Süreklilik ve değişim ekseninde Türk dış politikası

Prof. Dr. Metin Aksoy / Konya Selçuk Üniversitesi Rektörü
3.09.2022

Türk dış politikasında son dönemde yaşanan gelişmeleri dış politikadaki köklü değişiklikler olarak değerlendirmek yerine süreklilik eğilimlerinin değişen stratejilerle ve rasyonel düzlemde takip edilmesi olarak görmek daha doğrudur. Çünkü bu durum Türkiye'nin dış politikadaki elastikiyetini arttırdığı gibi manevra kabiliyetini de genişletmektedir.


Süreklilik ve değişim ekseninde Türk dış politikası

Süreklilik ve değişim, devletlerin dış politikalarının iki farklı eğilimini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bunlardan süreklilik, bir devletin dış politikasının yerleşik eğilimlerini ve hatta dış politikanın karakteristiğini, genel temasını ifade ederken; değişim ise ulusal, bölgesel, küresel koşullarda yaşanan güncel gelişmelere bağlı olarak süreklilik eğiliminde yaşanan kopuşlara karşılık gelmektedir. Örneğin Türk dış politikasına dair en fazla vurgulanan süreklilik unsurları Batıcılık ve Statükoculuk iken yine örneğin Türkiye'nin Rusya ve Çin ile yakınlaşması bahse konu süreklilik unsurlarında yaşanan değişim olarak ifade edilmektedir. Fakat süreklilik ve değişim eğilimlerini birbirinden ayrıksı kategoriler olarak değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü, değişimin uzun zamana yayılarak yerleşikleşmesi onu zamanla süreklilik eğilimi haline getirebileceği gibi süreklilik de ancak dış politika eğiliminde yaşanan değişim sapmaları göz önüne alınarak anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla değişim olmadan sürekliliği, süreklilik olmadan da değişimi kavramak mümkün değildir. Dış politika bir bütünlük olarak düşünüldüğünde, süreklilik ve değişim bu bütünlüğün karşılıklı belirlenimcilik ilişkisi içindeki bileşenleri olarak algılanmalıdır.

Değişen stratejiler

Türkiye'nin ve Türk dış politikasının son 20 yılda küresel ilişkilerdeki artan özgül ağırlığı, süreklilikte değişim eğilimlerinin ve değişimde de süreklilik eğilimlerinin gözetilmesiyle mümkün olmuştur. Türkiye'nin önüne koyduğu küresel bir güç olmaya yönelik 2023 vizyonunun başarıya ulaşması da süreklilik ve değişime dair bahse konu gözetmenin sürdürülmesine bağlıdır. Bir başka anlatımla, dış politikada belli paradigmaları evvel-ezel ya da ebet-müddet takip edilmesi gereken formülasyonlar olarak görmek yerine, değişen ve gelişen konjonktür kapsamında dış politika elastikiyetini gözetmek ve manevra alanını genişletmek daha rasyonel bir tercihtir. Çünkü günümüz küresel ilişkilerinin en temel iki özelliği oldukça tektonik bir zeminde cereyan etmesi ve ortaya çıkan küresel gelişmelerin birbirleriyle bağlantılı olmasıdır. Bu iki temel özellik dikkate alındığında Türk dış politikasında yaşanan güncel gelişmeler Türkiye'nin dış politika hedeflerine ulaşmak için süreklilik eğiliminden kopmalar değil değişik stratejilerle süreklilik eğilimlerinin gözetilmesi olarak algılanmalıdır. Türk dış politikasının Suriye, İsrail-Filistin, Rusya-Ukrayna ve Libya özelindeki güncel uygulamaları bu savı irdelemek ve desteklemek için işlevseldir.

