Suriye devriminde yeni kavşak: Fırsatlar ve kırılganlıklar

Mehmet Hasip Yokuş/ Sosyolog
12.12.2025

Ortadoğu'da devrimler, yalnızca otoriter rejimleri sarsmadı; aynı zamanda ulus-devletin zihinsel sınırlarını, ümmetin ise ontolojik ve fiili imkânlarını görünür kıldı. Bu nedenle Suriye Devrimi, yalnızca bir ülkenin tarihsel kaderi hakkında değil; İslam dünyasında yeni bir siyasal ahlakın, yeni bir diriliş fikrinin ve yeni bir medeniyet tahayyülünün imkânları hakkında da güçlü ipuçları vermektedir.


Suriye devriminde yeni kavşak: Fırsatlar ve kırılganlıklar

Mehmet Hasip Yokuş/ Sosyolog

2010 yılında Tunus'ta bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi kendini yaktığında sanırım hiç kimse Buazizi'nin bedenini saran alevlerin tüm Ortadoğu'ya sıçrayacak bir yangının ilk kıvılcımı olacağını tahmin etmiyordu.

Batılı analizler bu süreci "tüketim toplumuna erişememiş gençliğin öfkesi" ve "internet devrimleri" gibi indirgemeci kavramlarla açıklamaya çalışsa da, Ortadoğu sokaklarını dolduran milyonlar, aslında çok daha köklü bir hak arayışının peşindeydi: onur, adalet ve özgürlük.

Ortadoğu'da başlayan intifadaların amacı, niteliği ve seyri belirginleşince, bunun Suriye'ye de yansıyacağını tahmin etmek zor değildi. Zira on yıllardır Suriye'de iktidarını sürdürmek adına her türlü vahşeti, zulmü ve kötülüğü çekinmeden işleyen Nusayri azınlığa karşı toplum vicdanında büyük bir öfke birikmişti. Asayiş ve muhaberatın keyfi ve hukuk tanımaz yöntemleriyle, Seydnaya ve Tedmür başta olmak üzere gizli ve açık birçok işkence merkezinde halka yapılan zulmün haddi hesabı yoktu.

Ortadoğu intifadaları işte böylesine bir muameleye tabi tutulan mazlum ama onurlu insanlar için bir kurtuluş umudu olmuştu.

Sabırla yoğrulan direniş: Halkın eşsiz tanıklığı

Suriye devriminin gerçek kahramanı, bütün kırılganlıklarına rağmen mücadeleyi sabır ve kararlılıkla omuzlayan halktır. On dört yıl boyunca topyekûn bir devlet terörü altında yaşayan milyonlarca insanın sabrı, metaneti ve direnci, ümmetin izzet hafızasına kazınmış eşsiz bir tanıklıktır. Yaklaşık 13 milyon insanın yerinden edilmesi, yüz binlerce şehit, harabeye dönmüş şehirler...

Savaşı sadece sıcak çatışma alanlarında değil, hayatın bütün alanlarında yaşayan bu halk, tarihin karşısına iki büyük sermayeyle çıktı: iman ve onur. Sürecin başından itibaren bu halk, yalnızca askeri anlamda değil; ahlaki ve manevi zeminde de büyük bir direniş sergiledi. Örgütlü zulüm makinesine karşı bedenlerini, evlerini, şehirlerini siper ettiler.

İşte bu azim ve kararlılık tanklarla bastırılamadı; fıtri özgürlük ile vahyin şekillendirdiği şahsiyet birleşince ortaya artık yenilmez bir güç çıkar.

Bu insanlar özgürlükleri uğruna ödenebilecek ne bedeller varsa canlarıyla mallarıyla hepsini ödedi. Ancak taviz ve pazarlığa yanaşmayan yiğitlikleri ve imanla yoğrulmuş sabırları, nihayetinde Allah'ın da yardımıyla görkemli bir zaferle neticelendi.

Kardeşliğin İmtihanı: Vicdan ve ahlak testi olarak Suriye Devrimi

Ortadoğu intifadaları başladığı ilk günden itibaren Türkiye "ahlaki" bir dış politika izleyerek halkın taleplerinin yanında yer aldı. Türkiye'nin siyasi ve ekonomik maliyetleri göze alarak yürüttüğü cesur ve kararlı politikası, Suriye direnişinin ayakta kalmasını sağlayan en önemli etkendi.

