Süleyman Çelebi'nin Hz. Peygamber sevgisi... ‘Evvelin ol evveli, âhirin hem âhiri'

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi
31.10.2020

Hayatı hakkında Yıldırım Bayezid devrinde Divân-ı Humâyun imamlığı ve Emir Sultan'ın tavsiyesiyle Ulu Cami'de bir süre imamlık görevinde bulunduğu dışında bilgi bulunmayan Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-Necât isimli eseriyle Osmanlı Devleti'nin kurulduğu coğrafyadaki Hz. Peygamber sevgisinin ve muhabbetinin söze ve yazıya dökülmüş timsali oldu.


Süleyman Çelebi'nin Hz. Peygamber sevgisi... ‘Evvelin ol evveli, âhirin hem âhiri'

Orhan Gazi döneminde İznik Medresesi’nde müderrislik yapan Şeyh Mahmud’un I. Murad devrinde vezirlik görevini uhdesinde bulunduran oğlu Ahmed Paşa’dan 1351 senesinde Bursa’da dünyaya gelen torunu Süleyman Çelebi, 15. Yüzyılın başlarına tekabül eden ılık bir bahar günü vaaz dinlemek için Bursa’daki Ulu Cami’ye gittiğinde, dinlediği o vaazın onu yüzyıllar boyunca Türk-İslam dünyasının baş tacı yapacak bir eserin vesilesi olacağını muhtemelen tahmin bile etmiyordu. Süleyman Çelebi’nin dinlediği vaaz sırasında vaiz Bakara Sûresi’nin: “O, Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir” mealindeki 258. Ayetini okuduktan sonra Peygamberler arasında resûllük ve nebilik bakımından bir fark olmadığını söylemişti. Vaizin bu sözleri o sırada camide bulunan Müslümanlar arasında hayli tartışma yaşanmasına neden olmuştu. Vaizin sözleri hassas ruhlu Süleyman Çelebi’yi de fena halde incitmiş, işte o anda Hz. Peygamber’in hayatını konu edinen bir eser yazmaya karar vermişti.

Bir kurtuluş vesilesi

Süleyman Çelebi, bu hadiseden sonra Hz. Peygamber’in faziletinin ve başta önceki Peygamberler olmak üzere tüm insanlar arasındaki yüksek mertebesinin anlaşılması amacıyla kaleme aldığı bu eserine Vesiletü’n-Necât adını verdi. İsminden yola çıkıldığında bu eserin içinde yazılan bilgiler Müslümanlar için bir kurtuluş vesilesiydi. Halk arasında Mevlid adıyla yaygın olarak bilinecek olan bu eserde, yukarıda sözünü ettiğimiz vaizin iddiasına cevap niteliğinde pek çok ifade yer alıyordu. Eserde Süleyman Çelebi, Hz. Peygamber’in hiç şüphesiz evvelin evveli olduğunu aynı zamanda âhirin de âhiri olduğunu dile getiriyordu. Buna göre, Allah Telâla bütün mahlukattan önce Hz. Muhammed’i yaratmıştı.

Vesiletü’n- Necât’ın bilinen en eski nüshası,1559.

Önce onun nuru vardı

İlk önce onun nurunu var etmiş, her türlü mutluluğu, güzel huy ve hasletleri ona vermiş, göklerde ve yerde gizli ve açık her ne varsa onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı. O olmasaydı, yeryüzü ve gökyüzü hiç yaratılmazdı. Allah Teâlâ o vesile olduğu için Hz. Adem’in tövbesini kabul etmiş, Hz. Nûh onun hürmetine tufandan kurtulmuş, Hz. İbrahim onun atası olduğu için atıldığı ateş cennete dönüşmüş, Hz. Musa’nın âsası onun hürmetine ejderhaya dönüşmüş; Hz. İsa ona ümmet olabilmek için göğe yükselmiş ve doğduğunda Kâbe ona secde kılmıştı. Süleyman Çelebi bu sözleriyle sadece vaizin iddiasına cevap vermekle kalmıyor, aynı zamanda Peygamberler tarihi konusunda sahip olduğu derin bilgisi de ortaya koyuyordu.

Süleyman Çelebi’ye göre, önceki Peygamberler risâletle görevli olmakla birlikte Hz. Peygamber onlardan daha faziletliydi ve tüm peygamberler onun ümmeti olmak için Hakk’a niyaz etmişlerdi. O dünyaya geldiği sırada melekler orada hazır bulunmuş, cennetten gelen hurilerin yanı sıra Hz. Asiye ve Hz. Meryem de doğum sırasında Hz. Âmine’ye yardım etmişlerdi. O bu tavrıyla hem Hz. Peygamber’e büyük bir sadakat ve samimiyetle inanan Müslüman kimliğini ortaya koyuyor hem de tarihin farklı dönemlerinde ortaya çıkan hûbmesihîler yahut benzeri düşünceye sahip Müslümanlar karşısındaki net tavrını ortaya koyuyordu.

