Söylenmek zorunda olan nedir?

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
7.07.2019

Ne yapmasını istiyorsunuz muhafazakar Türk’ün? Gay Pride’ı olumlamasını ve böylelikle sosyal öğrenme sürecine katkıda bulunmasını mı? “İnsanların kimi sevdikleri sizi alakadar etmez” gibi suret-i haktan bir sloganı da dolaşıma sokuyorlar. Fakat sevmek ile bunu ideal norm olarak bir sosyal öğrenim sürecine dönüştürmenin farklı şeyler olduğunu görmek gerek.


Söylenmek zorunda olan nedir?

Günter Grass 2012 yılında Alman Süddeutsche Zeitung’ta, Fransız La Republica’da ve İspanyol El Pais’te eş zamanlı olarak “Söylenmek zorunda olan nedir?” isimli şiirini yayınladı. İsrail’in İran’a karşı tüm dünyayı mobilize etmesine ve bir atom savaşı çıkması ihtimaline karşı tüm insanlığı uyarmak isteyen Nobel ödüllü yazar tarifsiz bir tepki ile karşılaştı. Savaş sonrası dönemde ilk kez bir Alman entelektüel bu tondan İsrail’i eleştirmeye kalkıyordu. Sanki Grass, şiirinde “Ben doğruları söylüyorum ve bu sebeple antisemitist olarak yaftalayacaklarını da biliyorum; ancak korkmuyorum” dememiş gibi “antisemitist” olarak yaftalandı. Korkmuyorum demişti oysa. İsrail’i savaş arsızı bir devlet olmakla suçladı Grass. İrtikab ettiği zulümler ve savaş suçları her zaman II. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin çektikleri acılar ile perdelenen bu devlet “antisemitizm” argümanı gibi bir masuniyete sahipti ve eleştirilemezdi. Grass eleştirdi. Anormal tavırlar sergileyen İsrail’e “Anormal tavırlar sergiliyorsun” dedi. Ve bildik senaryo devreye girdi. Edebiyat çevreleri, eleştirmenler, siyasiler, İsrail lobisi hep bir ağızdan Grass’ı linç etti. 92 yaşındaki bir edebiyatçı için ne gam. Grass geri adım atmadı ve linç kampanyasına karşı tek bir açıklama yaptı: “Başıma geleceği biliyordum. Hayatının her safhasında antisemitizm karşıtı bir pozisyon ortaya koymuş benim gibi bir münevveri bu söylem ile baskılayamazsınız. Springer Verlag’a (Ki İsrail dostu olmak bu yayınevinde çalışmanın öncelikli şartıdır) ait gazetelerde ezeli ve ebedi Yahudi düşmanı olarak yaftalandım. Bu yaralayıcı, ancak demokrasinin bana sağladığı ifade özgürlüğü ile yanlışa yanlış demeye devam edeceğim.”   

Hayvanat bahçesi refleksi

Aynı günlerde Viyana’da bir rahip cemaatine “Sodom ve Gomore’nin günahını işleyen topluluğun gösterisinden uzak durun” dedi. Bu vaaz bir şekilde gündem oldu. Rahip homofobik ve nefret pompalayıcısı ilan edildi. Bir rahip ne desindi? Gözünüzün önüne şöyle bir manzara getirin, cadde boyunca gidip gelen kimi tır kimi at arabası yüzlerce araç. Bu araçların kimin üzerinde yatak, kiminin üzerinde bira fıçısı. Cinsel organını çevrede bulunan izleyicilere doğru sallayan erkekler, tır kasasında cinsel ilişkiye giren ve bunu bir görsel şova dönüştüren çiftler. Gladyatör kıyafeti giymiş şekilde sevişen erkekler... Bir rahip ne desindi? Bir şey fobik olmanın yeterince ayıp sayıldığı bir toplumda bir rahibi homofobik ilan edip yaftalamak, yarattığı paradoksu bir yana bırakın saçmalığın daniskası değil midir? Öyledir.   

