Küresel Güney olarak ifade edilen ve yeni küresel güç dengelerinde yer almak isteyen ülkeler ile Batı'nın ortak bir noktada bir araya gelmesi, sürdürülebilir yeni küresel düzen için kaçınılmazdır. Yeni küresel düzen, yükselen orta güçlerin talepleri ve politikalarının da dikkate alındığı, çok kutuplu güç dengelerini barındıran ve günün ekonomik, siyasi ve yeni jeopolitik gerçekliğini yansıtan bir düzlemde tartışılmalıdır.
Dr. Emre Çalışkan/Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
II. Dünya Savaşı sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri(ABD) ve Sovyetler Birliği ekseninde iki kutuplu bir küresel düzen oluştu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, "Yeni Dünya Düzeni" tartışmalarıyla birlikte ABD hegemonyası, küresel siyaseti domine eden bir düzen kurdu. Özellikle 1990'lardan itibaren küresel güç dengelerini ve sistemi tanımlayan "düzen" tartışmaları, bugün başka bir evreye geçmiş durumda. ABD merkezli Anglosakson (ABD ve İngiltere) "düzen", 2010'lardan itibaren küresel hegemonya olma kabiliyetini kaybetmeye ve küresel düzen çatırdamaya başladı. Bununla birlikte ABD merkezli küresel güçler, düzen kuramamalarını yeni bir küresel siyaset ile küresel "düzensizlik" inşasına girişti. Küresel sistemi bir şekilde kontrol etmek ve çıkarlarını korumak adına bu "düzensizlik" siyaseti ABD merkezli Anglosakson siyasetin yeni küresel politikası haline geldi.
Sistem nasıl tıkandı?
Burada düzensizlikten kasıt, hegemonyasını kaybetmeye başlayan Anglosakson küresel güçlerin, sahip oldukları konum ve çıkarları koruma adına kaos, çatışma ve istikrarsızlıkları küresel düzeyde körükleyerek güç dengelerini ellerinde tutma çabalarıdır. Bu düzensizlik haline, uluslararası sistemin tıkanması, uluslararası kurum ve kuruluşların işlevini yitirmesi ve ekonomik, siyasi istikrarsızlıkların küresel ölçekte yayılmasıyla oluşan kontrollü bir kaos hâkimdir. Buna ek olarak, Batı merkezli uluslararası sistemin küreselleşmenin getirdiği sorunlara yanıt verememesi ve farklı devletlerin (Çin gibi) hegemonik güç olarak Batı karşısında ortaya çıkmaya başlaması, küresel güçlerin bu kontrollü düzensizlik hâlini oluşturma çabalarında önemli etkenler olmuştur.
Krizlerle beslenen 'düzen'
Bugün, III. Dünya Savaşı tartışmalarının gölgesinde, küresel siyasette ve sistemde kaotik bir düzenin varlığı göze çarpmaktadır. Müesses küresel sistemin kurumları ve politikalarıyla işlevini kaybetmeye başlaması, bu kaotik düzenin temel nedenidir. Parçalanmaya başlayan düzenin ardından, yeni bir hegemonik düzen kuramayan ABD merkezli küresel güçler, düzen inşa etmek yerine küresel ekonomik ve siyasal çıkarlarını koruyabileceği "düzensizlik" durumunu küresel sisteme ihraç etme çabasındalar. Özellikle dünya üzerindeki farklı çatışma bölgeleriyle bu kaotik düzen krizler üzerinden beslenmeye ve körüklenmeye çalışılıyor. Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin çatışması gibi gerilimlerin yanı sıra, Suriye, Libya ve Yemen'deki iç savaşlar, bölgesel krizler ve Tayvan'da çıkması muhtemel çatışmalarla birlikte Avrupa, Ortadoğu, Afrika ve Asya'ya yayılan bu küresel kriz hali mevcut düzensizliği beslemektedir. Tüm bu durumu, Soğuk Savaş sonrası oluşan ABD merkezli tek kutuplu düzenin küresel sistemi yönetememesi ve düzenin parçalanması sonucu ortaya çıkan çok kutuplu küresel dengeleri oluşturma çabası olarak değerlendirmek de gerekir. Anglosakson merkezli küresel güçler, hegemonik gücün parçalanmasını önleyememiş, ancak güç merkezinin dağılmasını ve Çin ile Rusya gibi ülkelerin öncülüğünde yeni bir küresel düzenin kurulmasını "küresel düzensizlik" ortamıyla engelleyebileceğini düşünmüştür. Bu noktada şüphesiz en büyük destekçileri, uluslarüstü küresel sermaye grupları, uluslararası fonlar, küresel şirketler ve istihbarat servisleridir. Özellikle küresel ekonomi ve siyaseti bu aktörler aracılığıyla yönlendirerek küresel düzensizliği körükleyen güçler, geçmişte beslendikleri düzen ortamından "yeni düzen" kurulana kadar bir ara formül olarak bu "düzensizlik" ortamını dünyaya ihraç etmişlerdir.
