyleminde Gazze halkı sık sık "terör yuvası", "geleceğin tehdit kaynağı" gibi ifadelerle anılmakta; çocuklar bile potansiyel düşman olarak kodlanmaktadır. Bir grubun insani niteliklerden arındırılması, şiddeti meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun geniş kesimlerinde vicdani direnç bariyerini de ortadan kaldırır.

Gazze'de açlığın kitlesel biçimde dayatılması, ilaçların ve temel sağlık hizmetlerinin engellenmesi, altyapının topyekûn yok edilmesi, yalnızca askeri hedeflere değil doğrudan sivillerin varoluşuna yöneliktir. İsrail'in politikası burada stratejik bir güvenlik arayışının ötesine geçerek ideolojik bir imha programına dönüşmektedir. İnsanların "insan" olarak görülmediği yerde öldürmek sadece mümkün değil olağan hale de gelir.

Batı'nın cılız sesi, suçluluk psikolojisi ve seyirci etkisi

Bu tabloya karşı dünyanın sessizliği ise en az saldırının kendisi kadar ürkütücüdür. Batı başkentlerinde demokrasi, insan hakları, özgürlük üzerine sayısız nutuk atılırken Gazze'deki çocuk ve kadın cesetleri çoğunlukla görmezden gelinmektedir. Bunun tek açıklaması çıkar siyaseti değildir. Batı'nın yöneticilerinde söz vicdana gelince halklarının vicdanının zerresine rastlayamayız. Çok şükür ki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın çabaları ve her kesimden kadirşinas vatandaşlarımızın desteğiyle Türkiye hem Gazze'ye en fazla insanı yardım yapan hem de uluslararası kamuoyunda en üst perdeden tepkisi dile getiren konumundadır.

Bazı ülkelerin bu cani soykırıma sessiz kalışı sosyal psikolojide seyirci etkisi olarak bilinen olguyu andırır. Herkes suçu görür, herkes farkındadır, ama herkes müdahale etmesi gerekenin başkası olduğunu düşünür. Böylece kolektif bir suskunluk doğar ve suçluluk psikolojisi de sesin çıkmasını engeller. Ancak bu suskunluk masum değildir; soykırımın devamını mümkün kılan, onu sürdüren bir suç ortaklığına dönüşür. Batı'nın halkları bu suç ortaklığına devam etse de vicdan sahibi onurlu halkları, Müslüman ülkelerin bazılarının yöneticilerinden daha çok işlev görmektedir soykırımı durdurma mücadelesinde.

Travmanın kuşaklararası aktarımı

Gazze'de bugün büyüyen çocuklar sadece kayıplarının yasını tutmakla kalmıyor. Onlar aynı zamanda bir kolektif travmanın mirasçıları... Yapılan psikopolitik araştırmalar bize kolektif travmaların kuşaklar boyunca aktarıldığını öğretir. Holokost'un Yahudi halkında bıraktığı derin yaralar nasıl İsrail'in ulusal kimliğini şekillendirdiyse, 1940'lardan bugüne Filistin ve Gazze'deki yıkım da Filistinli kuşakların kimliğine öfke ve direniş olarak kazınmaktadır.

İsrail'in saldırıları, kısa vadede sözde askeri zafer olarak sunulsa da uzun vadede kendi güvenliğini daha da kırılgan hale getirmektedir. Çünkü Gazze'nin travmatize edilmiş çocukları geleceğin öfkeli gençleri olacak; bu gençler barışa değil, daha fazla direnişe yönelecektir. Böylece soykırımcı İsrail yok olmaya mahkûm olacaktır.

İsrail'in çöküşü ve dünyanın suç ortaklığı

İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım politikaları yalnızca vicdani bir yoksunluk ve stratejik bir hata değil aynı zamanda ahlaki bir iflasın işaretidir. Holokost'un travmasını kendi kimliğinin merkezi haline getiren bir devletin bir başka halka daha fazlasını yaşatıyor olması en temel insani değerlerin çöküşünü ifade eder.

Bir toplum kendi tarihindeki en büyük vahşeti gerekçe göstererek başka bir halkı yok etmeye yöneliyorsa bu yalnızca bir güvenlik arayışı değil ahlaki çürümenin kanıtıdır. İsrail'in politikaları bugün yalnızca Filistinlileri öldürmüyor, aynı zamanda Yahudi halkının tarihsel hafızasını da kirletiyor, Holokost'un evrensel dersini siyasetin dar çıkarlarına kurban ediyor.

Sonuç olarak Gazze'de yaşanan soykırım yalnızca Ortadoğu'nun veya Müslümanların bir meselesi değildir. Bu insanlığın ortak vicdanını sınayan bir olaydır. Travma yüzleşilmediğinde şiddete dönüşür, sessizlik ise bu şiddeti daha da büyütür.

İsrail, narsistik çürük kişilik yapılanması, canavarca hisleri, vicdani yoksunluk ve soykırımcı anlayışı olduğu için yıllardır Filistin'lilere zulmetmekte, Gazze'yi yok etmekte ve (olmayan) meşruiyetini kaybetmektedir. Dünya ise bu yıkıma yeteri kadar müdahale etmeyerek tarihin en karanlık sayfalarından birine ortak olmaktadır.

Bugün Gazze'de insanlık öldürülüyor. Ve bu ölüm, sadece Filistin'in değil, insanlığın ortak utancıdır.