Stokçuluk nedir? Ne değildir?

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
18.12.2021

Ekonomideki dalgalanmanın vatandaşa yansıyan yönü artan fiyatlar ve döviz kuru olarak görünse de aslında bu tartışmaların odağında iki kavram var: "haksız fiyat" ve "stokçuluk". Piyasayı etkileyen bu iki durum aslında ülkeyi etkisi altına alan sorundan "kar" etme yaklaşımının sonucu.


Stokçuluk nedir? Ne değildir?

Son günlerdeki ekonomik dalgalanma, aslında yeni değil. Bir süredir dünyanın gündeminde. Salgının getirdiği ve tüm dünyayı etkisi altına alan trendin, ülkemizi bir takım özel durumları sebebiyle etkilediği bir evredeyiz. Durum hükümet tarafından özetle "yeni ekonomi modeli" ifadesi ile açıklanıyor, muhalefet ise bu yaklaşıma ve yaşananlara birtakım eleştiriler getiriyor. Bu haliyle tartışmanın ekonomik zeminden daha ziyade siyasi bir düzlem üzerinde yürütüldüğünü görüyoruz. Siyasetin "sorumlu davranma" yükümlülüğü açısından üzücü bir durum aslında. Konunun vatandaşa yansıyan yönü artan fiyatlar ve döviz kuru olarak görünse de aslında bu tartışmaların odağında iki kavram var: "haksız fiyat" ve "stokçuluk". Piyasayı etkileyen bu iki durum aslında yaşanan ve ülkeyi etkisi altına alan sorundan "kar" etme veya "daha fazla" kazanma yaklaşımının sonucu. İşte bu noktada yani kamuya dönük haksızlık olduğu anlarda hukuk devreye giriyor. Bu yazımızda bu tüketici piyasasının manipülasyonu hususun hukuki yönlerini ele almaya çalışacağız.

İstifçilik, fahiş fiyat!

Stokçuluk diğer adıyla istifçilik, olağanüstü durum, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin piyasada darlık yaratan, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozan faaliyetleri ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyen faaliyetlerdir. İstifçilik, ileride bulunmayacağı veya pahalılaşacağı düşüncesiyle çok mal yığarak piyasada sıkıntıya yol açmak olarak tanımlanabilir. Haksız fiyat ise; üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapmasıdır. Fahiş artış demek, nedensiz ve yüksek artış demektir. Buna göre makul olmayacak düzeydeki depolama veya fiyatlama aslında birbirinin parçası olan iki evredir. Bu noktada piyasanın düzenlenmesi kamu yararı ve sosyal devlet ilkesinin gereğidir.

Devlet müdahale edebilir

Devletler piyasayı düzenlemek ve denetlemek zorundadır. Denetleme ve düzenleme; kurallar, kurumlar ve kurullar eliyle yapılır. İsmini çok duyduğumuz, enerji, sermaye, tütün ve alkol, şeker piyasaları ile rekabet, bankacılık, ihale alanları bağımsız kurumlarca denetlenmekte ve düzenlemektedir. Bugün yaşananların cereyan ettiği alan ise "tüketici piyasası" olarak nitelenen piyasadır. Anayasamıza göre "Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler (m.172)" almak "ekonomik gelişmeyi sağlamak (m.23)" zorundadır. Bu açıdan bakınca devletin tüketiciyi etkileyeceğini düşündüğü konuları araştırma, hatalı alanları düzeltme ve haksızlık yapanlara müdahale etme yetkisi bulunmaktadır. Türkiye'de bu konuda iki temel düzenleme vardır: Birincisi Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanunu, ikincisi ise Türk Ceza Kanunu'dur. Bunlara ek olarak Türk hukuk mevzuatında, tacirlerin "envanterlerini doğru, gerçek ve eksiksiz biçimde tutması" yükümlülüğü yönünden Türk Ticaret Kanunu (m.562), "haksız ticari uygulamaları" yasaklayan ve yaptırımlar öngören Tüketicinin Korunması mevzuatı açısısın da kurallar ihdas edilmiştir. Bunlara göre envanterde görünmeyen veya satılmasına rağmen satıcıda uzun süredir duran bir mal; sadece kendinde ürün bulunması sebebiyle satışa arz geciktirmek ve haksız biçimde fiyatlamak ticaret ve tüketici hukuku açısından da hukuka aykırıdır. Hatta bu durum, piyasaya olumsuz etki yapacağına dair şüpheyi de beraberinde getirmektedir.

