Stratejik yönetim bakış açısıyla IMF’nin misyonu ve başarı karnesi

Prof. Dr. Halit Keskin / Yıldız Teknik Üniversitesi
13.10.2019

Türkiye’de 1990’lı yıllarda IMF ile yapılan anlaşmalar sürekli hükümetlerin değişmesi ve art arda koalisyon hükümetlerinin kurulması yüzünden başarıya kavuşamamıştır. 2002 ve 2005 yılındaki anlaşmalarda ise başarının kaynağı büyük ölçüde siyasetin koalisyonlardan kurtulup tek parti hükümetine kavuşmasından kaynaklanmaktadır.


Stratejik yönetim bakış açısıyla IMF’nin misyonu ve başarı karnesi

Uluslararası para fonu (IMF) İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1945 yılında, ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods kasabasında kurulmuştur. Aynı dönemlerde kurulan Dünya Bankası ile tarih boyunca birbirini tamamlayan kuruluşlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçekte IMF ve Dünya Bankasının kuruluşunu 1929 yılında yaşanan krizin etkileri ve İkinci Dünya Savaşı tetiklemiştir. Dünya Bankası, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan Avrupa’yı yeniden imar etmeyi hedeflerken, IMF ise özellikle gelişmiş ülkelere zarar veren korumacı ticaret politikalarını ve kur savaşlarını engellemeyi amaçlamaktadır. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ülkeler dış ticarette ithalat vergileri ve kotaları ile iç ekonomilerini koruma yoluna gitmişlerdir. Aynı zamanda dış ticarette avantaj kazanılması amacıyla ülkeler para birimlerinin değerini aşağılara çekmeye çalışmışlar ve karşılıklı olarak para birimlerini değersizleştirmişlerdir. Tam anlamıyla bir kur savaşı girdabına da yakalanan dünya ekonomisini bu durumdan kurtarmak için kur stabilitesini sağlayacak bir kurum olarak IMF kurulmuştur. 

Likidite sorunları 

IMF’in öncelikli amacı ülkeler arasındaki ticareti sağlayan döviz kuru ve ödeme sistemlerinin sağlıklı bir şekilde işleyişini temin etmektir. IMF bir yandan ülkeler arasındaki iş birliğini arttırıcı adımlar atarken, diğer yandan da uluslararası ticaretin dengeli bir şekilde işleyişini gözetir. Fakat günümüzde IMF çoğunlukla ülkelerin karşılaştığı likidite sorunlarını gidermek için devreye giren bir kurum olarak göze çarpmaktadır. IMF kapısı çalınarak düşük maliyetli borç alınan bir kurum olarak görülmekle birlikte ülkelerin halkları tarafından sevilmemektedir. Çünkü borç verilen ülkelere yönelik olarak sosyal harcamaları kısma, devlet mallarının satılığa çıkarılması ve ağır vergiler alınması gibi bir takım şartlar dikte etmektedir. Kuruluş amaçları çok iyi niyetli temellere dayansa da IMF borçlu olan ülkelerin borç veren ülkelere karşı sorumluluklarına garantör olan bir kurum imajını kıramamıştır. Bir başka deyişle, IMF likidite sıkışıklığı yaşayan ülkelere alacaklı ülkelerin paralarını ödeyebilmeleri için borç vermekte ve bu borcu da verirken oldukça acı reçeteleri ülke yönetimlerine dayatmaktadır. Bu acı reçetelerin başında ise kamu harcamalarının düşürülmesi gelmektedir. Kısacası IMF uygulamaları daha çok gelişmiş ve güçlü ülkelerin menfaatlerini korumaya odaklanmaktadır. Bu sebepledir ki IMF dünya üzerindeki birçok halkın sevgi ve beğenisini kazanmaktan uzaktır. 