Aşk ile derd ile idin es-salât

Mevlid ana hatlarıyla Hz. Peygamber’in hayatının mucizelerle bezenmiş kısa bir özetiydi. Onun dünyaya gelişi, İlk vahyin gelişi, Miraç Olayı, mucizeleri, Hicret, bazı vasıfları, Ümmetin nasıl olması gerektiği ve nihayet vefatı yaklaşık yedi yüz beyitten meydana gelen eserde yer verilen konulardı. Süleyman Çelebi hemen her satırda kullandığı bir kelime yahut cümle ile Hz. Peygamber’e olan sevgisini izhar ediyordu. Ona göre Hz. Peygamber, insanların en hayırlısı, inci tanesi, ilm-i ledün sultânı, iki cihan padişahı, tevhid ve irfan kaynağı, Kur’an’ın sırrı, Allah’ın güneşi ve ayı, dertlerin dermanı, güzellik bağının bülbülü, âlemlere rahmet, günahkârların şefaatçisi, âşıkların hayat kaynağı, dinin ve bütün peygamberlerin sultanı, dertli gönüllerin sığınağıdır. Onun dünyaya gelmesiyle birlikte âlem yeniden can bulmuş, bütün yaratılmışlar onu selamlayarak meziyetlerini övmüşler, ona salât u selâm getirmişlerdi. O, doğduğu anda Kâbe’ye dönerek secdeye kapanmış ve Hakk’ın birliğini ikrar etmişti. Süleyman Çelebi, eserinde zaman zaman kendi dönemindeki Müslümanları belli bir yaş olgunluğuna ulaşmalarına rağmen sünneti terk etmekle itham ederek eleştirmekten de geri kalmamış, cehennem ateşinden kurtulmanın yolunun Hz. Peygamber’e bolca salât ve selâm getirmekle mümkün olacağını belirtmişti. “Tıfl iken ol diler idi ümmeti / Sen kocaldın terk idersin Sünnetin / Ümmetim didi sana çün Mustafa / Vir salavât sen de ana bul safa / Ger dilersiz bulasız oddan necât / Aşk ile derd ile idin es-salât” sözleri bu ikazın en somut ifadesidir. Süleyman Çelebi’nin muhtelif vesilelerle sık sık Hz. Peygamber’in ümmet sevgisini vurgulaması ve Miraç sırasında ümmeti için şefaat ettiğine dair verdiği bilgiler de aynı şekilde bütün bu fedakârlıklara rağmen ümmetin ona kullukta yeterince gayret göstermeyişine dönük bir ikaz olarak görülebilir. O, Miraç bahsinde “Mustafa didi eyâ Rabb-i Rahim / Ey hatâ-pûş u atâsı çok kerim / Ol zaif ümmetlerim hâli nola / Hazretine nice anlar yol bula / Gice gündüz işleri isyan kamu / Korkarım ki yerleri ola tamu / Yâ İlahi hazretinden hâcetim / Bu durur kim ola makbul ümmetim” sözleriyle Hz. Peygamber’in Allah Teâla ile kısa süren konuşması sırasında bile ümmetini öncelediğine, âsi ümmet için yaptığı fedakarlığa vurgu yaparken, aslında geri planda ümmeti bu ayrıcalığın kadrini bilmeyip sünnete yeterince uymadıkları gerekçesiyle eleştiriyordu.

Kimlik bilinci oluşturdu

Hayatı hakkında Yıldırım Bayezid devrinde Divân-ı Humâyun imamlığı ve Emir Sultan’ın tavsiyesiyle Ulu Cami’de bir süre imamlık görevinde bulunduğu dışında bilgi bulunmayan Süleyman Çelebi, yazdığı bu eseriyle Osmanlı Devleti’nin kurulduğu coğrafyadaki Hz. Peygamber sevgisinin ve muhabbetinin söze ve yazıya dökülmüş timsali oldu. Bu eseri sayesinde İslam dünyasının hemen her yerinde tanındı ve meşhur oldu.

