Suriye denkleminde HIMARS sistemi

Arş. Gör. Ömer Aslan / Arş. Gör. Hakan Kıyıcı / Polis Akademisi
7.05.2016

Türkiye’ye gönderilmesi beklenen HIMARS füzelerinin NATO değil, ABD tarafından sağlandığını hatırlatmak gerekir. ABD’nin HIMARS’ları yalnızca Türk topraklarını DAEŞ roketlerinden korumak adına mı gönderdiği yoksa DAEŞ’e karşı yapılacak başka operasyonlarda da kullanmak niyetinde mi olduğu net değildir.


Suriye denkleminde HIMARS sistemi

DAEŞ’in önceleri ‘düştüğü’ şeklinde yorumlanan ancak son dönemde bilinçli şekilde özellikle de Kilis’e fırlattığı görülen roketler ve Suriye’de ateşkesin 4 Mayıs itibariyle Halep’i de kapsayacak şekilde (ilk planda 48 saatliğine) genişletilmesine dair Rusya ve ABD’nin anlaşmış olması karşısında Suriye’deki durumu yeniden değerlendirmek gerekmektedir. DAEŞ canlı bomba saldırılarından sonra şimdi de roketlerle doğrudan Türkiye topraklarını, özellikle de Kilis’i, hedef alarak, savaşın başlangıcından bu yana ‘Suriye’de sorunun kaynağı DAEŞ değil Esad rejimi’ diyen Türkiye’yi, bu yaklaşımını değiştirmeye zorlama amacına hizmet ediyor. Yani Esad’ın geleceğine dair senaryoların ve tartışmaların neredeyse ikinci plana itildiği mevcut ortamda, problemin kaynağının katil Esad olduğunu her fırsatta dile getiren Türkiye, şimdi DAEŞ roketleriyle Esad’ı bırakıp DAEŞ’i tehdit olarak görmeye, Suriye meselesini DAEŞ’e indirgemeye zorlanıyor. Bu başarılırsa Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG/PYD varlığıyla barışmasının da daha kolay olacağı düşünülmektedir.

Oyun değiştirici hamle mi?

Türkiye Suriye perspektifini bu şekilde daraltmaya zorlanırken; ABD, Türkiye’nin DAEŞ’e yönelik Menbic operasyonunda kullanmak istediği PYD/YPG’ye yönelik endişelerini gidermek adına bazı göstermelik adımlar atıyor. ABD yönetiminden PYD/YPG’nin PKK ile bağını kabul ettiklerine dair daha önce duymadığımız açıklamalar gelirken, PYD’ye de ‘DAEŞ’le mücadeleye odaklanması ve terör örgütü PKK’ya aktif yardımı kesmesi gerektiğine’ dair uyarılar yapıldı. Son Almanya ziyaretinde Alman Başbakanı’nın da destek verdiği ‘Güvenli Bölge’ planını bir kez daha reddeden Başkan Obama son aylarında durumu idare politikasını sürdürmeyi, en iyi ihtimalle Suriye’nin kuzeyinde DAEŞ’e karşı YPG/PYD’yi de kullanabileceği ama bu yaparken de Türkiye ile ilişkileri tamamen koparmayacağı bir çözüm peşinde.

Bugüne kadar 20 vatandaşımızı kaybettiğimiz bu roket saldırılarına karşı Türkiye’nin en önemli kozu T-155 Fırtına Topçu Obüsleri oldu. Fırtına Obüslerinin 40km etkili menzili AN/TPQ-36 hedef tespit radarıyla sınırın diğer ucundaki sabit hedeflere karşı etkili olurken; maalesef DAEŞ tarafından ateşlenen roket rampalarının hızlı yer değiştirme yeteneğine sahip olması Obüslerin hedeflerini vurma etkisini azaltmaktadır. Ayrıca hareketli roket rampalarının çoğu teknoloji kullanarak önceden fark edilip müdahale edilmesi zor olan unsurlardır ve bu nedenle havadan gözlem yapılarak anında müdahaleyi gerektirmektedir; fakat Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya’nın S-400 füze bataryalarını bölgeye yerleştirmesi Türkiye’nin bölgeye yönelik hava gücünü kullanmasına engel olmaktadır.