Tespiti nasıl olacak?

Stokçuluk veya haksız fiyat konularında belirleme nasıl yapılacaktır? Bu konuda düzenleme Covid19 ile birlikte gündemimize gelmiştir: Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu. Bu kurul üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarına yönelik düzenlemeler yapmak, gerektiğinde denetim ve incelemelerde bulunarak idari para cezası uygulamak ve her türlü tedbiri almak amacıyla 7244 Sayılı COVID19 Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile ihdas olundu. Böylece Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'da değişikliler ve eklemeler yapıldı. Kurul gelen şikayetler ile veya kendiliğinden harekete geçerek denetim yaparak veya yaptırtarak durumu incelemekte, olayın istifçilik olup olmadığına, fiyatın haksız belirlenip belirlenmediğine dair tespit yapmakta... Bu sürece son günlerde Devlet Denetleme Kurulunun da müdahil olduğunu görüyoruz. Bilindiği üzere bu kurul, Devletin en üst düzeydeki denetleme kuruludur. Denetleme konusunda en geniş yetkileri kullanmakta ve denetlemeyi Cumhurbaşkanlığı adına yapmaktadır.

İdari yaptırımlar

Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapanları, haksız fiyat belirleyenleri, piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetlere girişenleri, tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunanları yani istifçileri salt bu eylemleri sebebiyle bir takım idari para cezaları bekliyor. Yapılacak değişiklik ile cezaların arttırılması gündemde. Buna göre stokçuluk açısından 500 bin TL olan idari para cezası üst sınırı, 2 milyon TL'ye çıkarılacak. Hatta yeni gelecek düzenlemede "stokçuluk eylemine konu mallara el konulması" hükmünün de daha açık ve net ifade ile yasaya gireceği belirtiliyor. Haksız fiyatlama ile ilgili durumda cezalar daha hafif. Bu biçimde satış yapanların cezasının üst sınırı ise 100 bin TL. Bunda da arttırım gündeme gelebilir. Burada en büyük kafa karışıklığı temel kriterin ne olduğu konusunda çıkıyor. Hangi durumda stokçuluk var diyeceğiz? Haksız fiyat ile makul fiyat ayrımı nasıl olacak?

Kriter ne?

Bu konulardaki tespitlerin bazı kriterleri var aslında. Mesela, mallardaki olağan ve gerekçesi belirli fiyat değişimleri için haksız fiyat artışı diyemeyiz. Haksız fiyat artışının kriterlerinden ilki "gerekçesinin olmaması, izahatının yapılmaması", ikinci ise yapılan artışın "fahiş boyuta ulaşması". Buna göre yapılan makul fiyat artışları bu kapsama girmemektedir. Burada ele alınacak durum sektörel değerlendirme olacaktır. Bakanlık; yağ, süt, şeker vb konulardaki temel piyasayı bildiği için yapacağı değerlendirme, ilgili sektörün maliyet ve ortalama kar oranlarını üzerinden olacaktır. Durum stokçuluk için de aynıdır. Burada da temel kriter "daha fazla kar ederek satmak için bir malın saklanması veya bekletilmesidir". Bir kimsenin kullandığı iki tane ikinci el aracı bu ekonomik durumda satmayıp bekletmesi stokçuluk olarak değerlendirilemez. Ancak talep olmasına karşın arabalarını satmayıp bekleten oto galerinin veya bayinin durumu bu kapsama girebilecektir. "Evinin bodrumunda bol miktarda kâğıt havlu ve zeytinyağı bulunduran kimse" bunu ihtiyaçları için saklamış ise hukuki açıdan bir yaptırım ile karşılaşmaz. Burada stoklanan malın sayısının, "stokçuluk eyleminin oluşup oluşmadığı" konusunda bir önemi yoktur. Elde tutma, satmama eyleminin piyasaya zarar verecek boyutta olup olmadığı temel sorundur. Bilineceği üzere son günlerde medyaya yansıyan ve İzmir'de otomotiv bayiine ceza verilmesine sebep olan durumun temel gerekçesi şöyleydi: "...sektörlerde tüketicilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu olan mal ve hizmetlerde yapılan haksız fiyat artışları ile tüketicilerin mallara ulaşmasının engellenmesine sebep olan stokçuluk faaliyetlerine yönelik suiistimal...".

