Suçu, seçilmiş ilk başkan olmak

Taha Kılınç - Gazeteci Yazar
6.07.2013

Mısır’da ordu, milyarlarca dolarlık işlem hacimlerine sahip dev sanayi tesisi, fabrika ve işletmelerin sahibi devasa bir holding olarak da işlev görüyor. Sıradan Mısırlı için, ordu aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaza çözümler de üretebilecek kolektif bir aklı temsil ediyor.


Suçu, seçilmiş ilk başkan olmak

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, kendisine karşı düzenlenen yoğun protesto gösterilerinin ardından, Mısır ordusunun düzenlediği bir darbeyle görevinden uzaklaştırıldı. Mursi ve yakın çalışma arkadaşları ev hapsine alınırken, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nın birçok üst düzey ismi de tutuklandı. Tutuklanan isimlere isnat edilen suçlara (Örneğin: Barışçıl göstericilerin öldürülmesini teşvik etmek) baktığımızda, darbecilerin muhataplarını mahkûm etmek için fazlaca zorlanmadıkları açık.   

Muhammed Mursi, en az 5 bin yıldan bu yana Mısır’ın özgür bir seçimle işbaşına gelmiş ilk lideriydi. Firavunlar döneminden beri hep seçmedikleri ve çoğu kez de razı olmadıkları hükümdarların yönetimi altında yaşamak durumunda kalan Mısırlılar, ilk kez kendi iradeleriyle tercih ettikleri bir devlet başkanına sahip olmuşlardı. Onun da ömrü bir yılı ancak tamamlayabildi. 

Kahire’deki Tahrir Meydanı’nı dolduran ve Mursi’yi istifaya zorlamak için her şeyi göze alan kalabalıkların, ordunun açıklamalarından sonra yaşadığı sevince bakılırsa, Muhammed Mursi’nin tek suçu, ülkenin seçilmiş ilk devlet başkanı olmak. Acemiliğinin doğurduğu kaçınılmaz hatalar dışında iktidarı boyunca hep yapıcı davranan, muhalefete hep el uzatan, Mısırlılara umut aşılayan Mursi’nin kolayca devrilmesi, Ortadoğu’nun yakın tarihine kara bir leke olarak geçecek. O talihsiz sürece destek veren herkesin adı ve unvanıyla birlikte.                 

Nasıl bu kadar kolay oldu?  

Herkesin cevabını aradığı soru bu. Gerek dünyada artık askeri darbelerin devrinin geçmiş olduğu farz edildiğinden, gerekse Ortadoğu’da yaşandığı düşünülen ‘bahar’ nedeniyle Mısır’da bir askeri darbe olması ihtimali kimsenin aklından geçmiyordu. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda ise bunun bir muhtıra ile sınırlı kalacağı düşünülüyordu. 

Ancak Mısır ordusu herkesi şaşırtıp açığa düşürerek seçilmiş devlet başkanını görevinden aldı ve ülkenin ‘hâkimi’ olduğunu gösterdi. Ordu yine de klâsik ‘darbe’ kalıplarının dışında kalarak, ülkenin yönetimini bilfiil üstlenmedi. Bu durum, yapılan şeyin darbe değil, gerekli bir müdahale olduğu yolundaki görüşlere temel teşkil etti. Önümüzdeki dönemde muhtemelen şu tezi daha sık işiteceğiz: “Mısır ordusu, tarafların çatışarak ülkeyi bir kaosa sürüklemesinin önüne geçmek için duruma müdahale etmek zorunda kaldı. Ordu mensupları, sivil iktidarın yerine geçip onların görevlerini bilfiil yürütmek yerine, görevi yine sivillere devretti. Dolayısıyla burada darbe değil, zorunlu bir müdahale söz konusu” vs.            

Darbenin böyle kolayca gerçekleşivermesinin ardındaki en büyük etken, Mursi’nin halk desteğinin ve buna bağlı olarak iktidar alanının son derece kısıtlı olması. Dışarıdan görünenin aksine, Mursi’nin karşısında oldukça geniş katılımlı ve etkili bir muhalefet bloku vardı. Ülke içinde medya, yargı, finans çevreleri, siyasi elitler, din adamı sınıfı (nitekim Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib ile Kıpti Papa Tavadros, darbe açıklamasının yapıldığı akşam Mısır ordusunun yönetimiyle yan yana basının karşısına çıktı) ve iktidar politikalarından memnun olmayan geniş halk yığınları vardı.      

Mursi, bir yıllık iktidarı boyunca bu unsurların çıkardığı sorunlarla mücadele etti. Ancak halkın yüzde 40’ının katıldığı seçimde oyların ancak yarısını alabilmiş bir lider oluşu, onu pratikte toplumun yüzde 25’inin desteklediğini gösteriyordu. Bu da Mursi’nin karşısında devasa bir cephenin oluşmasına yardımcı oldu. 

Mısır’ın, Müslüman Kardeşler’in altından kalkamayacağı derecede ağır sorunlarla boğuşması da, Mursi’nin ‘başarısız’ bir profil çizmesine neden oldu. Burada unutulmaması gereken nokta, Mursi’nin yerine gelecek herhangi bir başka kişinin de bir yıl içinde aynı ‘başarısız’ çizgiyi izleyeceği gerçeğidir. Belki, Mursi ve ekibinin hazırlıksız ve acemi olması fazladan bir eksi puan olarak değerlendirilebilir.      