Karnesi parlak değil 

Objektif bir gözle değerlendirildiğinde ise IMF gerçekte sorunlu bir ülkede oluşan finansal krizin diğer ülkelere yayılmasını engellemektedir. Hızlı hareket kabiliyeti ve IMF’in ucuz kaynakları finansal krizin küresel bir krize dönüşmemesi için çoğu zaman adeta bir set teşkil etmektedir. Bu sayede finansal krizler lokalize edilerek çözülmeye çalışılmaktadır.     IMF’in dünya üzerindeki anlaşmalarına bakıldığında tablonun başarılarla dolu olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Türkiye haricinde IMF son zamanlarda Arjantin, Yunanistan, Ukrayna ve Mısır’a destekte bulunmuştur. Arjantin uyguladığı IMF reçetelerine rağmen uygulanan program başarıya ulaşamamış görünmektedir. 2018 yılında IMF’ten en büyük borcu alan Arjantin’de 1 dolar yardımın alındığı yıl sonunda 37.5 Arjantin pesosu iken şu an yaklaşık 57 peso seviyesindedir. Yine Ukrayna 2014 yılında IMF’ten yardım almıştır fakat ekonomisinde büyük ölçüde bir iyileşme gözlenmemektedir. Yunanistan ise 2010 yılında IMF’ten destek almıştır. Bu destek işe yaramamış fakat Avrupa Merkez Bankası’nın oluşturduğu ek imkânlar Yunanistan’ı ancak 2019 yılında yardım olmaksızın uzun vadeli borçlanabilir hale getirmiştir. Mısır 2016 yılında yeni bir IMF kurtarma planını kabul etmiştir. Bu tarihten sonra ülkede hayat pahalılığının arttığı, yaşanan devalüasyona rağmen dış ticaret açığının kapanmadığı görülmektedir. 

Türkiye ve IMF ilişkileri  

IMF-Türkiye ilişkileri oldukça karmaşıktır. Ülkemiz 1947’de üye olduğundan beri IMF ile birçok antlaşma yapmıştır. Ülkemizin bu kadar sık IMF’e gitmesinin başlıca sebeplerini birkaç ana madde altında toplamak mümkündür. Öncelikle, ülkemiz dış ticarette rekabetçiliğini kaybettikçe ülke içindeki tasarruf eksikliğinin de etkisiyle daha çok dış kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Artan dış kaynak ihtiyacı döviz cinsi borçlanma ile giderilmektedir. Dış borç miktarı arttıkça kredi kanalları tıkanmakta, ülkemiz dış borç çevriminde zorlanmakta ve bir noktadan sonra borçlarını ödeyebilmek için IMF’e muhtaç duruma gelmektedir. Zira, IMF haricinde fon kaynağı bulamamaktadır. Bu durumun yanında ülkemizde kimi zaman yaşanan yüksek enflasyon da kaynak dağılımını bozmaktadır. Kaynak dağılımı bozulunca üretim azalmakta fakat talepte göreli bir değişiklik oluşmamaktadır. Tüketim temelli büyüme ise uzunca bir süre sürdürülememektedir. Büyüme sağlanamayınca vergi gelirleri düşmekte ve devlet harcamaları için iç ve dış kaynaklar yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu süreçte borç almak için son merci yine IMF olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Stratejik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde ise geçmişte bu kadar sık IMF’e ihtiyaç duyulmasının altında yatan ana neden yapısaldır. Üretimin ülkemizde montaj sanayi odaklı yapılması orta gelir tuzağına takılıp kalmamıza sebebiyet vermektedir. Bu durum bizim katma değerli üretime geçmemize en büyük engeli teşkil etmektedir. Ara malı ithalatına dayalı bu tip bir üretim hem dövize bağlılığı arttırmakta, hem de döviz kurları arttığında iş gücü ücretlerini baskılamaktadır. Kısacası böyle bir üretim tarzının sürdürülmesi için ülkemize döviz girişinin devamlılığı şarttır. Herhangi bir koşulda döviz girişi azaldığında ise ilk başta iş gücü ücretleri reel olarak azalmakta ve sonrasında ise üretim yavaşlamaktadır. Döviz girişinin tekrar sağlanması için ise IMF’e gidilmektedir. 