Kilis’e yönelik roketli saldırıların bitirilebilmek ve ülke içerisinde DAEŞ’in gerçekleştirdiği bombalama eylemlerini engelleyebilmek için Suriye toprakları içerisinde “Güvenli Bölge” kurulmasını isteyen Türkiye; ABD’nin İncirlik’te konuşlandırdığı Hellfire füzesi taşıyan dört adet Predator’ün daha fazla etkin kullanmasını ve ayrıca T-155 Obüsleriyle birlikte caydırıcılık gücünü artıracak olan Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemlerinin (HIMARS) Suriye sınır bölgesine konuşlandırılmasını ABD’den talep etti. M142 HIMARS sistemi 90km etkili menziline sahip ve T-155 Obüslerine göre hedefe daha hızlı reaksiyon gösterebilmektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, HIMARS bataryalarının Mayıs ayında Türkiye’ye konuşlandırılacağını ve bu sistemle roket saldırılarının yoğun olarak yaşandığı Mare-Menbic hattından Türkiye sınırına kadar olan bölgenin DAEŞ gruplarından arındırılarak Kilis’in Katyuşa bataryalarının menzilinden çıkmasının sağlanacağını belirtti.

Bu arada her ne kadar DAEŞ saldırılarına hedef olan sınırımızın aynı zamanda bir NATO sınırı olduğu zaman zaman hatırlatılsa da NATO’nun özellikle göçmenler noktasında göstermiş olduğu hassasiyeti, füze saldırıları karşısında gösterememesi ve askeri ve diplomatik kapasitesini Rusya’nın Kırım’ın ilhakından sonra Baltık bölgesine kaydırması, Türkiye’nin kolektif savunma konusundaki endişelerini artırmaktadır. ABD’nin yeni başkanını seçmeye hazırlandığı şu günlerde popüler başkan adayı Donald Trump’un NATO’nun miladını doldurduğu yönündeki açıklamaları transatlantik ilişkilerde “güvenlik tüketen ve güvenlik üreten” tartışmasını yeniden gündeme getirdi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise örgütün sadece Avrupa güvenliği için değil kolektif güvenlik anlayışı çerçevesinde küresel terörizmle mücadelede ABD’nin de güvenliğine katkı sağladığını söylemesi transatlantik ilişkilerin geleceği konusundaki tartışmaların devam edeceği işaretini vermektedir. Bu bağlamda Türkiye’ye bu ay içinde gönderilmesi beklenen HIMARS füzelerinin NATO tarafından veya şemsiyesi altında değil, ABD tarafından sağlandığını hatırlatmak gerekir. ABD’nin HIMARS’ları yalnızca Türk topraklarını DAEŞ roketlerinden korumak adına mı gönderdiği yoksa Türk topraklarını korurken aynı zamanda önümüzdeki haftalarda DAEŞ’e karşı yapılacak başka operasyonlarda da kullanmak niyetinde mi olduğu net değildir.

Geçiştirme siyaseti

Suriye’de iki aydır devam eden ateşkes ise yüzlerce insan son iki haftada rejim güçlerince katledildikten sonra Halep’i de dahil edecek şekilde 48 saatliğine genişletildi; ancak bunun ne kadar başarılı olacağı, Nusret Cephesini kapsayıp kapsamayacağı, kapsamadığı takdirde Nusret Cephesinin Halep’ten çıkmaya mı zorlanacağı, çıkmazsa ne olacağı gibi birçok soru işareti bulunmaktadır. Halep’i de içine alacak şekilde genişletilmek istenen ateşkesin ABD’nin ‘Suriye’de zoraki idare/geçiştirme siyasetinin’ değişmesi anlamına gelmediğini söylemek gerekiyor. ABD’nin Suriye politikasını en başından bu yana en yakından takip edenlerden olan, eski ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un özel Suriye temsilcisi Frederic Hof’un da işaret ettiği gibi “üst düzey Amerikalı yetkililer, oldukça isteksiz Başkanı B planını uygulamak konusunda ikna edemedikleri sürece, Obama yönetiminin görevde kalacağı son 8 ay içerisinde ilerleme olarak gördükleri en iyi adım, özü itibariyle nafile olan barış görüşmelerini sürdürmek, bunun için de insani yardımların arttırılmasını ve şiddetin ölçeğinin azaltılmasını sağlamak olacaktır.”

