Sürekli kaybedenler ve kazananlar

Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu / Siyaset Bilimci
30.03.2013

Kabul etmek gerekir ki bir kez kazananların sürekli olarak kazanabildiği ve kaybedenlerin de sürekli olarak kaybettiği bir dünya huzurlu bir dünya olamaz. O nedenle de kapitalizm huzursuz bir dünyanın diğer adıdır.


Sürekli kaybedenler ve  kazananlar

Bu ülkede ‘ilkeli’ davranmak, ‘ilkeli’ olmak giderek bir naiflik işareti halini alıyor. Bir konuyu değerlendirirken olanı olduğu gibi analiz etmek ve yorumlamak tabii ki o olayın neden ve niçin olduğunu anlamımıza yardımcı olur, bu doğru. Ama olanın insanın benimsediği ilkeler açısından ele alınmasının da zenginleştirici ve ilerletici bir yanı olduğu kuşkusuz. Bugünün dünyasında ‘gerçekçi’ olmak, bu dünyayı, varolan şeylerin mantıki ilişkileri içinde değerlendirmek revaçta. Oradan ilkeler bakımından bir sonuç çıkarmaya çalışmak da anlamsız ve gereksiz. İlkeli olmak, bir anlamda kendine değişmez bir referans seçmek ve ona sadık kalmak kimileri için bir tür ‘statükocu’ işi, kimine göre anlamı yitmiş bir ‘devrimciliğin’. 

‘Güç’ ‘ilke’yi alteder

‘İlke’nin en zayıf olduğu an ise sanırım ‘güç’le karşılaşıldığı andır. Güç çoğu kez ilkeyi alteder, onu eğip büker. Özellikle “gerçekçi olmanın” kıymetli olduğu bir dünyada “ilkeli olmak” bir tür zayıflık işareti haline gelir.  O nedenle de günümüzde kimi yorumcular bizlere ‘gerçekleri’ anlatmakla yetiniyorlar, böyle bir malzemeden ancak böyle sonuçlar çıkar demeye getiriyorlar. Ama kendi ilkeleri çerçevesinde olması gerekenden söz etmiyorlar. Mesela başkanlık sisteminin kaçınılmaz olduğunu anlatıyorlar, şu şu nedenle gerekli olduğunu söylüyorlar ama başkanlık sistemiyle ilgili kendilerinin ne düşündüğünü söylemiyorlar. Söyleyenleri ise naif buluyorlar.

Güç her yerde güçtür. Tabii her yerin gücü de kendine göredir. Mesela iktisat için güç, bir şeyi karşısındakine onun rızası olmadan yaptırabilme yeteneği olarak tanımlanır. Neo-klasik iktisat ise bu kavramdan pek hoşlanmaz. 

Hoşlanmaz çünkü gücün olduğu ekonomik faaliyetleri nasıl anlamlandıracağını bilmez. Aslında bilmez de değildir ama oralara girince çıkacak sonucun bir sınıfın diğer bir sınıfı güçle kontrol ediyor olduğu gibi bir yere varacaktır, bunu bilir. Bunu bildiğinden dolayı da pek bu alanlara girmek istemez. Güç, sosyolojinin konusudur diyerek onu iktisat alanının dışına iter. Oysa gücün olduğu bir dünyada onun olmadığını söylemek gücü meşrulaştıran bir cümle işlevi görür.

Gücün meşruiyeti onun nasıl elde edildiğine olduğu kadar onun nasıl kullanıldığına da bağlıdır tabii ki. Mesela varsayalım ki bütün firmalar (ya da insanlar) bir çizgide toplanmışlar ve yarışacaklardır. Çizgi herkes için bir “sıfır noktası” ise yarışın sonunda yarışı kazanacakların başarısı ya da ortaya koydukları performans meşru bir güce işaret edecektir. Ama düşünün ki o çizgiye gelmiş olanlar gelmeden önce farklı donanımlara sahiptiler ve o nedenle de aslında farklı çalışmalar yaparak farklı potansiyellerle yarışmaya geldiler. Yani yarış çizgisi her ne kadar herkes için bir “sıfır noktası” ise de gerçek bir “sıfır noktası” değildir. Ama ona rağmen insanoğlu bütün tarihin sorunlarını bu yarışanlara da yıkacak değildir elbette. O nedenle de yine de yarışılacak çizgiyi bir “sıfır noktası” olarak kabul etmeyi yeğler. En azından yarışta daha çıplak güç gösterilerini gayri meşru ilan edebilmek için.

Gücü meşru kılan etmenler

Bunun da ötesinde gücün bir yol elde edilmesi üzerinden elde edilmeye devam etmeyi mümkün kılan koşulları konsolide etmeye çalışması da gücü gayri meşru hale getirir. Çünkü gücün kendini idame ettirebilmesi için güç kullanmasının meşru karşılanabilmesi insanlığın ortak vicdanında kabul görmesi de pek mümkün değildir.

Evet içinde yaşadığımız kapitalizm adını verdiğimiz güç dünyası bu başlangıç noktalarının eşit olmadığı bir insanlığın eşitmiş gibi yarışmaları üzerine kurulmuş bir dünyadır. O nedenle de başlangıçtaki eşitsizliklerin kendilerini üretebilmesi bu dünyada çok mümkündür. Ama kabul etmek gerekir ki bir kez kazananların sürekli olarak kazanabildiği ve kaybedenlerin de sürekli olarak kaybettiği bir dünya huzurlu bir dünya olamaz. O nedenle de kapitalizm huzursuz bir dünyanın diğer adıdır.

‘Güç toplumu’ ideolojisi

Üstelik kapitalizm gibi bir “güç toplumunda” gücü elinde bulunduranların güçlerini ifa etmeleri de çoğu zaman gerekmez. Çünkü “güç toplumu” olmanın bir diğer sonucu da güce uygun davranan bir insanlığın toplum içinde zaten varolmasıdır. O nedenle de böyle bir toplumda “durumdan vazife çıkaranlar” mutlaka bulunur. Onlar gücü elinde bulunduranların söylediklerine bakarak “gerçekçi” davranırlar, o nedenle de  ‘ilke’lere pek aldırmazlar. 

Önemli günlerden geçiyoruz. Önemli günler güç çatışmalarının da en yüksek noktalara sıçradığı günlerdir. Böylesine günler gücü öne çıkarırken ilkeyi de gözden düşürürler. Çünkü “olması gereken” bir şey vardır ve olmalıdır. Burada olan bitene ‘gerçeğin’ değil de ‘ilkenin’ penceresinden bakmaya çalışmak duraklatıcıdır, engelleyicidir.

Böyle bir durumun somut bir tarihte sahiden gerçekçi olmayı gerektiren bir durum olması da mümkündür hoş. Çünkü o an, yeni bir başlangıcı bütün toplumun istediği bir andır ve herkes nefesini tutmuş beklemektedir. Böyle bir anda güç sahipleri ilkelerden çok yeni olanın peşindedirler ve ortalık bir süre için “durumdan vazife çıkaranlara” kalmıştır. 

Son günlerde olan bitenleri böyle okumak da mümkün değil mi?

[email protected]