Sudan'daki çatışmaların geleceği

Abu Kazım Bozbaş/Yazar
22.09.2023

Sudan'da çatışan iki taraf da sahada askeri kazanımlar elde ederek müzakere pozisyonlarını güçlendirmeye çalışıyor, bu da müzakerelerin süresini uzatıyor. Aynı zamanda bugüne kadar müzakerelerde arabulucu olan devletler de her iki taraf üzerinde yönlendirici bir güce sahip olamadı. Bu anlamda halkın Türkiye'den ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan'dan beklentisinin çok büyük olduğu sürekli dillendiriliyor.


Sudan'daki çatışmaların geleceği

Sudan'da Cumhurbaşkanı General Abdülfettah el-Burhan komutasındaki Sudan ordusu ile (Hemedti) lakaplı Cumhurbaşkanı Yardımcısı General Muhammed Hamdan Dagalo liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri arasında 15 Nisan 2023 tarihinde çıkan çatışmalar aradan geçen beş ayı aşkın bir süredir henüz herhangi bir grup lehine sonuçlandırılamamıştır. Özellikle her iki taraf tarafından yayınlanan beyan ve açıklamalardaki ciddi çelişkiler ülke sathında neyin kimin tarafından kontrol edildiğini anlama konusunda da ciddi şüpheler doğurmaktadır. Aradan geçen beş aya karşın ortada var olan en büyük gerçek Sudan ordusunun isyancı olarak nitelendirdiği Hızlı Destek Kuvvetlerinin isyanını bastıramamış olmasıdır. Bununla beraber artık kimin neyi yaptığı veya kimin daha çok haklı olduğu meselesinden daha çok kamuoyu gelecekte Sudan'ı nelerin beklediği ile yakından ilgilenmektedir.

Sudan'daki durum değerlendirilirken aslında dikkat edilmesi gereken en önemli husus, ülkenin ordusu ile ordunun yanında meşru ve en büyük silahlı yapısının çatışmaya girdiğidir. Bu durum gelecek senaryolarını şekillendirirken aslında çatışmaların çok uzun süreceği varsayımı üzerine oturtma zaruriyetini doğurmaktadır. Zira aradan geçen beş aylık süre içerisinde yaşananlar ve çatışmaların seyri herhangi bir tarafın diğer tarafı topyekün bertaraf etme potansiyelinin olmadığını göstermektedir.

Sudan'ın geleceği ve gelecek senaryoları tartışılırken dikkate alınması gereken bir diğer husus savaşın yoğunlukla Hartum merkezli yürütülüyor olmasıdır. Sudan'da daha önceki yıllarda yaşanan çatışmalar daha kırsal bölgelerde ve nüfus yoğunluğunun görece düşük olduğu bölgelerdeydi. Buna karşılık bu çatışmalar ülkenin nüfusunun doğrudan yarısını etkilemektedir. Bununla beraber ülkede bulunan yabancı misyonların tamamı ve nüfusun önemli bir kısmı başkentten çekilmiş ve çatışan tarafları şehir merkezinde bırakmışlardır. Başkentin altyapısı neredeyse tamamen tahrip edilmiş ve neredeyse tüm kamu binaları yakılmıştır. Bunlar da ülkeyi ve Hartum'u dünyanın geri kalanından izole ettiği gibi çatışan taraflar üzerinde baskı kuracak bir unsur da kalmamıştır.

Aşiret temelli yapılanma

Bu iki vakıayı temel alarak yaşanan çatışmaların nasıl şekilleneceği sorusunun ilk akla gelen senaryosu savaşın bir taraf lehine sonuçlanmasıdır. Fakat bugüne kadar yaşanan ve çatışmaların seyri bunu yakın gelecekte namümkün kılmaktadır. Ordunun sahip olduğu hava gücüne ve ağır silahlara sahip olmasına karşın Hızlı Destek Kuvvetleri daha hafif silahlara sahip gözükmektedir. Bu durum kağıt üzerinde dezavantaj gibi gözükse de Hızlı Destek Kuvvetlerine vur kaç taktiği imkanı sunmaktadır. Ayrıca Hızlı Destekçilerin herhangi bir noktada mevzilenmemesi iki grup arasındaki mücadeleyi çetrefilli bir hale getirmektedir. Bununla beraber savaşın başlamasından bu yana en büyük beklenti Hızlı Destek Kuvvetlerinin bölünmesiydi ama grubun aşiret temelli yapısı bunu da imkansız kılmaktadır. Savaşı bir grup lehine bitirmeyecek önemli hususlardan birisi de savaşın üzerinde yürütüldüğü coğrafi alanın çok büyük olmasıdır. Hartum'dan Darfur'a uzanan geniş bir coğrafyaya yayılan çatışmalar herhangi bir noktada sonuçlanacak olsa bile çatışma bir diğer tarafta devam edecektir.

