Soykırımın kanıtları

Rabia Yavuz, Mücahit Aydemir
19.01.2024

İsrail saldırısında şehit olan muhabir Muntasır es-Savvaf ilk kez yaralandığında şunları söylemişti: “Burada kalacağız. Her şeye rağmen işimizi yapmaya ve Gazze'den çektiğimiz görüntüleri göndermeye devam edeceğiz. Son nefesimize kadar devam edeceğiz. İşgalcilerin bize yaptıkları bizi işimizden alıkoyamayacak.”


Soykırımın kanıtları

Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanında İsrail'in aleyhine açtığı soykırım davasında mahkeme kayıtları halka açık olarak yapıldı. Bizler de dehşet içinde izledik davayı. Soykırım suçunun bütün şartlarının işlendiğini gösteren kanıtların sunulduğu mahkemede deliller arasında Anadolu Ajansının (AA) belgelediği fotoğraflar da yer alıyordu. Uluslararası Ceza Mahkemesinde Filistin halkını savunan Fransız Avukat Gilles Devers, AA muhabirlerinin çektiği bu fotoğraf ve videoları, "işlenen suçları tüm açıklığıyla ortaya koyan temel deliller" olarak nitelendirdi.

Dünyanın en büyük mezarlığı

Bir an için hayal edelim, öyle bir coğrafyada yaşıyorsunuz ki, 7 Ekim'den bu yana her top atışında veya atılan her füzede bir insan, bir kadın, bir çocuk veya yaşlı bir insan da dahil birçok kişinin öldüğünü biliyorsunuz. Üstelik dünyanın gözü önünde işlenen bu suçların hesabı da sorulmuyor, yardım gelmiyor ve yaşananların ne kadar süreceğine dair hiçbir fikriniz yok. Gazze'de hiçbir yer güvenli değil. Gidecek bir yeriniz yok çünkü tüm çıkışlar İsrail kontrolünde. Dünyanın en büyük toplama kampı haline getirilen Gazze şimdi dünyanın en büyük mezarlığı.

Bu zulüm yeni başlamadı

İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmü, aşağılaması ve işgalci politikaları yeni değil. Vicdanı olan herkes gibi bu işgalin sona ermesi için dualar ettik, protestolara katıldık, boykotlara iştirak ettik, mektuplar yazdık ve dilekçeler imzaladık. Yıllarca böyle bir zulmün büyüklüğünü asla kavrayamayacağımızı bilsek bile mazlumun yanında olmak için elimizden geleni yaptık. Her dakika bebeklerin öldürüldüğü, insanların açlıktan ölüme terk edildiği, insanların uykularında bombalandığı, tüfeklerle avlandığı ve topraklarından sürüldüğü bu suça vicdanımızın tüm sesiyle "Hayır!" dedik. Her geçen gün gazetecilerin, doktorların ve hemşirelerin öldürüldüğü bir dünyada yaşamanın büyük utancını ve öfkesini hissediyoruz.

Bazılarımız artık yaşananların kanıtlarına bakamıyor ve onları çok iyi anlıyoruz. Hiç kolay değil yaşanan zulmün kanıtlarına bakmak lakin gönlümüzü ve gözümüzü Gazze'den ayıramayız. Şahit olmak için, dikkat etmek için, bilmek ve umursamak için gönlümüz ve gözümüz Gazze'de. Beynimiz, kalbimiz ve hafızamız bunu unutmamalı. Unutulmamalı Gazellilerin yaşadıkları.