i) Suriye

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Bağlantısızlar Hareketi'nin Belgrad'da gerçekleşen toplantısında Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad'la görüştüğünü açıklaması ve söz konusu görüşmede Çavuşoğlu'nun muhatabına Suriye'de tek çıkar yolun siyasi uzlaşma olduğunu, Türkiye'nin bu uzlaşıyı destekleyeceğini belirtmesi Türkiye'nin son dönem Suriye politikasından sapma ya da geri dönüş olarak değerlendirilmiştir. Oysa bu açıklamayı ve Türkiye'nin üzerinde durduğu hususları Türk dış politikasının Suriye özelindeki süreklilik eğilimlerinden kopuş olarak değerlendirmek yüzeysel ve aceleci bir yaklaşımdır. Suriye'nin toprak bütünlüğünün öncelenmesi, krizin siyasi çözümle nihayete erdirilmesi, mültecilerin uygun koşulların yaratılmasıyla ülkelerine geri dönmesi ve Suriye sınırına yakın bölgede bir terör yapılaşmasının oluşmasının engellenmesi, Türkiye'nin Suriye politikası özelindeki süreklilik eğilimleridir. Dolayısıyla daha derinlikli analiz edildiğinde Çavuşoğlu'nun Suriyeli muhatabı ile görüştüğünü belirtmesi, Türk dış politikasının Suriye konusundaki süreklilik eğilimlerini değişen bir stratejiyle hayata geçirmeye çalışması olarak anlaşılmalıdır. Çünkü Suriye krizinin geldiği mevcut durum ve Türkiye'nin özellikle askeri harekatlarla elde ettiği kazanımlar Türk dış politikası için yeni manevra alanları yaratmıştır. Bunlardan ilki Suriye'nin siyasi bütünlüğünün sağlanması ile PYD/YPG terör yapılanmasının Türkiye'den sonra şimdi Suriye tarafından da baskılanmasını beraberinde getirme olasılığıdır. Bu durumda ağırlığını bahse konu terör örgütünün oluşturduğu SDG'nin Suriye'ye dair siyasi çözüm sürecinin dışında tutulması da mümkün hale gelecektir. İkinci olarak mevcut strateji değişikliği Türkiye'nin Suriye'ye yönelik askeri harekatlarının uluslararası hukuk nezdindeki meşru zeminini oluşturan Adana Mutabakatı'nın Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda revize edilmesi imkanını doğurabilecektir. Bilindiği üzere Adana Mutabakatı Türkiye'nin Suriye topraklarının 5 kilometre derinliğine kadar operasyon yapmasını mümkün kılarken, Türkiye son yıllarda bu derinliği 32 kilometreye çıkararak güvenli bölge oluşturma arzusundadır. Türkiye'nin bugüne kadar Suriye'de gerçekleştirdiği askeri operasyonların derinliğinin 5 km'yi geçmesi, bu fiili durumun Adana Mutabakatı'nın güncellenmesiyle kalıcı hukuki bir duruma dönüşmesi olasılığını beraberinde getirmektedir. Üçüncü olarak söz konusu strateji değişikliği Suriye krizinin siyaseten çözülmesiyle Suriye'nin yeniden inşasında Türkiye'nin normatif güç olarak rol oynamasını sağlayabilecektir. Türkiye'nin oynayacağı bu normatif gücün Suriye'de mültecilerin geri dönüşü için uygun koşulların yaratılmasını hızlandıracağı da ortadadır. Son olarak Türk dış politikasındaki strateji değişikliği BMGK'nin 2254 sayılı kararı kapsamındaki barışçıl çözüm sürecinin devam ettirilmesinde Türkiye'nin arabulucu rolünün güçlenmesini de sağlayabilecektir. Türkiye'nin arabuluculuk rolünün geçmiş dönemde bölge nezdinde bulduğu karşılık düşünüldüğünde bu durumun siyasi çözümü hızlandırması da beklenmelidir. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye'ye yönelik dış politikasında değişim yaşandığının aksine, Türkiye'nin bu politikadaki süreklilik eğilimlerini değişen stratejileriyle takip ettiğini ileri sürmek daha gerçekçi bir yaklaşımdır.

