Süpermen IV ve bir süper gücün Suriye sorunu

Kılıç Buğra Kanat / SETA-Washington D.C. Araştırma Direktörü
5.03.2016

Amerika’nın dünyaya yaklaşımında yaşadığı kafa karışıklığı ve strateji belirlemede yaşadığı mütereddit durumu, aslında tam da Süpermen IV’te ünlü kahramanın yaşadığı kimlik krizini hatırlatıyor.


Süpermen IV ve bir süper gücün Suriye sorunu

Süpermen filmlerinin dördüncüsü olan Barış Arayışı Christopher Reeve’in başrolünü oynadığı serideki son filmdir. Süpermen serisindeki hem kurgu hem senaryo hem de efektler açısından en zayıfı kabul edilen 1987 yapımı bu filme popüler kültürde çok az referans verilir. Filme Süpermen’in yaşadığı kafa karışıklığı damgasını vurur. Süpermen, kimlik krizine benzer bir dönemden geçiş sürecindedir. Anne ve babası ölmüş, çocukluğunu geçirdiği ev yıkılmaya çalışılmakta ve Clark Kent olarak çalıştığı gazete el değiştirmektedir. Tüm bu iç sorunlar ve sıkıntılı dönemleri yaşarken bir yandan da Süpermen olarak dünyada yaşanan sorunlara ne kadar müdahil olması gerektiği konusunda kafa karışıklığı ile uğraşmaktadır.  Bu sırada bir çocuğun, Süpermen’in dünyadaki nükleer füzeleri yok etmesini istediği mektubunu okuyunca düşünceleri daha da karmaşıklaşır. Zor zamanlarında akıl danıştığı Kriptonlu büyükleri Süpermen’in dünyadaki sorunlara çok fazla müdahil olmasına karşı çıkmaktadır. Onlara göre dünyadaki bu sorunlar fazlasıyla karışık ve dünyalıların kendilerinin çözmesi gereken sorunlardır. Bu filmdeki Süpermen’in yaşadığı kimlik bunalımı birkaç teşvik edici ve sorumluluk hatırlatıcı konuşmayla son bulur. Her zamanki gibi biraz zorlu olsa da Süpermen kötüleri alt eder.

Kararsız ve eylemsiz

Amerika’nın dünyaya yaklaşımında yaşadığı kafa karışıklığı ve strateji belirlemedeki mütereddit durumu aslında tam da Süpermen’in yaşadığı kimlik krizini hatırlatıyor. Dünyadaki güvenlik tehditlerinin en fazla çeşitlendiği ve çetrefil hale geldiği bir dönemde kendi ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarıyla baş etmeye çalışan bir süper güç olan ABD, tek kutuplu dünyadan bilinmez bir uluslararası sisteme geçişin yaşandığı bu süreçte, ortaya çıkan sorunlarla ilgili tedbir alma konusunda oldukça zorlandı ve zorlanmaya devam ediyor. Bu süper gücün kimlik krizleri, bir yandan farklı tehditlerin ortaya çıkması için uygun zemin sağlarken, bu süreçte bırakılan güç boşluğu da bazı devletlerin güç yansıtabilmeleri için fırsat doğuruyor. Amerika açısından bu krizi derinleştiren, uluslararası sistemdeki rol ve fonksiyonu konusunda yaşadığı kararsızlık ve bu kararsızlığın yol açtığı eylemsizlik aslında. Dolayısıyla hem kararsızlık hem de eylemsizlik biraz da ihtiyari olarak ortaya çıkan bir sonuç. Amerikan tarihinde bu tip yeniden mevzilenme, geriye yaslanma ve taktiksel geriye çekilme sürekli olarak biraz oyunu soğutmak biraz da yeniden kapasite inşa etmek için istifade olarak görülen bir durum. Ancak bu içinde bulunduğumuz dönem daha önceki yeniden mevzilenmelere kıyasla daha farklı görünüyor. En azından şimdiye kadar olan süreçte yeni mevzi belirleyemeyen ve dahası eski mevzileri retorik ve söylem ile koruyabileceğine inanmış bir ABD yönetimi görüyoruz. Kelimelerin ve sözlerin dünyayı değiştirebileceğine inanan ve eylemsizlik ile risksiz olma arasında direkt bir ilişki olduğunu düşünen bir yönetimin kriz anlarındaki tutumu da krizlerin ortadan kalkmasına olumlu bir katkı sağlamıyor.

