Şu bizim solun Çipras ikonu

Hasan Hüseyin Öz / Senarist - Yazar
7.02.2015

Çipras yeni moda ikonu oldu. Gerçi bizim solcular, eskiden beri ikon tapıcıdırlar aynı zamanda. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Mahir Çayan vs. ikonlaştırılmış kimlikler. Bir de son yirmi otuz yıldır kapitalizmin kullandığı Che Guevera var tabi. Şimdi de Çipras.


Şu bizim solun Çipras ikonu
Bu yazı teorik bir yazı değil, Yunanistan’daki seçimlerden sonra bir anda dolaşıma sokulan söylemlerin ışığında “magazin”, hadi biraz daha ciddi olalım “moda mottolarıyla” beslenen bir metafizik analizdir. Fakat teorinin olmadığı metafizik de yoktur. Hele hele solcular söz konusuysa...
 
Bizim solcularımız her konuştuklarını bir teoriye dayandırmayı severler. Anlaşılmaz birçok kelimeyi kullanarak oluşturdukları “teori”lerdir bunlar. İşin içinden çıkamayınca, şifahi kültürün yanlış yorumundan ibaret duygusallıklarıyla da teorilerine “Batıni” bir unsur katarlar. Yani “ezoterik” bir yanları vardır şu bizimkilerin.
 
Bir yanı hisli bir yanı gaybi
 
Şimdi bu nereden çıktı demeyin! Devrimci şiirleri ve hikâyeleri okuyun. Yaptıkları bohem filmleri izleyin. 
Şarkılarını dinleyin. Grup Yorum, Kızılırmak vs. Hep ağıt vardır mesela bahsi geçen grupların şarkılarında. Güneşe yolculuk yaparken yarı yolda kalmışların cenazeleri, Roma tapınaklarından kalma pagan ayinlere benzer bir gösteriyle güneşe gönderilmesinin hikâyesidir bu şarkılar. 
 
Kendilerini ‘toplumsal gerçekçi’ diye adlandırsalar da durum budur. Bir yanıyla duygusal, bir yanıyla ise gaybi! Onun için de üretmezler, terlemezler ve dolayısıyla emekçiyle bağ kuramazlar. Bohemin dehlizlerinde sövgülerle beslenmiş bir düşmanlık doğar. 
 
Üstad Kemal Tahir’i hatırladım bu noktada. Üstad diyordu ki, “bizim toplumumuz yüzlerce yıldır hep bir sosyal adalet arayışı içinde olmuştur”. Evet... Bu ülke insanı sosyal adalet arayışını sürdürmüştür. Her ne kadar bugün başta metropoller olmak üzere şehirlerimizde içe kapanıp bireyleşmenin oluşturduğu sıkıntıları yaşasak da, burada yaşanan bir ekonomik kriz diğer ülkelerdeki toplumsal sonuçları doğuracak nitelikte değildir. 
 
Bohem dehlizinde fikir 
 
Şu bizimkiler bu gerçeği boğuldukları bohem dehlizlerinden göremezler. Görseler de Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle “susuş kumkumasına” tutulurlar. Çünkü o dehlizlerde içine saplanıp kaldıkları “amentü” gereği geliştirdikleri sınıfsal yapı gerçeği söylemelerine izin vermez. 
 
Hikmet Kıvılcımlı demişken de, Osmanlı devletinin ilk üç yüz yıllık dönemi içinde oluşan “eşitlikçi toplum” modelinden de bahsetmeden olmazdı. Müteveffa Kıvılcımlı, “Osmanlı Tarihinin Maddesi” kitabında söyler bunu. Onun tabiriyle İlbler (alpler) ve gaziler arasında sağlanan eşitlik, bütün topluma şamildir. Her ne kadar üstad bu durumu “kan bağının” sistemi olarak açıklasa da, eşitlik sisteminin Türkistan bölgesinde eskiden beri yaşatılan ‘han-ı yağma’ sisteminin Anadolu’ya taşınmasından ibaret olduğunu belirtelim. 
 