Hedefteki tanık: Muntasır es-Savvaf

Bizim şahitliğimiz de önemli, o kadar önemli ki, işlenen suçları sansürlemek için ellerinden geleni yapıyor suçun sahipleri. Gözümüzü ve gönlümüzü tüm olanlardan başka yere çevirmemizi istiyorlar. Uluslararası basın Gazze'ye alınmıyor. Sadece ölümle yüz yüze gelerek mesleğini yapan Filistinli muhabirlerin bize aktarabildikleri kadarını biliyoruz. Bir kez daha insanlık tarihi kadar eski bu suçun başlangıcını hatırlıyoruz Kabil ve Habil kıssası ile. Kitab-ı Mukaddes'te Allah Kabil'e kardeşi Habil'i neden öldürdüğünü sorduğunda Kabil'in yanıtı şöyle olur: "Eğer onu öldürdüysem, hani kanı nerede?" Kanıt yoksa suç da yoktur. Suç gözden saklanınca cinayet tamamlanmış olur. Oysa gözlerden ve gönüllerden uzakta değildir Gazze. Bu suçun sözde hukukun, siyasi çıkarların ve suç ortaklığının altına toprağın altına saklanır gibi gömülmesinin önündeki yegâne engel ise muhabirler. İkinci Dünya Savaşı ve 20 yıllık Vietnam Savaşı da dahil olmak üzere tarihin hiçbir döneminde bu kadar kısa bir zamanda Gazze'deki kadar çok gazeteci öldürülmedi.

Bu muhabirlerden biri de AA kameramanı arkadaşımız, meslektaşımız Muntasır es-Savvaf. Muntasır, Gazze'nin dirayetinin, adanmışlığının adıdır. Adı gibi, bu yolda canını verse de 'galip gelen' odur.

Ölüm makinesi İsrail

İsrail'in ölüm makinesi, ilk olarak 18 Kasım'da Muntasır'ın ve geniş ailesinin yaşadığı binayı hedef alarak evlerini yerle bir etti. Saldırıda anne-babası dahil ailesi ve yakınlarından onlarca kişiyi kaybeden Muntasır'ın kendisi de gözünden yaralanmıştı. Saldırının ardından kendisine ulaştığımızda, yoğun bombardımanın kesilmediği, hizmet veren hiçbir hastanenin kalmadığı Gazze merkezini terk ederek daha güvenli sayılabilecek güneye gitmesini istemiştik. Gözünün tedavi edilmesi için Mısır'a ve oradan da Türkiye'ye tahliye için resmi makamlar nezdinde onay alınabilirdi. Ancak o bunu istemedi. Gönderdiği ses kaydında kullandığı şu cümlelerdeki dirayeti ve adanmışlığı söyleyecek hiçbir söz bırakmadı:

"Burada kalacağız. Her şeye rağmen işimizi yapmaya ve Gazze'den çektiğimiz görüntüleri göndermeye devam edeceğiz. Son nefesimize kadar devam edeceğiz. İşgalcilerin bize yaptıkları bizi işimizden alıkoyamayacak."

Gözünün durumu için ise Muntasır, 'telefon ve internet aracılığıyla uzaktan' doktor tavsiyeleri aldı, onların verdiği direktiflere göre kendi kendine gözünü tedavi etmeye çalıştı.

Ölümün kıyısında habercilik

Muntasır, artık Gazze'de soykırım en vahşice sürdüğü Gazze şehir merkezinde kalarak görev yapan bir avuç gazeteciden biriydi. Aynen dediği gibi işini yapmaya ve Gazze'den görüntüler göndermeye devam etti. Bu görüntülerin her bir saniyesinde nasıl ölümün kıyısında görev yaptığına biz tanık olduk.

Nitekim Muntasır, 1 Aralık'ta kardeşi Mervan ile İsrail bombardımanında hedef alındı.

Bombardımanda ağır yaralanan ve yaklaşık yarım saat ambulans ve sağlık ekiplerini bekleyen ancak gelmemesi üzerine şahsi bir araçla Baptist Hastanesi'ne nakledilen Muntasır, çok kan kaybetmesi ve tıbbi yetersizlikten dolayı müdahale edilemediği için şehit oldu.

Kabil gibi, "Eğer suç varsa kanıtı nerede?" diyen İsrail'e toprağın altından ve üstünden ölümler sesleniyor. Asıl sesleniş ise belki de bize: Bu suçlar işlenirken sizler neredeydiniz?