Ordu ve ekonomi 

Dışarıdan bakıldığında, ordunun darbe kararının açıklanmasından sonra Tahrir Meydanı’nda ve diğer birçok yerde yaşanan sevinç gösterilerini sadece “darbe severlik” mefhumuyla açıklamak bizi yanıltabilir. Kalabalıklar içinde, Türkiye’de olduğu gibi körü körüne askere bağlanan kesimler elbette var. Ancak, Mısır ordusunun sıra dışı konumu da kitleler üzerinde psikolojik tesirler yaratıyor: 

Mısır’da ordu, milyarlarca dolarlık işlem hacimlerine sahip dev sanayi tesislerinin, fabrikaların ve işletmelerin sahibi konumundaki devasa bir holding olarak da işlev görüyor. Makarnadan ayakkabıya, ordu birçok malı üretiyor, pazarlıyor, satıyor. Mısır halkının on yıllardan bu yana yakinen şahit olduğu bu durum, orduyu sadece askeri bir aygıt olarak görmelerini engelliyor. Sıradan Mısırlı için, ordu aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaza çözümler de üretebilecek kolektif bir aklı temsil ediyor. 

Mursi iktidarının; Arap ülkelerinin fiili ambargosu, Mısır’ın kendi kaynaklarının yetersizliği ve ekonomi politikalarındaki hazırlıksızlıklar gibi unsurlar nedeniyle halkın gündelik yaşamında pratik iyileşmeler meydana getirememesi, son protesto gösterilerinde neden bu kadar fazla insanın toplandığı hakkında da bir fikir veriyor. Uzayıp giden benzin kuyrukları, her gün saatlerce kesilen elektrikler ve Mısır’ın uçurumun eşiğine sürüklenen iktisadi durumu, “Mursi’den kurtulmak gerektiği” fikrine sıradan insanı da ikna etmiş görünüyor. Bunun en kestirme yolu ise, ordunun kapısında yatarak, kurtuluşu orada aramak olarak benimsenmiş gibi.   

‘Darbe’ diyemediler 

Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra, Mısır ordusunu bu kararından dolayı ilk kutlayan ülke Suudi Arabistan oldu, onu da Birleşik Arap Emirlikleri takip etti. Katar hariç, Körfez ülkelerinin Müslüman Kardeşler’e olan mesafesini, hatta nefretini teyit eden bu gelişme, Mısır’ın Muhammed Mursi döneminde yaşadığı birçok zorluğu açıklıyor. Muhalifleri bizzat destekledikleri artık ortaya çıkmış bulunan bu ülkeler, kendi halkları arasındaki Müslüman Kardeşler üyelerini ‘terör’  suçlamalarıyla hapse atarken, aynı zamanda ellerinde bulundurdukları medya imkânlarıyla da Muhammed Mursi iktidarını her yönden sıkıştırıyordu. 

Suudilerin finanse ettiği El Arabiya televizyon kanalıyla, yine Suudiler tarafından Londra’da adeta resmi bir gazete gibi yayımlanan Şark el Evsat gazetesi, bu konuda başı çekiyor. Mursi, 2012’de seçilmesinden hemen sonra ilk yurtdışı seyahatini Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiğinde, Şark el Evsat, manşet görseli olarak Hasan el Benna’nın 1936’da ülkenin kurucu kralı Abdulaziz Bin Suûd’un elini öperken çekilen ünlü fotoğrafını kullanmıştı. Mesaj açıktı: Elimizi öpeceksin. 

Arapların ardından ABD ve Avrupa da temkinli, ancak son tahlilde askere arka çıkan açıklamalarda bulundular. Darbeyi kınamayan ABD Başkanı Barack Obama, Mısır’da bir an önce seçilmiş bir sivil hükümetin işbaşına gelmesi gerektiğini söyledi. Mısır’da yaşananlardan dolayı endişelendiğini belirten Obama’nın, askere yönelik herhangi bir eleştiri getirmemesi, hatta yaşanan olaya ‘darbe’ bile diyememesi dikkat çekti. Avrupa’dan da benzer tonda ‘endişe dolu’, sade suya tirit açıklamalar geldi.                            

Mısır’da oluşan yeni durumun en çok etkileyeceği ülkelerden biri elbette Türkiye. Muhammed Mursi yönetimiyle dostane ilişkiler geliştirmiş olan Ankara’nın, şimdi darbecilere karşı nasıl bir tavır alacağı merak konusu. Türkiye, “uluslararası ilişkilerde dostluklar yoktur, menfaatler vardır” ilkesi gereğince yeni yönetimle de ‘dostane’ ilişkiler geliştirecek olursa, bu defa Mursi’nin taraftar kitlesini kırmış ve kızdırmış olacaktır. Ancak elde fazla bir seçeneğin olmadığını da unutmamak gerekir.       

Özeleştiri ihtiyacı 

Öyle ya da böyle, Müslüman Kardeşler çizgisinin ilk iktidar deneyimi acı bir şekilde sona ermiş oldu. Elbette Mursi’nin hatalarından, eksik ve yanlışlarından söz edilebilir. Edilecektir de. Ancak şu aşamada, bunu artık Müslüman Kardeşler kadrolarının yapması gerekir. Oturup, bu sürecin neden böyle başladığını ve nasıl bu noktaya geldiğini tartacak, eleştirecek ve değerlendirecek olan, yine bu siyasal hareketin mensupları olmalıdır. Onların bu yönde yapacakları çalışmalar, İslâm dünyasındaki diğer hareketler için de aydınlatıcı ve yol gösterici olacaktır. 

Müslüman Kardeşler eğer böyle bir özeleştiri ve silkinme süreci içinde girmez de, yaşananları sadece ‘dış mihrakların tuzakları’na bağlayacak olurlarsa, yakın ya da uzak gelecekte başka kadroların da benzer yanlışları yapmaları kaçınılmaz hale gelecektir.         

[email protected]