Bizim solcular ‘han-ı yağma’ tabirini duyunca hemen kulak kesilirler. Allah uzun ömür versin, Yaşar Kemal gibi yazarların kaleme aldıkları ve bu toprakların usaresinin basit semptomu olan eşkıyalığı toplumsal gerçeklik diye sunan romanlardan aşina oldukları ve fakat içeriğini bilmedikleri bir tabirdir bu. “Han-ı yağma”, ilk anlamıyla müspet bir içeriğe sahiptir: Hakan/han belirli periyotlarla düzenlenen kurultayda, savaş ganimetlerinden kendisine düşen payı bir alana yığıp, ihtiyacı olanın yağmalamasını sağlar ve sınıf sistemi bu noktada ortadan kalkmış olurdu.
 
Bezirganbaşıyla iş tutan sol
 
Üstad’ın analizine devam edelim. Osmanlı sistemi ilk üç yüz yıl sonrasında bozulmaya başlar: Dirlik sistemi yani üretim esaslı eşitlikçi sistemin yerine bezirgânlık olarak adlandırdığı paracı sömürge düzeni geçer. Ve ondan sonra da olanlar olur. Bezirgânlık sistemi, yabancılaşmadır. Osmanlı’nın ilerleyen zamanlarında Batıcılık adı altında kapitalist (tekelci-anamalcı) sisteme eklemlenme süreci yaşanmıştır. 
 
Her neyse konumuz bu değil. Sadece solcuların “inandıkları” tarih metafiziğine karşı başka bir tarihi gerçekliğin olduğunu hatırlatmak istedim.
 
Gezi’den Çipras’a yol gider
 
İkincisi ise, bizim solcularımızın köklerinin işte bu bezirgân sisteminin eklemlenmek istediği aydınlanmacı batı kafasının torunlarını hatırlatmak. Bugünün sol liberaller tam da bu noktada durur. Kaldı ki, bu solcu liberaller eskiden kimi Marksist-Leninist, kimi Stalinist, kimi Maocu’ydu. Ne hikmetse hepsi de bezirgânbaşı Amerika’ya göbekten bağlılar. Onların darbeciliği de buradan gelir. Neyse uzatmadan konumuza dönelim: “Moda mottosu” dedik girişte. 
Yukarıdaki tarih analizinin derinliğinin tam zıddı bir geçişe hazır olun. Bu ülkede “Geziden Çipras’a yol” bulan harami zihniyetiyle karşı karşıyayız. Ne kolaycılıktır bu Allah aşkına. Bir zamanlar yoldaşlarıyla Yunan cuntasına karşı savaşan “eski tüfek” Mihri Belli mezarından çıkarak eline sopa alıp bu harami zihniyetlilerin üzerine saldırırdı herhalde. 
Çipras yeni moda ikonu oldu. Gerçi bizim solcular, eskiden beri ikon tapıcıdırlar aynı zamanda. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Mahir Çayan vs. ikonlaştırılmış kimlikler. Bir de son yirmi otuz yıldır kapitalizmin kullandığı Che Guevera var tabi. Şimdi de Çipras. 
 
Çöreklenme siyaseti 
 
Yunanistan’ın -ki Avrupa’nın şımarık çocukları denilir Yunanlılara- tüketim öncelikli ekonomisinin sebep olduğu krizlerden arta kalan panik havasının sonucu ortaya çıkan ve Cem Uzan’dan hallice söylemlerle bu panik havasını oya tahvil eden bir lider, bizim haramileri de harekete geçirdi. 
 
Şu söylenenlere bakılınca tam bir çöreklenme görülüyor. Ezber işte... 
Gezide “zulüm 1453’ten bu yana devam ediyor” diye duvar yazıları yazanların, mal bulmuş mağribi gibi yeni ikona sarılmaları, Ortodoks Hıristiyanları bile şaşırtmıştır herhalde. Zira Çipras, ateist ve dahi seküler bir yemin etti. Onun ateizmi, Katoliklik güdümüne girmiş Ortodoks Hıristiyanlığın tanrı imgesinin imhası üzerine kurulu. Ne yapalım bu da bizim kaderimiz: solcularımız ateizmi evrensel gerçeklik zannediyorlar, religion kelimesini 
evrensel zannettikleri gibi.  
 
Devrim için emek gerek! 
 