Bu arada sanılanın aksine, ne PKK/PYD ne de Esad yönetimi, kısmen Rusya ve İran’ın varlığı ve bir bakıma da Esad’a ‘muhtaç olmaları’ kısmense Obama yönetiminin ‘kararsız ve geçiştirme’ politikaları sayesinde mevcut güç dengesi içerisinde bütün bütün ABD ve Rusya’nın eline bakıyor değiller. Yani hem PKK/PYD hem de Esad’ın Rus, Amerikan ve İran tasarımlarından bağımsız bir hareket alanı ve ortamı manipüle etme mekanizmaları bulunmaktadır. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un da Şam-Moskova ilişkisine dair söylediği gibi ‘Esad, bizim için Ankara’nın Washington için olduğu gibi bir müttefik değil. Biz Esad’ı terörle mücadele ettiği için ve Suriye devletini [rejimini] korumak için destekliyoruz’. Bu bir taraftan sanılanın aksine Esad’ın iplerinin tamamen Putin’in elinde olmadığı anlamına gelirken, diğer yandan Rusya’nın Suriye’de bulunma ve Esad’ı koruma amacının Esad’ı değil, Baas rejimini korumak olduğunu anlatmaktadır. Yine Hof’un ortaya koyduğu gibi ‘Putin, yerine daha ehil ve Rus çıkarlarını daha iyi muhafaza edecek birini bulduğunda Esad’ın gitmesi için çalışabilir ancak Putin’i bunu yapmaktan alıkoyan iki şey var: Birincisi Esad’ı gönderme gücünün ne olduğu şüpheli ve ikincisi de Putin’in ‘İslamcı terörizmden’ ve Obama’nın rejim değişikliği planlarından kurtarmayı düşündüğü Suriye Devleti’nin Esad’ın şahsiyetinde tecessüm ettiğine inanması.”

Suriye’deki tüm bu gelişmelere rağmen M142 HIMARS sisteminin transatlantik ilişkilerin en çok sorgulandığı bir dönemde Türkiye’ye gelmesi ABD’nin bölgesel güvenlik yapılarında dominant gücünü artırmak istemesinin bir işareti olarak da düşünülebilir. Çünkü ABD’nin bu füze sistemini Türkiye dışında özellikle Polonya gibi Yeni Avrupa olarak tanımlanan ülkelerin, Baltık bölgesinde Rusya’yı dengelemek amacıyla sınırlarına yerleştirmeyi kabul ettirdiğini görmekteyiz. M142 sistemi Baltık bölgesi için bir dengeleyici olarak kabul edilebilir fakat Türkiye’nin bu sistemi bir terör örgütüne karşı kullanacak olması bu sistemin etkili olup olmayacağı tartışmalarını da beraberinde getirecektir. Çünkü konuşlanacak olan M142 sistemi bir Patriot veya İsrail’in geliştirdiği Demir Kubbe gibi gelen roketleri havada imha etme yeteneğine sahip değil. HIMARS füze sistemi sadece roketlerin ateşlendiği bölgenin daha hızlı bir şekilde imha edilmesini kolaylaştırmakta, atılan roketlerin topraklarımıza düşmesini engelleme amacı taşımamaktadır. Bu yönüyle de Türkiye’nin Suriye denklemindeki rolünde etkisi abartılmaması gereken yeni bir bilinmeyen olarak yerini alacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin M142 sistemi yerine bölgeyi gözleyen ve hareketli tehdidi izleyerek anında kaynağında vurma yeteneğine sahip olan silahlı İHA’lara olan ihtiyacı gün geçtikçe artacaktır.

[email protected]

[email protected]