Alber Bandura’nın gözlem yolu ile öğrenme teorisi basittir. Kişi bir sinyal ile karşılaşır, bu sinyal hafızaya nakşolur. Bu nakşolma görsel bir şekilde, bir resim suretinde olduğu gibi, verbal, söze dökülmüş olarak da zihinde yankı bulur. Sinyallerin çokluğu ve imajı bu öğrenme ve kabul sürecini hızlandırır ve güçlendirir. Bu teoriye göre farklı olan ancak tekerrür eden sinyaller dikkat çekicidir. Kişinin gerçekten alakasını celb ettiyse bu durum içsel bir tekrar süreci başlar ve hafızaya nakşolur. Bandura’ya göre bu nakş olma halini taklit ve davranış takip eder. Dışarıdan ödül-ceza, onay-onaylamama sinyalleri gelmeye başladıkça bir iç motivasyon oluşur ve kişi gözlem yolu ile öğrendiğini taklit etmeye başlar. Olumlanan sinyal daha kolay ve güçlü kabul görür. 

Muhafazakar çevrenin özellikle transeksüellere yönelik yaklaşımı kusurlu ve acil olarak giderilmesi gereken arızalarımız var. Bunların başında transeksüellere seks işçiliği, yani fuhuş haricinde bir ekonomik gelir alanı tanımamak geliyor. Bu alanın ise ne kadar zalim dinamikleri olduğunu Ocak 2015’te intihar eden Eylül Cansın hadisesi ortaya koymuştu. Hormonal sebeplerle erkek olamayan ve kadın olmayı tercih eden insanları “madem kadın oldun, fuhuş yap” diyerek bu yola itmek, öyle sanıyorum vakti geldiğinde hesabını vermekte zorlanacağımız bir tutum. Bu insanlar arasında tanıdıklarımız var. Gerçekten namuslu bir hayatı, kadın gibi yaşamak isteyenler var. Hormonal dengesi sebebiyle sürdürmek durumunda kaldığı kadın hayatını yaşamak isteyen var. Bakmayın CHP’li belediyelerin bu insanlar üzerinden sürdürdüğü suistimal siyasetine. Çöpçü olarak dahi istihdam etmiyorlar bu insanları. CHP’li belediyelerin topluma teklifi, bu insanların fuhuş yapabilme durumlarını normal görün teklifinden başka bir şey değil. Transeksüel vatandaşlarımız bu ifademden dolayı beni bağışlasınlar, ancak “trans bireylere anlayış ve merhamet” diye ortaya koydukları şeyin hayvanat bahçesinde kafes ardındaki hayvanlara yönelttikleri ilgiden hiç bir farkı yok. Bu meselenin bir vechesi. Elbette konuyu yalnızca transesksüellere indirgemek gibi bir lüksümüz yok. Sürüp giden LGBT tartışmalarının en önemli ayağını eşcinsellik algımız üzerine kurdukları dayatma oluşturuyor. Bu ise bir başka mücadele sahası. Eşcinseller burada sadece kullanışlı bir obje olarak kamusal alan mücadelesinde suistimal ediliyor. 

“Sevgi kazanacak” 