İkincisi Çipras, seçimi kazandıktan sonra yaptığı konuşmada “seçimi oligarşi kaybetti” dedi. Gezi’de oligarşik sistemi savunan “burjuvayla” yani batının yerli asalağı bezirganlarla iş tutan Gezicileri bu söze kulaklarını tıkayarak, “Yunanistan’daki devrim” diye güzellemeler yapmaya devam ediyorlar. “Uyanın devrim yok... Devrim için emek gerek!” desek bizimkiler duymaz, fakat biz itikadımız gereği uyarıda bulunalım dedik. 
 
“Yunanistan’daki devrim” sloganı, gerçekçi değil. En azından Marksist devrim teorisi açısında geçerli bu söz... Çünkü Yunanistan ekonomisi, tüketim esaslı bir ekonomi... 1829 yılından bu yana, hep dış destekle ayakta kalmış, bir nevi manivela mantığı çerçevesinde elde tutulmak istenmiş bir devlet Yunanistan. Nitekim turizm gibi kolaycılığı benimsemiş bir devletin ekonomisinin Marksist teori çerçevesinde, kapitalizmin çelişkilerinin oluşturduğu bir kırılma yaşaması mümkün değil. Bütün bu yaşananlar kolaycılığın devamından ibaret hâsılı...
Bir televizyonda eski Dev-Genç liderlerinden birini dinliyorum. 
 
Şimdi HDP’de siyaset yapıyormuş. Spiker “Bu kadar borç var. Bunlar nasıl ödenecek? İkincisi vaadler nasıl gerçekleştirilecek?” diye soruyor. 
 
Dev-Genç eski lideri “Yunan yoldaşlara selam! Rüzgâr çıkmıştır. Yolsuzluk kesilirse vaatler gerçekleşir” gibi klişe sözlerle büyük devrimi nasıl anladığını ortaya koyuyor.
 
Toprağına yabancı
 
İnanın insanın içi acıyor bütün bu sözleri duyunca. Nesneleştirici bir dille politik çıkara tahvil aceleciliği... Tam bir haramilik! Hem ülkem adına hem de Yunan halkı adına onulmaz bir acı işte. İster istemez insanın aklına toprağı bol olsun Angelopoulos’un “Ulysses Gaze” filmindeki ihtiyar şoförün söyledikleri geliyor:
 
- “Bir şey söyleyeyim mi? Yunanistan ölüyor. Yunan halkı olarak ölüyoruz. Bizim devrimiz kapandı. Taşlar ve heykeller arasında yaşadığımız 3 bin yıldan sonra artık ölüyoruz. Yolun sonuna geldik.” 
 
Bizim solcular, dehlizlerinden bu melali de duymazlar. Çünkü onlar, nasıl bu topraklara yabancıysalar, Yunan topraklarına da yabancıdırlar. Çünkü yüzleşmeleri gereken Osmanlı sistemine gözlerini kapadıkları için, Yunan halkının gerçekte neler çektiğini de anlayamazlar. Bu yüzden şoförün melalini hissedemezler. 
 
Yolun sonuna gelindi
 
Şoför, üç bin yıllık bir tarihi olan topraklardan bahsetmekte. Fakat tabiî, burada bir ayrıntıyı dile getirmek lazım. Bugünkü Yunan, dünün “ari sistem” çerçevesinde belirlenmiş Avrupa Merkezci tarihin doğusunu temsil eden topluluktur. Sömürgeci batının belirlediği kimlik ve ekonomik sistem üzerine oturmuş ve fakat yine batının belirlediği Yunan imgesinin yükünü çeken zavallıdır. Yunanistan’daki seçimler de işte bu mazlumun deprenişleridir. 
Dolayısıyla bizim solcularımızın ikon haline getirdikleri Çipras, onların son iki yüz yıllık tarihlerinin oluşturduğu ümitsizlikten çıkış gerçekliğidir. Fakat yukarıda söylediğim gibi vaat siyaseti, bu gerçekliğin üzerini örtecek nitelikte.
 
Bizim bezirganbaşından icazetli, Batı merkezci tarihin amentüsüne inanmış ezoterik solcularımız bu noktada ne melali anlayıp düşünürler, ne de bu gerçeklikle yüzleşirler. Onlar harami kıvamında acılarla güneşe nafile yolculuk yapmaya devam ederler.