Suçu ‘modern-uysal diktatörlere’ atın!

Prof. Dr. Ali Murat Yel / Marmara Üniversitesi
13.06.2015

Dünyanın geri kalanında yaşayan bizler, Batıcı propagandanın ve onların bizim yerel kültür ve farklılıklarımızı görmezden gelerek kendi menfaatleri lehine tekrar tekrar dizayn etmeye çalışan mega-projelerinin edilgen bir parçası olmaktan artık usandık...


Suçu ‘modern-uysal diktatörlere’ atın!

Belki bazılarınız Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in Macaristan Başbakanı Victor Orbán’ı AB zirvesinde, sağ elini kaldırarak “diktatör geliyor” şeklinde Nazi selamına benzer bir şekilde karşıladığı 26 saniyelik YouTube videosunu görmüştür. Bu tarz bir selamlama iki devlet görevlisi arasındaki bir şakalaşmadan ibaret olabilir, zaten olay uluslararası siyaset alanında yeterince tartışıldı. Bu “diktatör geliyor” karşılaması, Batı’nın, kendi topraklarındaki demokrasilerin ne kadar iğreti duyduğunu açıkça gösterse de, dünyanın geri kalanında totaliter ve kanlı rejimlerinden keyif aldıkları, bu ülkelerde hüküm süren liderleri aynı tonla selamlama cüreti gösteremediklerinden belli oluyor. Ancak konu bu tartışmalarla sınırlı kalmayıp Batı’ya modern devletlerdeki otoriterlik üzerine gerekli önlemleri alması konusunda uyarıda bulunan yeni dalga akademik çalışmalar da çığ gibi büyüyor.

Sergei Guriev ve Daniel Treisman’ın Londra İktisadi Politika Araştırmaları Merkezi için yaptıkları ve saflarına katma, sansür, propaganda ve bastırma kavramları üzerine kaleme aldıkları son çalışmalarında ikili, toplumu güç kullanarak değil bilgi teknolojileri üstünden ikna etmeye dayalı bir diktatörlük teorisi geliştirdiler. Ayrıca bu uzun çalışmanın özetini de yakın zamanda New York Times’ta yayınlattılar. “Liberal olmayan liderler” listelerini okuduğumda sıkça kendi ülkesinin güçler ayrılığı ilkesini ihlal etmekle suçlanan ABD başkanının da ismini eklememe hatasında bulunduklarını gördüğümde şaşırdım. 

Batılı aktif gözlemci

Hiç şüphesiz Batılı bir liderin hataları dünyanın diğer yerlerindeki siyasi liderlerin yasadışı eylemlere suç ortaklığında bulunmalarını aklamaz. Bununla birlikte, bu türden “akademik çalışmalar” Batı’nın, dünyanın geri kalanına olan post-kolonyal bakışını da beraberinde taşıyor. Burada bahsedilen örnek gibi bu tip akademik çabalar, diğer halkların rejimlerinin şiddete başvurmadan nasıl işlediğini anlayabilmek adına bunları teorize edip, matematiksel modeller geliştirip, sınıflandırıp gözlemleme amacı taşıyor. Batı akademik bakışının altındaki bu yaklaşımda, gözlemlenenler kendilerini, ayrıcalıklı bir gözlemcinin değer veya tercihler bütününün içinde tanımlanmış bir şekilde bulurlar. Bu beyaz Batılı araştırmacının ayrıcalıklı konumu, araştırmacıların gözlemledikleri öznelerle asimetrik bir güç ilişkisine girmelerini sağlar. Bahsi geçen çalışmanın yazarları kendilerini “pasif” gözlemciye göre kesinkes üstün olan “aktif” gözlemci olarak addediyorlar. Zaman zaman insan, bu gözlemcilerin nefret ettikleri ve hala süregelen bilimum rejimlerin “nefret bakışı”nı kendilerinin de sergilediği hissine kapılıyor. Öznelerine, ebeveynlerinin panoptik gözlemi altında yakın takibe alınmış, her şeyden bihaber birer çocuk muamelesi yapıyorlar.