ii) İsrail-Filistin

Türk dış politikasının süreklilik eğilimlerinden sapma olarak sunulan bir diğer alan İsrail ile ilişkilerdir. Çavuşoğlu'nun İsrail'e büyükelçi atama kararının alındığını açıklaması ve 71 yıl sonra yeniden hava ulaştırma anlaşmasının yapılması bahse konu değişim iddiasını perçinlemek için kullanılmıştır. Türk dış politikasının İsrail özelindeki süreklilik eğilimlerinden ilki genelde Arap-İsrail anlaşmazlığında özelde ise Filistin-İsrail ihtilafında Arap ülkelerini ve Filistin'i desteklerken, İsrail'i tamamen marjinalize etmemek ve yeni krizlerin ortaya çıkmasını engellemektir. Bu eğilim Arap-İsrail anlaşmazlığında Türkiye'nin barış inşası noktasında arabulucu faaliyet göstermesini mümkün kıldığı gibi İsrail'in Filistin'e yönelik sorumsuz saldırılarının sayısını, kapsamını ve süresini de daraltıcı etki yapmıştır. Türk dış politikasının Arap-İsrail ihtilafı özelindeki ikinci süreklilik eğilimi, bu devletin Türkiye'nin bölgesel düzlemde kriz yaşadığı devletlerin tarafında tutum takınmasını engellemek olmuştur. Bu eğilimin güncel karşılığı ise Yunanistan ile yaşanan ve ekseriyeti Ege ve Adalar noktasında ortaya çıkan krizlerde İsrail'in en azından tarafsız kalmasının sağlamak ve böylece Yunanistan'ı yalnızlaştırmaktır. Üçüncü süreklilik eğilimi ABD dış politikasında özgül ağırlığı bulunan İsrail lobisinin Türkiye lehine ve Rum-Ermeni lobilerini dengelemek maksadıyla kullanılmasıdır. Sıralanan bu süreklilik eğilimlerinin yeni stratejilerle takip edilmesi gerekliliği ise İsrail'de Herzog yönetimiyle birlikte normalleşme ve ilişkileri geliştirme fırsatının ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Türk dış politikasının İsrail ayağında yaşanan güncel gelişmelerin köklü bir değişiklik olmadığı yine Türkiye tarafından açık bir şekilde ve Filistin ile ilişkiler üzerinden ortaya konmuştur. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daveti ile Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas 22-24 Ağustos 2022'de Türkiye'yi ziyaret etmiş ve bu ziyarette İsrail ile yaşanan güncel gelişmelerin Türkiye'nin Filistin'e desteğini olumsuz yönde etkilemeyeceği belirtilerek Türkiye-Filistin arasında geliştirilebilecek iş birliği alanları ele alınmıştır. Dolayısıyla Türkiye İsrail ile normalleşme stratejisi üzerinden İsrail-Filistin meselesine dair dış politikasının süreklilik eğilimlerini hayata geçirmek istediği gibi Ortadoğu'da kalıcı barışın sağlanmasına yapacağı katkıyla -özellikle Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizde kendisini gösterdiği şekliyle- normatif bir güç olma konumunu perçinleme ile uluslararası prestijini arttırma imkanına da sahip olmuştur.

iii) Rusya-Ukrayna

Ukrayna Krizi'nin başlangıcından itibaren Türkiye, Rusya ve Ukrayna ile yakın ilişkilere sahip olmasından kaynaklı olarak aktif bir tarafsızlık politikası yürütebilmiştir. Krizin günümüzde geldiği aşama göz önüne alındığında ve yaşanan tahıl krizinin Türkiye'nin öncülüğünde aşılması örneğinde görüldüğü üzere Türkiye'nin bu politikası küresel düzlemde dikkate değer bir hale gelmiştir. İzlediği politika sayesinde küresel ilişkilerde nadir gözlemlenen bir şekilde savaşan iki tarafla da iyi ilişkiler geliştirebilen tek ülke olarak Türkiye Rusya'yı kaybetmeden Ukrayna'nın, Ukrayna'yı kaybetmeden de Rusya'nın güvenini kazanabilmiştir. BM ve Türkiye'nin arabuluculuğunda gerçekleştirilen Rusya ve Ukrayna görüşmeleri sonucunda tahıl koridoru anlaşmasının imzalanması Türkiye'nin bu politikasının küresel düzlemdeki politik meyvesidir.

Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 19 Temmuz'da İran'da Putin ve Ruhani ile birlikte Astana Formatının 7. Üçlü Zirve Toplantısına katılması ve 5 Ağustos'ta da Soçi'de Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesi özellikle batılı devletler nezdinde Türkiye'nin tarafsızlık politikasında değişikliğe gittiği yorumlarının yapılmasını beraberinde getirmiştir. Bu yorumları geçersiz kılan ve Türk dış politikasının bu ayağında süreklilikte sapmanın yaşanmadığını, sürekliliğin yeni stratejilerle takip edildiğini gösteren ise yine Cumhurbaşkanı Erdoğan olmuştur. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan 18 Ağustos'ta Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'nin davetiyle Ukrayna'ya ziyaret gerçekleştirmiş ve bu ziyarette iki devlet, Ukrayna'nın savaş nedeniyle tahrip olan alt yapısının yeniden inşası için antlaşma imzalayarak Ukrayna'nın yeniden inşası için bir Görev Gücü oluşturulması, söz konusu görev gücünün Ukrayna'da su-elektrik altyapısı, hastane, yol, köprü gibi sosyal ve ekonomik tesislerin inşasını koordine etmesi noktasında mutabakata varmıştır. Türkiye'nin krize yönelik aktif tarafsızlık politikasının her devletten önce Ukrayna'da bir rahatsızlık yaratacağı düşünüldüğünde iki devlet arasındaki bu mutabakat batılı çevrelerce yapılan yorumları butlan bırakmıştır.

Bununla birlikte Türkiye'nin son dönemde Rusya'yı dikkate alan bir politika geliştirmesi enerji krizi özelindeki ulusal çıkarıyla yakından bağlantılıdır. Batılı ülkelerin Rusya'ya yönelik ambargo uygulamasının enerjide Rusya'ya bağımlı olan ülkeleri kısa ve orta vadede enerji ve bunun yaratacağı enflasyonist baskı bakımından zorlayacağı ortadadır. Çünkü Rusya'nın Ukrayna'yı işgal harekâtına başlaması sonrasında önce petrol fiyatları yükselmiş, ardından benzer yükseliş doğal gaz, kömür ve elektrik fiyatlarına da yansımıştır. Rusya'ya enerji bakımından bağımlı olan ülkelerin bu bağımlılıklarını kısa ve orta vadede başka devletlerle ikame edemeyecekleri düşünüldüğünde mevcut enerji krizinin daha da derinleşeceğini düşünmek mümkündür. Bu şartlar altında Azerbaycan ve Rusya ile mevcut enerji kontratlarını yenileyen, Batılı ülkeler tarafından Rusya'ya uygulanan yaptırımlara katılmayan ve aktif bir tarafsızlık politikası izleyen Türkiye enerji krizinden Batılı ülkelere kıyasla daha az hasarla çıkabilecektir.

iv) Libya

Türk dış politikasında sürekliliğin eğilimlerinin korunduğu ve stratejik değişimin ortaya konduğu bir diğer alan Libya'dır. Türk dış politikasının Libya ayağında kendisini gösteren süreklilik eğilimleri ise Libya'da barış ve istikrarın sağlanması ile bu devletle imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin anlaşmanın devamlılığının sağlanmasıdır. Ancak 3 Ekim 2020'deki Cenevre Anlaşması'yla Libya'da çatışan taraflar arasında ortak hükümet kurulması ve bölünmüş kurumların birleştirilmesi görüşmelerinin başlaması, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin (UMH) yanı sıra doğudaki aktörler ile de ilişkilerin geliştirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Türkiye'nin söz konusu gerekliliğin ayırdında olduğunu gösteren somut gelişme ise Halife Hafter'in müttefiki olarak görülen Temsilciler Meclisi Başkanı Salih'in 1-2 Agustus 2020'de Ankara'da ağırlanmasıdır. Bu adım İsrail ile yaşanan güncel gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Türkiye'nin Mavi Vatan ile Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını korumaya çalıştığı görülmektedir.

Görüldüğü üzere Türk dış politikasında son dönemde yaşanan gelişmeleri dış politikadaki köklü değişiklikler olarak değerlendirmek yerine süreklilik eğilimlerinin değişen stratejilerle ve rasyonel düzlemde takip edilmesi olarak görmek daha doğrudur. Çünkü bu durum Türkiye'nin dış politikadaki elastikiyetini arttırdığı gibi manevra kabiliyetini de genişletmektedir. Dolayısıyla Türk dış politikasının son dönem güncel gelişmeleri incelendiğinde ortaya çıkan sonuç pejoratif çağrışımlarla ifade edildiği gibi dış politikada "dönüşler" veya "geri adımlar" değil bizatihi bu politika sayesinde Türkiye'nin küresel ilişkilerin ve meselelerin kilit ülkesi konumuna gelmesidir.

[email protected]