Vesiletü’n-Necât’ın yazıldığı yüzyıl Osmanlılar’ın İslam toplumları içinde yıldızının parladığı, gazâ ve cihadın en güçlü şekilde temsil edildiği bir dönem olma özelliğine de sahipti. İlk Osmanlı beyleri kendilerinin Bizans ve Avrupa’daki Hıristiyanlara karşı yapılan mücadelelerde İslam’ın temsilcisi olarak görüyorlardı. Bu nedenle uç toplumunda gaziler ve yeni fethedilen bölgelere yerleştirilen Türkmenler arasında Hz. Peygamber’in hayatına dair eserler yazılıyor, meclislerde okunuyordu. Aynı şekilde Hz. Ali’nin cenknâmeleri de bu dönemde hayli revaçtaydı. Osman Gazi’nin en yakın arkadaşlarından olup devletin bağımsızlık hutbesini okuyan Dursun Fakih, Hz. Peygamber’in faziletlerini ve Hz. Ali’nin kahramanlıklarını öven eserler kaleme almıştı. Bu eserler muhtemelen gazilerin bulunduğu meclislerde ciddi bir motivasyon unsuru ve kimlik bilinci meydana getiriyordu. Süleyman Çelebi’nin yaşadığı dönemde Hz. Peygamber’in hayatına dair eser kaleme alan şairlerden birisi de Erzurumlu Mustafa Darir Efendi’ydi. Çok okumaktan dolayı gözleri görmez olduğu için “Darir” lakabını alan bu zâtın Siretü’n-Nebi isimli eseri o dönemde hayli meşhur olmuştu. Süleyman Çelebi’nin çağdaşlarından olup Gelibolu’da yaşayan Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed ve kardeşi Ahmed Bîcân da Hz. Peygamber’in hayatını konu alan eserler kaleme almışlardı. Yazıcızâde Mehmed’in Muhammediye adıyla bilinen meşhur eseri de tıpkı Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gibi yüzyıllarca Osmanlı halkının geleneksel İslam anlayışının oluşmasında büyük etkiye sahip olmuştu. Mevlit nasıl mevlithanlar tarafından camilerde, evlerde ve muhtelif meclislerde okunmuşsa aynı şekilde Muhammediye de güzel sesleriyle insanların gönüllerine işleyen Muhammediyehanlar tarafından bilhassa uzun kış gecelerinde evlerde seslendirilmişti. Bununla birlikte söz konusu eserler arasında en geniş yankı uyandıran ve toplumun her kesiminde okunan eserin Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i olduğunu belirtmemiz gerekir.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Hz. Peygamber’e karşı duyduğu derin muhabbet ile İslam toplumları arasında öne çıkan Türk dünyasında yazılan yegâne mevlit değildi. 14. yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar altmışı aşkın yazar tarafından Hz. Peygamber’e duyulan sevginin ifadesi olan mevlidler kaleme alındı. Ancak bunların hiç birisi Süleyman Çelebi’nin mevlidi kadar meşhur olmadı. Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı hemen her vesileyle bazen bir sevinç bazen bir üzüntü unsuru olarak güzel sesli hafızlar tarafından dillendirildi. Mevlid bir anlamda insan hayatının yol arkadaşı, hayatın her kademesine konulan bir nişan taşı gibiydi. Doğumdan başlamak üzere, okula başlama, hatim, askere gitme, askerden dönme, nişan, düğün, hacca gitme, hacdan dönme, kutsal gün ve gecelerin ihyası, ataları yad etme vesilesi ve nihayet ölüm için Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan geniş bir coğrafyada okundu. Vesiletü’n-Necat bu yönüyle ortalama bir Müslümanın hayatının özeti gibiydi.

‘Fâtiha ihsan ede ben kuluna’

1422 yılında Bursa’da vefat eden ve Yoğurtlu Baba türbesi yakınlarına defnedilen Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gerek kurumsal gerekse şahsi kütüphanelerde en sık rastlanan eserdi. Muhtelif dönemlerde çok sayıda hattat tarafından tekrar tekrar kaleme alındı. Müzehhib ve ebru ustaları tarafından süslendi. Süleyman Çelebi’nin herkesin rahatlıkla anlayabilmesi için Türkçe olarak kaleme aldığı bu eser, daha sonraki dönemlerde uyandırdığı büyük yankının da etkisiyle İslam coğrafyasının neredeyse tamamında meşhur oldu. Arapça, İngilizce, Almanca, Çerkesce, Rumca, Tatarca, Arnavutça, Boşnakça, Kürtçe olmak üzere pek çok dile çevrildi. Süleyman Çelebi, eserinin girişinde kitabını okuyan Müslümanlardan: “Ol vasiyyet kim direm her kim tuta / Misk gibi kokusu canlarda tüte / Hak Teâlâ rahmet eyleye ana / Kim beni bir dua ile ana” dua istemeyi de ihmal etmemişti. O bu cümleleriyle, kendisinin Hz. Peygamber’e karşı duyduğu vefanın küçük de olsa bir parçasını, yazdığı bu eseri vesilesiyle bizim de ona göstermemizi arzuluyor, “Her ki diler bu duâda buluna / Fâtiha ihsan ede ben kuluna” sözleriyle onun ruhu için bir Fâtihâ-yı Şerif okumamızı da açıkça vasiyet ediyordu.

[email protected]