Suriye denkleminde Çin-Almanya yakınlaşması

Umut Berhan Şen / SASAM Uzmanı
11.12.2020

Çin ve Almanya'nın Suriye denkleminde ortak bir güç konfigürasyonuyla hareket etmeleri ve sahada benzer psikolojik harekat ve açık istihbarat faaliyeti yürütmeleri, bu iki ülkenin bölgede ortak bir hedef belirledikleri ve bu hedefe yönelik ortak bir proje tasarladıkları ihtimalini akla getirmektedir.


Suriye denkleminde Çin-Almanya yakınlaşması

Bugün hem Suriyeli göçmenlerden kaynaklanan sorunlar, hem de Ortadoğu’da güç sahibi olma ve hegemonya kurma amacı, Almanya’yı Suriye’deki krizle yakın olarak ilgilenmeye ve Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmaya sevketmektedir. Son iki yıldır Almanya, Suriye’yi görüşmek üzere kurulan ve ‘küçük grup’ diye adlandırılan, Fransa başta olmak üzere ABD, İngiltere, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ün yer aldığı bir oluşumda yer almaktadır. Ayrıca, Almanya yine Suriye konusunda Türkiye, Rusya ve Fransa ile birlikte dörtlü yeni bir oluşumun da içinde yer almaktadır. Ancak yine son iki yıldır Almanya’nın Suriye konusundaki hedef ve amaçlarına ulaşamaması ve aslına bakılırsa ABD, Türkiye ve Rusya’nın kendisinden daha aktif bir biçimde bölgenin kaderinde rol oynama riski Berlin’i ve onun bölgedeki temsilcisi olan BND’yi endişelendiriyor. Dolayısıyla, Suriye’de Almanya için yeni bir güç konfigürasyon ortağı olarak başka bir büyük güç öne çıkıyor: Çin.

‘Ejderha’nın gücü

Yerkürenin ABD’den sonra en büyük ikinci ekonomisi ve en büyük petrol ithalatçısı olan ‘ejderha’ lakaplı Çin Halk Cumhuriyeti, BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisi, nükleer silah kapasitesi, geniş toprakları, 2 milyara yaklaşan nüfusu vb. gibi özellikleriyle küresel güç savaşında öne çıkmaktadır. Çin, 2013 yılında göreve gelen şu anki devlet başkanı Xi Jinping sonrası yeni bir güvenlik doktrini oluşturmuştur. Bu güvenlik doktriniyle beraber Çin’in askeri ve istihbarat stratejileri de güncellenmiştir. Bu yeni konsept çerçevesinde Çin, özellikle Afrika ve Orta Doğu gibi dünyanın diğer bölgelerinde yerleşik bir güç olmaya çalışmaktadır.

Çin’in Ortadoğu bölgesine yönelik faaliyetleri, 1976 yılında lideri Mao Zedong’un ölümüne kadar ideolojik bir karaktere sahipti. Mao sonrası ise, yeni lider Deng Xiaoping pragmatik bir yaklaşımla başta Suriye ve İran olmak üzere Ortadoğu ülkeleriyle ile siyasi ve ekonomik ilişkileri büyük ölçüde genişletmiştir. Çin, 2000’li yıllarda ve Arap Baharı sürecinde olaylara doğrudan müdahil olmamakta, olayların daha çok ekonomik yönüne kanalize olmuşken, özellikle son iki yıldır bölgenin aktif oyun kurucusu olmak için askeri ve istihbari faaliyetlerini de yoğunlaştırmış bulunmaktır. Bu faaliyetlerin pik noktası ise Suriye’dir. Unutmadan ekleyelim; Pentagon’un çalıştığı en önemli strateji kuruluşu RAND Corporation’un hazırladığı açık istihbarat analiz raporlarına göre 1980’lerin sonundan itibaren Çin’in Suriye rejimine balistik füzeler dâhil olmak üzere stratejik silahlar satması, iki ülke ilişkilerini oldukça geliştirmiştir.

Uygur endişesi

Çin’i Suriye’de mevzilenmeye iten sebeplerden biri de Suriye’de çatışmalara katıldığı iddia edilen Uygur Türkler’inden kaynaklanan endişeleridir. Çin istihbarat birimi SCIO (State Councils’s Informatıon Office/ Devlet Konseyi Enformasyon Bilgi Ofisi) aralarında Çin vatandaşlığına sahip olanların da bulunduğu bu grubun savaş sonrasında ülkeye geri döndüklerinde yüksek güvenlik tehdidi oluşturacaklarını iddia etmektedir. Dolayısıyla Çin, Suriye’nin güya Uygur Türkleri için merkez üs olarak kullanılmasını engelleme gerekçesiyle Suriye’de caydırıcı bir askeri güç olarak etkisini arttırmayı hedeflemektedir. Bu amaçla ilk olarak üç yıl önce (18 Aralık 2017’de) Çin Halk Cumhuriyeti’nin elit savaşçılarından oluşan ‘Gece Kaplanları’ birliğinden beş yüz kişilik bir özel harp gücü Suriye’nin Tartus limanından giriş yapmıştır.

Çin’in Suriye’de askeri üslere sahip olması, ekonomik olarak dinamik ve aktif olan Pekin’in uzun vadede Moskova ile ilişkilerinin gerginleşmesine neden olabilir. Hatırlalayalım; 1960’lı yıllardan itibaren Sovyet Rusya ve Çin arasında Vietnam ve Kamboçya hudut bölgelerinde silahlı çatışmaya varabilecek anlaşmazlıklar yaşanmıştı. Bu defa tarihin tekerrür etmesi ve iki ülke arasındaki muhtemel anlaşmazlıkların daha gergin bir sürece evrilme ihtimali de çok yüksektir.