Suriye direnişi, mazlumun feryadını duymazdan gelenlerin değil, o feryada kulak verenlerin tarihe yazıldığı bir sınavdı. Siyasi veya diplomatik bir tercihten öte; bir medeniyet tasavvuru, tarihsel ve kültürel bir yükümlülüğün gereği olarak Türkiye, tarihin doğru tarafında durmuştur. Zira bir milletin asaleti ve büyüklüğü, sınırlarını mayınlarla ve tel örgülerle koruyarak değil; mazlumların onurunu korumakla; hak, adalet ve kardeşliği esas almakla ölçülür.

Irkçı çevrelerin öncülük ettiği toplumsal gerilim ve provakasyonlara rağmen, can havliyle ülkemize sığınan bu mazlum insanları misafir etmekte hiç tereddüt göstermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun liderlik ettiği devlet kurumları başta olmak üzere, sivil toplum örgütleri ve bu fedakâr millet; kardeşlik, vefa ve erdemli duruşlarıyla tarihe adlarını altın harflerle yazdırmıştır.

Bir de bu sınavın kaybedenleri vardı. İdeolojik saplantıları sebebiyle bu insanlara karşı daha ilk günden itibaren hiçbir ilke ve kural tanımdan iftira ve karalama kampanyalarına başladılar. Belli medya grupları daha da ileri giderek, gelen mültecilerin yemek yedikleri lokantalarda veya bindikleri araçlarda ücret ödemediklerini, Başbakan'ın misafiri olduklarını söylediklerini, doktora gidenlerin güneş gözlüğü, güneş kremi gibi şeyler talep ettiklerini dillendiriyordu.

Bütün bu kızılca kıyamet içerisinde adeta selden kütük kapma derdiyle hareket eden PYD'ye ayrı bir parantez açmak gerekiyor: Yüzyıllardır birlikte yaşadıkları kardeşlerinin bu zor günlerinde yeri geldiğinde Baas rejimi ve İran, yeri geldiğinde ABD'yle iş tutarak, dahası, bu insanların destansı direnişlerini Batılı bir jargonla "cihadizm" ve "terörizm" şeklinde tanımlayarak sırt çevirdiler.

Mamafih, Esad'ın zulmünü görmezden gelenler, devrime engel olamadıkları gibi aslında kendi içlerindeki ahlaki çöküşü ifşa etmiş oldular. Bunların payına da sadece utanç ve mahcubiyet düştü.

Suriye'den Gazze'ye: Siyasi ve epistemik bir inşa tasavvuru

Suriye Devrimi'nin bize gösterdiği temel gerçek, zaferin sahadaki askeri kazanımlarla sınırlı olmadığı; bilakis, bu kazanımların sosyal, kültürel ve kurumsal bir yeniden inşaya dönüştürülmesi gerektiğidir.

Rejimin çöküşü, devrimin tamamlanması değil; yeni bir sürecin başlangıcıdır. Bu süreç, en az savaş dönemi kadar stratejik bir dikkat gerektiriyor. Bu yönüyle devrim, Baas'ın çöküşüyle değil, toplumun yeniden kendi ayakları üzerinde doğrulmasıyla tamamlanacaktır.

Suriye devrimi bir yılı geride bıraktı. Suriye sahasında hâlâ devrimin ulaşmadığı bölgeler; etnik ve mezhepsel fay hatlarının tetiklenme riski; dış müdahalelerin manipülatif baskıları söz konusu.

Batı, Suriye devrimini kendi stratejik amaçlarına göre şekillendirmek için havuç-sopa politikasını uyguluyor. Bu anlamda Suriye devrimi, yalnızca iç sorunlarla değil; dışarıdan gelen "kuşatma stratejileriyle" de sınanmaktadır.

Batı'nın Suriye'ye yönelik havuç-sopa politikası, devrim sonrası dönemi şekillendirme çabasının en somut örnekleridir. Ayrıca, Batı'nın siyasi ve ekonomik desteğini arkasına alarak, bölgesel kaos ve çatışmalardan kendi güvenlik stratejisini tahkim etme politikası üreten İsrail; Suriye başta olmak üzere tüm bölge için büyük bir tehdit olmaya devam etmektedir.

Ortadoğu intifadalarında net bir şekilde görüldü ki, Batılı ülkeler için hak, adalet, özgürlük gibi kavramlar hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu gün Gazze'de tanık olduğumuz vahşet ve soykırım; Batı'nın bu yüzünü fark etmek açısından son derece önemlidir.