“Sevgi kazanacak” sloganı ile bir anda sosyal medyada mantar gibi biten belediye paylaşımlarının İstanbul seçiminin hemen ardından yaşanması tesadüf değil. “Bakın gördünüz azınlıktasınız artık” demeye getirerek, kamusal alanda kendilerine has değerleri ön plana çıkarma çabaları başka bir takım tezahürleri de beraberinde getirdi. Başörtülülere Kara Fatma diyenler, devlet dairesinde sıra bekleyen kadınları başörtülü olduğu için kamusal alandan kovmaya cüret eden kokonalar türedi. Sosyal medyada “sevgi kazanacak diyen” sözde sevgi tüccarlarının hesaplarına şöyle bir bakın. Xenofobi’den tutun da kamusal alanda din tartışmasına kadar her türden ötekileştirmeci tutumla karşılaşacaksınız. Sevgi yalanlarına bizi inandıramayacak oluşları tam olarak bu sebepledir. Yürüttükleri şey kamusal alanda hakimiyet savaşıdır. Bu savaş bizim, babalarımızın ve dedelerimizin her zaman içinde olduğu bir savaş. Sonu gelmiyor. Oruç tutmadığı için dayak yiyen adam haberleri gibi baskı gören eşcinsel haberleri de bu savaşın bir parçası. Kaç ramazan ayını geride bıraktık. Münferit birkaç hadiseyi elbette yok saymıyorum, ancak kaçımız bir kimsenin oruç tutmadığı için sokak ortasında dayak yediğine şahit olduk? “Eltimin görümcesi görmüş, ona da dünürünün kaynanası anlatmış” kıvamında rivayetler ile sürekli mahcup edilmeye çalışılan muhafazakar kitleye “Sen kamusal alanda geri dur, öne çıkınca sapıtıyorsun” mesajı verildiğini görmüyor muyuz? Yaratılan kötü kalpli muhafazakar - iyi kalpli Ekrem abi seçmeni dikotomisini besliyor bu söylem sadece. Sevgi Yürüyüşü’nü diledikleri gibi yapamıyor oluşları sebebiyle eşcinsellerin baskılandığını iddia etmek bu riyakarlığın bir diğer vechesi. Evet Sevgi Yürüyüşü adı verilen denaete karşı bir sosyal direnç var ve bu direnç son derece tutarlı bir noktadan meseleye yaklaşıyor. Her birimizin evinin baş köşesine kurulmuş vaziyetteki televizyonlarda eşcinselliği bir norm olarak dayatan aklın bir de bunu sokak gösterileri ile bir sosyal öğrenme sürecine çevirmeleri istenmiyor. Abdullah Öcalan’ın hatıralarına bir bakın isterseniz. Nasıl solcu olduğunu, İmran Öktem’in cenazesi sonrası düzenlenen gösterileri heyecanla izleyişi ile nasıl izah ettiğine bir bakın. O güne kadar sol ile uzak-yakın bir ilişkisi olmamış olan terörist başı, hukuk fakülteleri tarafından düzenlenen “gericiliğe geçit yok” gösterilerinin etkisi ile akşamdan sabaha solcu olmuştu. Bandura’nın gözlemle öğrenme ve içselleştirme dediği süreç böylece tahakkuk etmişti. Bunu sadece popüler bir örnek olarak zikrediyorum. Eşcinselliğin bir coşku patlaması halinde sokaklarda terviç edilmesine gösterilen bu tepkiyi anlayamamak niye? Viyanalı rahibi homofobik olarak damgalayanlara sorduğumuz soruyu bu tutumu anlayamayanlara da soralım. Adam Müslüman, eşcinselliğin mel’un bir fiil olduğuna inanıyor. Ne desin? Önerdiğiniz şeyin “Müslüman olma. Ol ama Müslüman gibi Müslüman olma” demek anlamına geldiğini anlayamıyor musunuz? Gençlerin bir sosyal öğrenme süreci sonunda sırf bir sosyal gruba ait olma ihtiyacından eşcinselleşmelerine ne diye evet diyelim? Bu itirazı yapınca Günter Grass’ı antisemitik olarak yaftalayanlar gibi insanları homofobik olarak yaftalayarak baskılamaya çalışanlar kendilerince kamusal alandan muhafazakar normları tahriç ederek muhafazakar siyaseti zayıflatmak istiyorlar. Ne yapmasını istiyorsunuz muhafazakar Türk’ün? Gay Pride’ı olumlamasını ve böylelikle sosyal öğrenme sürecine katkıda bulunmasını mı istiyorsunuz? “İnsanların kimi sevdikleri sizi alakadar etmez” gibi suret-i haktan bir sloganı da dolaşıma sokuyorlar. Bence de etmez. Kimsenin ahlak bekçisi olmadığım gibi kimseyi terbiye etme lüksüne de sahip değilim. Sevmek ile bunu ideal norm olarak bir sosyal öğrenim sürecine dönüştürmenin ise farklı şeyler olduğunu söyleyecek kadar gerçekle barışığım. Bunu söyleyen insanlara, sanki sokak ortasında eşcinselleri çarmıha geren Savonarola imiş gibi saçma bir muamele yapmanın bir alemi yok. Grass’ın dediği gibi, ortada bir anormallik var ve sizin baskı mekanizmalarınızdan korkarak bu anormalliğin anormallik olduğunu söylemekten geri duracak değiliz. Söylenmek zorunda olanı söyleyeceğiz. Toprağı bol olsun, yine Grass’ın şiirinin bir bölümü ile bitirelim: 

“Ve kabul: Artık susmayacağım 

Zira Batı’nın riyakarlığından ikrah ettim 

Ve umuyorum niceleri için 

Bu susmaya mahkum olma halinden azad olsunlar...”   

@Taceddin_Kutay