Suriye’de savaşın Baas rejiminin galibiyetiyle sonuçlanacağını öngören Çin, yakın gelecekte Suriye’nin yeniden inşası için devreye girmeye hazırdır ve bu konuda Almanya ile karşılıklı işbirliğine dayanan ortak bir harekat yürütmeyi hedeflemektedir. Zira, Çin’in teknolojiye olan ihtiyacı ve Almanya’nın Asya’da dış pazarlara çıkma ihtiyacı bu iki devletin sadece Suriye’de değil küresel çapta yeni bir ittifaka gidebileceğinin göstergesidir.

Çin, hem Ortadoğu’da hem hegemonyasını genişletmek istediği dünyanın çeşitli bölgelerinde Konfüçyüs Enstitülerinin şubelerini açmaktadır. Elbette bunun bir psikolojik harekat ve açık istihbarat faaliyeti olduğu nettir. Kuşkusuz, Çin tarihinin en önemli kültürel argümanı olarak önümüzde duran teorik öğreti Konfüçyüsizmdir. Dolayısıyla, Soğuk Savaş sonrasında Çin topraklarında Konfüçyüsizm yeniden keşfedilmiş ve Covid-19 sürecinde bu kadim felsefe yeniden zirveye ulaşmıştır. Konfüçyüs felsefesinde, ahlak ile siyaset ağırlıktadır. Bu felsefe, hep devinimli olmalarına karşın gök ile yerin birbirini dengeleyen güçler olduğu, ortak varoluşlarının uyumlu olduğu inanışına dayanmaktadır. Konfüçyüs’e göre insan bu koşullara tabidir ve boyun eğmelidir. Dolayısıyla yeni dönemde kurulması hedeflenen Çin hegemonyasının sosyal ve psikolojik altyapısının oluşumunda, Konfüçyüsizm bir psikolojik harp aracı olarak, Çin istihbarat servisi SCIO tarafından koordine edilen Konfüçyüs Enstitüleri vasıtasıyla her zamankinden aktif olarak sahada kullanılan bir argüman olacaktır. Bu enstitünün özellikle kurulduğu her bölgede 16-24 yaş arası genç ve çoğunluğu erkek olan kitlelere çeşitli anketler yapması ve bunların konusunun genelde ya etnik ya dini inanç endeksli olması son derece düşündürücüdür. Özelikle ülkemizde ve diğer ülkelerde bulunan Suriyeli ve Yemenli göçmen genç erkeklere yapılan anketlerde sorulan soruların çoğunun cihad, Selefilik, hilafet vb. konularla ilgili olması yapılan bu anketlerin ne amaçla yapıldığı hakkında fikir yürütülebilmesine olanak sağlamaktadır.

Çin Konfüçyüs Enstitüleri ile Ortadoğu ağırlıklı olmak üzere tüm dünyada psikolojik harekat ve açık isithbarat çalışmaları yürütürken, bir diğer büyük güç olan Almanya’da bir çok vakıf ve kuruluşla, nitelik olarak Çin’in yukarıda belirttiğimiz faaliyetlerine benzeyen pek çok çalışma ve anket yürütmektedir. Özellikle Özgür Berlin Üniversitesi, Suriyeli göçmenlere yönelik yaptığı anketlerin çoğunda cihad, Selefilik, hilafet vb. konuları gündeme getirmektedir.

İç güvenlik tehdidi

Çin ve Almanya’nın Suriye denkleminde ortak bir güç konfigürasyonuyla hareket etmeleri ve sahada benzer psikolojik harekat ve açık istihbarat faaliyeti yürütmeleri, bu iki ülkenin bölgede ortak bir hedef belirledikleri ve bu hedefe yönelik ortak bir proje tasarladıkları ihtimalini akla getirmektedir. Unutmamak gerek; Ortadoğu’da bin 400 yıllık bir geçmişi olan İslam tarihinde Hariciler, Selefiler, El-Kaide, DEAŞ vb. dini görünümlü radikal terör örgütlerinin beslendiği ideolojik zemininden hareket edebilecek yeni bir radikal silahlı terör örgütü kurulursa, bu terör örgütü yine ortaya çıktığı coğrafyanın siyasal, sosyal ve ekonomik zayıflıklarını kendi lehine kullanarak çevre ülkelerinin kamu düzenini ve iç güvenliğini tehdit edecektir. Dolayısıyla, İslam’ın ilk çağlarından beri varolan Hilafet kavgasının Hariciler’i, Moğol istilasının Selefiler’i, Filistin ve Afganistan işgallerinin El-Kaide’yi, Irak işgalinin DEAŞ terör örgütünü doğurması gibi Covid-19 sonrası oluşan yeni globalleşme sürecinde yeni bir ittifak içinde olan Çin ve Almanya’nın, Suriye denkleminde yeni bir güç konfigürasyonuyla, özel harp ve psikolojik harp faaliyetlerine girişmesinin çevre ülkeler için doğuracağı muhtemel sonuçların süratli biçimde öngörülmesi gerekmektedir. Nihayetinde Türkiye, daima yeni tehditlere ve yeni terör oluşumlarına karşı daima teyakkuzda olmak zorundadır. Kurulması muhtemel yeni terör oluşumlarına karşı hibrit stratejilerin geliştirilmesi taktiksel bir zorunluluk halini almıştır. Bu bağlamda, terör örgütlerinin henüz kuruluş aşamasındayken, fiziki ve fikirsel bazda ilerlemesini önlemek için geniş ve kapsamlı bir yaklaşım geliştirilmesi ve sahada sürekli değişen dinamiklerin ve muhtemel senaryoların iyi analiz edilmesi, ülkemiz için hayati önem arz etmektedir.

[email protected]