Aslında İsrail ve Batı için tehdit olan, sadece Suriye'deki devrim değil; bu devrimin ürettiği ahlaki ve epistemik meydan okumadır.

Suriye ve Gazze'de bir avuç adanmış yüreğin gösterdiği hakikat şudur: Zulme karşı sergilenen tüm başkaldırılar, bu anlamda sadece bir başkaldırı değil; aynı zamanda Batı merkezli modernliğin evrensellik iddiasına karşı yükseltilmiş yerli ve ahlâkî bir ses, bir "medeniyet reddiyesi"dir.

Bu anlamda Ortadoğu intifadaları, "siyasi meşruiyet" ve "toplumsal irade" kavramlarını ulus-devlet sınırlarının ötesine taşımış; İslam dünyasına yeni bir siyasi ve toplumsal tasavvurunun imkânına dair güçlü bir ufuk oluşturmuştur.

Erdoğan'ın dışarıya dönük olarak büyük bir özgüvenle dile getirdiği "Dünya beşten büyüktür." İfadesi ile, içeriye dönük olarak işaret ettiği "Malazgirt ruhu, Çanakkale dayanışması, Kudüs ittifakı" gibi söylemler; konjonktür değişiminin zorladığı bir yeni bakış olmanın ötesinde, aynı zamanda Türkiye'nin ideolojik koordinatlarında yaşanan değişimin somut yansımalarıdır. Türkiye, kendi tarihini sadece ulusal bir anlatı olarak değil, ümmetin müşterek hafızası olarak yeniden okumaya başlamıştır.

Esasında Suriye'deki devrim ve bu devrimin ortaya çıkardığı sosyal ve siyasal dönüşümlerle bağlantılı olarak Kürt meselesinin bölgesel ve uluslararası bir mahiyete bürünmesi,Türkiye'yi bir paradigma değişimine zorlamaktadır. Burada kastettiğim sadece riskler değil; zira bu tablo, üzerinde düşünülmeyi hak eden önemli bir imkân alanı da barındırıyor.

Buna karşılık, Batı'nın Aydınlanma ile başlayan ve sanayi, bilim, kültür üzerinden küresel bir tahakküme evirilen egemenlik hikâyesi, artık hem içeriden hem dışarıdan; temelinde yatan düşünsel paradigma ve onu besleyen kurumsal yapılarıyla birlikte, derin bir tıkanma ve kriz döngüsüne girmiştir. Toplum, siyaset ve kültür başta olmak üzere hayatın her alanında yaşanan bu kriz, küresel sistemin yapısal zaaflarına işaret etmekle kalmayıp, aynı zamanda mevcut düzenin sürdürülebilirliğini de sorgulatmaktadır.

Batı'nın kurduğu siyasal hayal, Aylan bebeğin kıyıya vuran minik bedeniyle çatırdamaya başlamıştı; Gazze'de toprağa düşen on binlerce bebek ise o çöküşün geri dönüşsüz olduğunu haykırıyor.

Suriye ve Gazze direnişleri, Batı merkezli modernliğin evrensellik iddiasını tarihsel, ahlaki ve fiilî bir karşı duruşla sorgulamış; yeni bir medeniyet tasavvurunun kapısını aralamıştır. Bu yönüyle ümmet coğrafyası, artık yalnızca sosyal ve siyasi krizlerin yaşandığı bir alan değil; hakikatin izinin sürüldüğü, değerlerin yeniden inşa edildiği bir öze dönüş çabasına sahne olmaktadır.

Sonuç olarak Ortadoğu'da devrimler, yalnızca otoriter rejimleri sarsmadı; aynı zamanda ulus-devletin zihinsel sınırlarını, ümmetin ise ontolojik ve fiili imkânlarını görünür kıldı. Bu nedenle Suriye Devrimi, yalnızca bir ülkenin tarihsel kaderi hakkında değil; İslam dünyasında yeni bir siyasal ahlakın, yeni bir diriliş fikrinin ve yeni bir medeniyet tahayyülünün imkânları hakkında da güçlü ipuçları vermektedir.

Mazlumların imanla ördüğü bu direniş, İslam dünyasının geleceğinde siyaseti de ahlâkı da yeniden kuracak bir nirengi noktası olacaktır.