Rejimlerinin totaliter olduğunu varsaydıkları devletlerdeki propaganda tekniklerinden internet sansürüne, buradan baskıyla safına katmaya kadar uzanan birçok parametreyi kıyas edip karşılaştıracak kadar da ileri gidiyorlar. Temel argümanları şu şekilde özetlenebilir: Yeni tip “uysal diktatörler” medyayı, gazeteci seçkinleri baskı veya rüşvetle, bazen de Batı’daki “Büyük Abileri”nden öğrendikleri kamusal veya yasadışı yollarla kontrol altına alıp kitleleri denetleyip hürriyetlerini kısıtlamak için kullanıyorlar. Bu Büyük Abiler dünyanın diğer yerlerinde demokratikleşme adına yürütülen çaba ve gayretlerden asla tatmin olmuyor ve sonuç olarak da ellerindeki panoptik bakışın gücüyle diğerlerini her şeyi kontrol eden bir baskı sisteminin altına alarak onlara hiçbir özgürlük alanı bırakmıyorlar. Yazarların bahsettikleri sosyal medyanın kontrol altına alınarak halkların baskı altına alınabildiği konusu aslında göründüğü kadar basite indirgenemez. Zira yeni medya dediğimiz araçlar aynı zamanda kendilerini baskı altında hissettiklerine inanan toplumlarda güçlü bir muhalefet aracına dönüşebilmekte ve “otoriter rejimlere”e karşı çıkabilme imkânı da sunmaktadırlar. Otoriter rejimlerin internet gibi mecraları kapatma veya yasaklama gibi çabalarının çok da işe yaramadığı aşikârdır. Dolayısıyla, “uysal diktatörler”in şiddete gerek duymadan bilgi teknolojilerini kullanarak otoriterliklerini sürdürmeleri tezi çok da inandırıcı değildir.

Bu Batı’ya özgü hegemonik söylem artık dünya üzerinde Amerikan üstünlüğünü desteklemeyen kesimlerini şekillendirmekten, tekrar biçimlendirmekten ve üstlerine gitmekten vazgeçmeli... Umarım bu yazarlar, bizatihi kendi ülkelerindeki siyasi istikrarla beraber kurumsal kârlarını artırmak için 7/24 umut ve refah vaatleri pazarlayan petrol şirketlerinin sahip oldukları medyaya da bakmışlardır. Ancak propaganda, yolsuzluk, baskı, rüşvet, sansür ve rejim taraftarı yatırımcıları destekleme gibi kavramları “ötekiler”e saklıyorlar. Bu ülkelerin yöneticilerinin kendilerini Batı’ya sevimli gösterme çabaları, TonyBlair örneğinde olduğu gibi, Batı’nın eski liderlerini istihdam edip, işlerini nasıl yürüteceklerini öğrenmek üzere lobi ve halkla ilişkiler şirketlerine milyonlarca dolar ödemelerine rağmen, karşılıksız kalıyor. Belki de Batılı akademisyenler, dünyanın geri kalanını oluşturan bizim, onların ülkelerindeki şiddet yanlısı olmayan göstericilere ve gazetecilere biber gazı ve plastik mermiyle müdahale eden güvenlik görevlilerinin görüntülerini gösteren Batı medyasını takip edebildiğimizi unutmuşlardır. Bu müdahale aygıtlarını uysal diktatörler icat etmiyor elbet ancak Batılı eski liderlerin hizmet ve tavsiyelerinin karşılığını verdikleri gibi onların da Batılı tasarlayıcılarına ücretlerini ödemeleri gerekiyor. 

Siyasi/kültürel mühendislik

Sonuç olarak, belki de -yazarların tavsiye ettikleri gibi- bütün medyamızı kapatmalı ve Batı’nın bize sunacağı “nesnel” ve bizim anadilimizde yayın yapan medyayı takip etmeye başlamalıyız. Ancak Guriev ve Treisman’ın bu konuda Batı’nın sabırlı olamayabileceği endişelerini paylaşırken aynı zamanda dünyanın geri kalanının da bu tür siyasi ve kültürel mühendislikler karşısında artık sabrının taştığının farkında olmalarını beklemenin de saflık olduğuna inanıyorum. Dünyanın geri kalanında yaşayan bizler, Batıcı propagandanın ve onların bizim yerel kültür ve farklılıklarımızı görmezden gelerek kendi menfaatleri lehine tekrar tekrar dizayn etmeye çalışan mega-projelerinin edilgen bir parçası olmaktan artık usandık...

[email protected]