Ne zaman suç olur?

Daha ağır yaptırımlar Türk Ceza Kanunu'nda öngörülmüştür. Bunda göre Kanunun 237. maddesinde işçi ücretlerinin veya besin veya malların değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis yayan veya sair hileli yollara başvurmak suç olarak kabul edilmiştir. Bu aslında bir tür "piyasa manipülasyonu" olarak da nitelenebilir. Burada suçun oluşması için yayılan haberin ücretler ve malların değerlerine dönük etki yaratması veya buna yönelik olması gerekir. Bu manada sosyal medyada dolaşan bir takım "asparagas" haberlerin, ekonomik yönden "felaket" çağrısı yapan paylaşımların bu noktada değerlendirilmesi olasıdır. Kanunun 238. maddesi ise farklı bir eylemden bahseder. Bu da yine piyasayı etkileyen bir eylemdir. Buna göre, taahhüt ettiği işi yerine getirmeyerek, kamu kurum ve kuruluşları veya kamu hizmeti veya genel bir felaketin önlenmesi için zorunlu eşya veya besinlerin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azalmasına neden olunmasını suç olarak düzenlemiştir. Burada da temel nokta, kamuya verilmesi taahhüt edilenlerden kaçınılması durumudur. Bu suçlar için ön görülen ceza üç aydan üç yıla kadar değişmektedir.

Ne yapabiliriz ki!

Hukuki düzenlemeler, yapısal tedbirler, piyasayı regüle eden yaklaşımlar önemlidir. Ancak, piyasa denilen olgunun hukuk ile bir yere kadar tahkim edilmesi mümkündür. Bunun dozunun iyi ayarlanması gerekir. Yaşadığımız bu duruma dair gözlemelerimiz bize fiyatlardaki artışların bir kısmının "manipültatif" olduğunu göstermektedir. Artan dolar kurundan, yükselen maliyetlerden bağımsız biçimde kat be kat ve anlamsız oranda artış yaşanan durumlar ile mücadele etmek topyekûn olması halinde bir anlam ifade eder. Bu sebeple alışveriş sırasında fahiş fiyat uygulandığı, anlamsız ve hızlı artışlar olduğu kanaatindeysek yahut satımdan kaçınıldığını, bir yerde malların saklandığını, bazı malların özel fiyatlar ile sadece bir kesime satıldığını düşünüyorsak veya görüyorsak, yapacağımız üç temel adım vardır: İlki, şikayet hakkımızı kullanmaktır. Bunun en kolay yolu ALO175 hattıdır. İkincisi ise Haksız Fiyat Bildirim (HFA-BİLDİRİM) uygulaması üzerinden konuyu online olarak bakanlığa intikal ettirmektir. Son olarak durumu belediyeye bildirerek zabıta denetimi istemektir. Tüm bunların yanında eylem suç ise yapılacak şey, suç duyurusunda bulunmak olacaktır. İlgili esnafın, odalarına şikayet edilmesi de aklımızda olması gereken bir diğer yoldur. Yaşanan olaylar bu konudaki eylemlerin artık kabahat boyutundan çıkıp suç boyutuna evirildiğini göstermektedir.

[email protected]