Batı merkezli küresel güçler, krizler üzerinden devşirdikleri bu küresel düzensizlik siyasetinin uzun soluklu olamayacağının farkındalar. Kendi çıkarları merkezinde yeni bir düzen oluşturma arayışları da aşikâr. Ancak bu güçlerin Batı merkezli yeni bir düzen kurma arayış ve çabaları sürerken, Batı dışı toplumlar da parçalanan düzenin ve küresel düzensizlik halinin uzun sürmemesi adına çok kutuplu, daha adil, eşit ve sürdürülebilir bir küresel düzen taleplerini dile getirmeye başladı. Özellikle Çin'in son dönemde küresel siyasette yeni düzen arayışları oldukça görünür hale geldi. Rusya ile kurduğu sıkı ilişkilere, farklı platformlar ve kuruluşların çatısı altında küresel ölçeğe sahip diğer ülkeleri davet eden Çin, Batı merkezli küresel gücün karşısına yeni ittifaklarla çıkma çabasında oldukça iddialı görünüyor. Çin'in bu çabası ayrıca Batı merkezli yeni bir düzenin kurulmasını da giderek zorlaştırıyor. Bu yeni düzen arayışları tartışmalarında Batı merkezi oldukça eleştirilere maruz kalıyor, doğal olarak. Bununla birlikte bu tartışmalar parçalanan eski düzene karşı, yeni düzen arayışındaki Çin'e dair çeşitli soru işaretlerini de belirgin hale getiriyor. Batı merkezli "düzen(sizlik)" durumunun alternatifi, Çin öncülüğündeki yeni bir düzen arayışı mı olmalıdır? Batı merkezli düzenin sunamadığı adil, eşit, güvenli ve iş birliğine dayalı uluslararası düzeni, Çin öncülüğündeki yeni küresel düzen sağlayabilir mi? Bu sorulara doğrudan "evet" yanıtı vermek oldukça zor. Zira, halen kapalı bir siyasal rejime sahip, hukuk, insan hakları veeşitlik gibi kavramların ciddi şekilde sorgulandığı ülkeler, küresel düzeni nasıl sağlayabilir? Çin'in öngördüğü yeni düzenin, Batı merkezli düzenin eşitsizliklerinden, adaletsizliklerinden, sürekli kriz üreten yapısından farklı olup olmayacağı büyük bir soru işareti.
Dünya nasıl bir noktaya geldi?
Hem Batı merkezli hem de Batı karşısında Çin öncülüğündeki yeni düzen arayışları, uluslararası düzenin geleceğine dair pek içi açıcı bir tablo sunmuyor. Bu yeni düzen tartışmalarında tartışılması gereken asıl mesele, 21. yüzyılda uluslararası düzenin nasıl ve neye göre şekillenmesi gerektiğidir. Özellikle değişen dünya konjonktürü ve yeni jeopolitik dinamikler, küresel düzenin yeniden inşasına en fazla etki edecek faktörler olarak görünüyor. Küresel Güney olarak ifade edilen ve yeni küresel güç dengelerinde yer almak isteyen ülkeler ile Batı'nın ortak bir noktada bir araya gelmesi, sürdürülebilir yeni küresel düzen için kaçınılmazdır. Yeni küresel düzen, yükselen orta güçlerin talepleri ve politikalarının da dikkate alındığı, çok kutuplu güç dengelerini barındıran ve günün ekonomik, siyasi ve yeni jeopolitik gerçekliğini yansıtan bir düzlemde tartışılmalıdır. Uluslararası kurumların yeniden şekillendiği, uluslararası hukukun adil ve eşitlikçi bir şekilde yeniden tesis edildiği ve uluslararası iş birliğine dayalı bir düzenin inşası, dünyanın geleceği için oldukça elzem. Dünyanın bugün geldiği noktada, yeni bir küresel düzen er ya da geç oluşacak, Burada önemli olan bu düzenin, adil, iş birliğine dayalı, kapsayıcı, krizleri önleyici ve sürdürülebilir olmasıdır. Ancak küresel ölçekte ülkelerin giderek daha rekabetçi hale geldiği, güvenlik odaklı politikaların yükseldiği ve ekonomik-siyasi kaygıların ön plana çıktığı uluslararası alanda, böyle bir idealist kürese düzenin ortaya çıkmasının zor olduğunu da kabul etmek gerekir.