Kamuoyunda konuşulan ikinci senaryo ise iki tarafın da kalıcı ateşkes ilan ederek müzakereler ile bir sonuca varmasıdır. Bu konuda özellikle her iki tarafın söylemlerine bakıldığında iki tarafın kesin ve nihai bir zafere olan inanca vurgu yaptığı görülmektedir. Bununla beraber savaş her geçen gün gittikçe derinleşmekte ve ağırlaşmaktadır. Bu ise onları herhangi bir müzakere masasına oturtmak zorunda bırakılmaları durumunda ellerini güçlü tutma çabasında oldukları anlamına gelmektedir. Özellikle şimdiye kadar yürütülen en önemli müzakere süreci olan Cidde görüşmeleri bunun en büyük ispatıdır. Cidde görüşmeleri ve buradan çıkan kararlar atılan imzaların her iki taraf açısından da hiçbir karşılığı olmadığı görülmüştür. Bu savaşan iki tarafın da müzakerelerden ziyade meydana konsantre olduğunu göstermektedir.

Sudan'ın geleceği tartışılırken ortaya çıkan üçüncü senaryo ise çatışmaların yoğunluğunun değişkenlik göstererek kısa vadeli devam etmesidir. Özellikle sürekli olarak yapılan doğrudan ve dolaylı müzakerelerin başarısızlığı ve iki tarafın da ateşkesi kabul etmemesi bu olasılığı güçlü kılmaktadır. Hatta aslında fiiliyatta yaşanmaktadır. Şayet dışarıdan herhangi bir tarafa doğrudan bir destek gelmediği takdirde her iki tarafın da kaynakları, kapasitesi ve yeteneği azalacaktır. Bu durum da savaşın şiddetini azaltacağı gibi olası nihayeti hızlandıracaktır. Bununla beraber süre uzaması durumunda ülke daha büyük bir felakete sürüklenebilecektir.

Dikey bölünme tehlikesi

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışmalar nispeten uzun bir süre devam ederse, özellikle Sudan toplumundaki dikey bölünmelerin derinliği ve bir yandan Sudan'ın siyasal mirası göz önüne alındığında, kapsamlı bir iç savaşa dönüşebilir. Özellikle son günlerde farklı aşiret ve tarikatların ordu veya Hızlı Destek Kuvvetleri lehine açıklamalar yaparak taraf almaya başlamaları bu olasılığı güçlendirmektedir. Sudan'da farklı aşiretlerin kendilerine has silahlı yapıları olduğu bilinmekte ve bu yapılar her an bir taraf lehine ellerindeki kuvvetler ile savaşa müdahil olabilirler.

Dış müdahale olasılığı

Savaşın uzama ve iç savaşa dönüşme ihtimalini arttıran bir diğer ihtimal ise süre uzadıkça dış müdahale olasılığının artmasıdır. Burada özellikle coğrafyada bulunan Somali, Libya ve Yemen örnekleri bu olasılığı daha güçlü kılmaktadır. Zira bu örneklerde olduğu gibi merkezi otoritenin kaybolduğu veya otoritesini kullanamadığı ortamlarda bölünme veya kaos ortamı doğmaktadır. Bu senaryo aynı zamanda altyapıdaki yıkım ve tahribatın boyutu nedeniyle insani durumun daha da kötüleşmesine yol açacak, bu da kitlesel yer değiştirmelerin ve zorla yerinden edilmelerin artmasına ve belki de etnik temelli katliamlara yol açacaktır.

Sudan'da yaşanan çatışmalar içerisinde olası görünen bu dört senaryonun yanında çatışan tarafların bölgesel girişimler konusunda isteksiz göründüğünü ve barışçıl bir çözüme yönelik gerçek bir siyasi arzunun bulunmadığı aşikardır. İki taraf da sahada askeri kazanımlar elde ederek müzakere pozisyonlarını güçlendirmeye çalışıyor, bu da müzakerelerin süresini uzatıyor. Aynı zamanda bugüne kadar müzakerelerde arabulucu olan devletler de her iki taraf üzerinde yönlendirici bir güce sahip olamadı. Bu anlamda halkın Türkiye'den ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan'dan beklentisinin çok büyük olduğu sürekli dillendirilmektedir. Bununla beraber sahada çatışan tarafların henüz müzakereye hazır olmamaları yapılacak olan hamleyi boşa çıkaracaktır. Sudan'da yaşanan çatışmaların devlet inşasından kaynaklanan sıkıntıların en son dışa vurumu olduğu da unutulmamalıdır. Son yıllarda gerek Ukrayna'da gerekse Karabağ'da diplomasi zaferi kazanan Türkiye'nin bu tecrübelerini Sudan meselesinde de kullanacağı/kullanabileceği aşikardır. Buna karşılık Sudan'daki tarafların da buna niyetli olmaları ve bu yönde asgari tutum sergilemeleri önem arz etmektedir. Bu çerçeveden tarafların bugüne kadar takındıkları tavır ve tutum Türkiye'nin mevcut konumunun neden böyle olduğunu da izah etmektedir.