Amaç sakinleştirmek

Bu durumu son yıllarda en açık ve trajik şekliyle Suriye’de yaşanan gelişmeler karşısında ABD yönetiminin sergilediği tavır ile gördük. Tam ABD’nin gerilemesinin konuşulduğu, popüler kültürün bu konuda eserlerle dolduğu, akademisyenlerin yeni dünya düzeni üzerinde fikir yürüttüğü ve uzmanların ABD sonrası dünyayı tartışmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan Suriye krizi, aslında ABD için önemli bir sınav haline gelmişti. Başkan Obama’nın Ağustos 2011 yılında yaptığı ‘Esad gitmeli’ açıklaması, hem Suriye muhalefeti hem de ABD’nin dünyadaki müttefikleri açısından önemli bir dönüm noktasıydı. İlk etapta bu açıklama Esad rejimi tarafından da önemli bir tehdit olarak algılandı. Ancak bu açıklamayı takip eden günlerde anlaşıldı ki yapılan bu açıklama bir stratejinin parçası olmadığı gibi kısa, orta ve uzun vadede bu açıklamayı fiiliyata geçirecek bir planlama da yoktu. Yapılan açıklamanın sebebi, olası bir ani rejim yıkılışında, yanlış tarafta görüntü vermemek ve uluslararası kamuoyunu sakinleştirmekten ibaretti.

Bir anda yükseltilen bu beklentinin sonucu da oldukça yıkıcı oldu. Zaman geçip bu ifadenin sadece sözlerde kalacağının ortaya çıkması, rejim için büyük bir rahatlamayı beraberinde getirdi. ABD’nin gözünün içine baka baka SCUD füzeleri ve varil bombaları kullanılarak Suriye halkı kontrol altına alınmaya çalışıldı. Konvansiyonel tüm imkanlarla sürdürülen bu kıyım yetmeyince rejim kademeli olarak kimyasal silahları devreye sokmaya başladı. Kamuoyu, bundan 10 sene kadar önce, olmayan kitle imha silahları için bir rejim devirmiş, bir ülke işgal etmiş ABD için ‘kimyasal silah kullanımının ne anlama geldiği’ sorusuna odaklandı . Başkan Obama bir kez daha sert bir açıklama yaparak böyle bir durumun ABD için ‘kırmızı çizgi’ olduğunu söyledi.

Retorik bir hamle

Kimyasal silah kullanımı riskine, ABD yönetimi yine retorik bir hamle ile cevap vermişti. Daha sonraları ortaya çıktığı kadarıyla bu kırmızı çizginin altını dolduracak bir siyasi veya askeri planlama yapılmamıştı. Dahası bu kırmızı çizginin ihlali durumunda ne yapılacağı da çok açık değildi. Umut edilen bu açıklamanın Suriye rejimini kimyasal silah konusunda caydırmasıydı. Beklenen olmadı ve rejim bu açıklamadan tam bir sene sonra, ABD’ye kafa tutarcasına Suriye’deki sivillere karşı kimyasal silah kullandı. Herkesin beklentisi bu durumun ABD tarafından en sert şekilde cezalandırılması idi. Ancak ABD yönetimi bir kez daha herkesi şaşırttı. Senelerdir Esad rejimine verdiği askeri destek ile sorunun bir parçası haline gelen Rusya ile anlaşarak Esad’ı askeri müdahaleye maruz kalmaktan kurtardı. ‘Esad gitmeli’ pozisyonundan ‘Esad kimyasal silah kullanmasın’ pozisyonuna gelen ABD yönetimi, rejim kimyasal silah kullandıktan sonra ‘Esad rejimi, kimyasal silahlarını teslim etsin, yeter’ pozisyonuna yaklaştı.

Bu durumun Suriye halkında yaşattığı hayal kırıklığı ve bunun radikal gruplar tarafından suistimal edilmesi, ortaya yeni bir bir problem çıkardı. Obama tarafından amatör takım olarak adlandırılan DAEŞ’in ciddi bir tehdide dönüşmesi, ABD’nin retorikte kalan Suriye politikasını da ortadan kaldırdı. Politika tamamen DAEŞ’e yöneldiği için Suriye konusunda da ortada görünür bir pozisyon kalmadı. Bu süreçte muhalifler büyük ölçüde yalnız bırakılırken Rusya da askeri operasyonlara bizatihi katılmaya başladı. Rusya muhalifleri hedef aldı, ABD yönetimi yine protesto etmekle yetindi. Ve gelinen son noktada ABD yönetimi, Suriye’de YPG’yi destekleyerek YPG’nin DAEŞ’i yenmesini umut eden bir pozisyon almış durumda.

Retoriğin stratejinin önüne geçtiği ve söylemin fiili durumu değiştireceği düşüncesi ortaya koca bir insani trajedi ve uluslararası güvenlik riski çıkardı. İçinde bulunduğumuz durum, önümüzdeki yedi sekiz ay içinde de büyük bir değişim beklemenin gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor. Şayet bu şekilde iktidarını tamamlayacak olursa Obama yönetimi, herkese bir nebze Süpermen’in kararsızlığını hatırlatacak. Herkes yeniden ABD’nin bu hatayı nasıl yapabildiğini konuşacak. Obama yönetiminden isimlerin emeklilik yılları da bunu açıklama çabasıyla geçecek.  

[email protected]