Tek tip reçete 

Türkiye geçmişte IMF ile en çok anlaşma yapan ülkelerden biridir. IMF’in Türkiye karnesi çoğunlukla zayıf notlarla doludur. Özellikle 1978-1983 arasında yapılan anlaşmalar başta olmak üzere bu anlaşmaların çoğu tamamlanamamıştır. 1990’lardaki anlaşmalar ise koalisyon hükümetlerinin siyasi bedel ödemekten kaçınmasından ötürü başarıyla sürdürülememiştir. IMF ile 2002 ve 2005 yıllarında yapılan son iki anlaşma ise başarılı olmuştur. Hatta bu iki anlaşma IMF’in dünyadaki en büyük başarıları olarak tarihe geçmiştir ve IMF tarafından her zaman ön plana çıkarılmaktadır. IMF yardımlarının sonucunda yüksek borçluluğa sahip ülkemizde geçici rahatlamalar olmuşsa da kısa süreli düşen enflasyon bir süre sonra tekrardan yükselmiştir. Çoğunlukla IMF politikaları ülkemizde ekonomik krizleri daha çok derinleştirmiştir. Bu durumda IMF’in dünyadaki tüm ülkelere tek tip reçeteler ile gitmesinin payı çok büyüktür. 2013 yılında ise ülkemiz IMF’e olan borçlarının tamamını ödemiştir. 

IMF taraftarları IMF’in bu kadar çok başarısız olmasını IMF’in önerdiği politikaların tam anlamıyla uygulanmamasına bağlamaktadırlar. Belli bir ölçüde bu duruma hak verebilmek mümkündür. Gerçekte ekonomileri kötü olan ülkeler IMF’e başvurmaktadır. Ekonomisi kötü olan ülkelerde de çoğunlukla siyasi istikrarın sağlanamadığı görülmektedir. Bu duruma en güzel örnek ülkemizden verilebilir. 1990’lı yıllarda IMF ile yapılan anlaşmalar sürekli hükümetlerin değişmesi ve art arda koalisyon hükümetlerinin kurulması yüzünden başarıya kavuşamamıştır. 2002 ve 2005 yılındaki anlaşmalarda ise başarının kaynağı büyük ölçüde siyasetin koalisyonlardan kurtulup tek parti hükümetine kavuşmasından kaynaklanmaktadır. 

Son aylarda IMF’in ülkemizde ziyaretlerde bulunduğu basında yer almıştır. Medyada acaba yeni bir IMF anlaşması kapıda mı diye manşetler atılmaktadır. Fakat bu ziyaretler IMF’e üye olan ülkelere IMF’in 4. madde kapsamında yaptığı ziyaretlerdir. 4. maddeye göre IMF dünya ekonomisinde yol gösterici olmak ve uluslararası finansal sistem üzerindeki gözetim görevini yerine getirmek için genelde yılda bir kere ayrıntılı gözden geçirme çalışmalarında bulunmaktadır. Bu çalışmalar esnasında takvimi önceden bildirilen ve ilan edilen bir program dâhilinde çeşitli devlet kuruluşlarına ve özel sektör temsilcilerine ziyaretler yapılmaktadır. Bu çalışmalar 4. madde konsultasyonu olarak adlandırılır ve çoğunlukla yeni bir IMF anlaşması ile doğrudan ilgili değildir. Daha çok bu ziyaretin rutin bir ziyaret olduğu gözlenmektedir. 

IMF’in son ziyaretine kadar gelişen süreci de dâhil ederek IMF’in şu ana kadarki icraatlarını stratejik bir bakış açısıyla tartmak kolay görünmemektedir. Dünya ekonomisi için hayati bir öneme sahip bu kurumun ne kadar etkili ve etkin kullanıldığı ise akıllarda büyük soru işaretleri bırakmaktadır. Kimi zaman döviz ihtiyacı olan ülkeler için can simidi olan bu kurumun karnesinde zayıflarla başarılar adeta yoğun bir çatışma içerisinde bulunmaktadır. Bir bakış açısından diğerine değişmekle birlikte IMF’in karnesi bugün tartışıldığı gibi gelecekte de uzun bir süre tartışmaya açık olacak gibi gözükmektedir. 

 [email protected]