Suriye direnişinde yabancı unsurlar ve Suriye’nin geleceği meselesi

Nurullah Çakmaktaş / Marmara Ünv. Ortadoğu Araş. Enstitüsü
15.02.2014

Suriye Devrimi’nin Anatomisi -II-


Suriye direnişinde yabancı unsurlar ve Suriye’nin geleceği meselesi

Geçen hafta Star Açık Görüş’te ilk bölümü yayınlanan yazımızda, Suriye meselesini insaflı bir şekilde değerlendirebilmek içinSuriye’nin yakın tarihini iyi bilmenin, protesto gösterilerine neden olan dinamikleri iyi tespit edebilmenin, gösteriler başladıktan sonra 2011’in sonuna kadarki sürecin kronolojisine hâkim olmanın önemi üzerinde durup, bu bağlamda Suriye halkının bizzat rejim tarafından silahlı mücadeleye başvurmaya icbar edildiğinin altını çizmiş veSuriye’de başlatılan direnişin, yansıtılanın aksine yerel bir direniş olduğu üzerinde durmuştuk. Bugünkü yazımızda ise, Suriye direnişinde bir vaka olmakla birlikte hacimleriyle ters orantılı olarak büyük bir popülerliğe sahip olan, Esed ve yanlılarına meşrûiyet malzemesi de verecek nitelikte gayri İslamî ve insani savaş yöntemleri benimseyen, rejim ve destekçilerinin yürüttüğü propagandalarla Suriye direnişinin baş aktörleriymiş gibi sunulan el-Kâide bağlantılı ve türevli en-Nusra ve IŞİD gibi cihâdî-selefi yapılanmaların ne olduğu, Suriye mukavemetinde neye tekabül ettiği ve Suriye’nin toplumsal kodları ve geleceği açısından ne anlam ifade ettiği ve edeceği üzerinde duracağız.

Cihâdî-selefî yapılar

Vehhabi-selefi düşüncenin lafızcı ve dışlayıcı literatürü ile dini tutumunu, modern İslamcı düşüncenin bazı uç literatürü ile de siyasi tutumunu şekillendirencihadi-selefi yapılanmalar, son otuz yıl içinde İslam dünyasının bir gerçeği olmakla birlikte Müslüman toplumların çok büyük bir kesimi tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla teveccüh görmemiştir. Bu yüzden olsa gerek bu düşünce tarzını benimseyenler, her daim kendi ülkeleri dışında savaşın, kaosun ve istikrarsızlığın hâkim olduğu toprakları kendilerine mesken edinmişlerdir. Safiyane niyetlerin motive ettiği Afgan cihadı ile başlayan süreç, zaten düşünce yapılarında var olan ifrat ile birlikte, uzun müddet savaş ortamlarında bulunmanın da etkisiyle olsa gerek zamanla sivillerin de hedef alındığı bir terörizme dönüşmüştür. Doksanlı yılların sonunda İslam dünyasının içinde ve dışındaki batılılara karşı Usame b. Ladin’in ilan ettiği “küresel cihat” ile, mobil bir yapılanmaya sahip el-Kaide ve türevleri ülke ülke dolaşarak asker-sivil ayırt emeksizin terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Irak savaşının başlaması ile bölge içinde daha fazla etkin olmaya başlayan bu yapılanmalar, batı karşıtlığı yanında son yıllarda motivasyonunu daha çok mezhep karşıtlığı üzerinden gerçekleştirmektedir. Suriye topraklarında adından sıkça söz ettiren en-Nusra ve IŞİD gibi gruplar, işte bu çizginin devamı niteliğinde olan ve Suriye’deki organik ve yerli direniş gruplarının içine dışarıdan dâhil olmuş parazit yapılanmalardır.

En-Nusra

en-Nusra grubu, özellikle yönetim kadrosunda daha önce Çeçenistan ve Irak’ta el-Kaide safında savaşmış Suriyelileri barındırmakla birlikte, büyük oranda farklı ülkelerden gelen yabancı savaşçılardan oluşmuştur. Cephetü’n-Nusra’nın komutanı olan Ebû Muhammed el-Colânî verdiği mülakatta, Suriye Devrim’i başlayana kadar Irak’ta savaştıklarını, Suriye’de ayaklanmanın başlaması ile birlikte de Suriye’ye girdiklerini ifade etmiştir. 1  Yine el-Colânî’nin, İran ve Hizbullah’ın Suriye savaşında bizzat fiziki olarak yer almasının da kışkırtması ile mevcut savaşı bir mezhep mücadelesine indirgemesi,Suriye halkının ve oluşturduğu organik yapılarının geçen yazımızda bahsettiğimiz mücadele amaçları ile en-Nusra’nın amaçlarının nasıl farklılaştığını ortaya koymaktadır. Bu farklılaşma savaş yöntemlerinde de kendini göstermiş, medyanın genellemeci bir üslupla “Suriyeli muhalifler” şeklinde lanse ettirdiği insanlık dışı infazları, özellikle en-Nusra’nın içindeki yabancı unsurlar gerçekleştirmiştir. Mesela Suriye muhalefetinin genelini lekelemek için çokça gündeme getirilen meşhur kafa kesme görüntülerinin en-Nusra çatısı altında Rus istihbaratı adına çalışan Çeçen savaşçılar tarafından icra edildiği daha sonraları ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu Çeçen savaşçıların Suriye’ye gelebilmek için Rusya’nın kendilerine sağladığı kolaylıklar da üzerinde durulması gereken başka bir konudur.

IŞİD

2013 yılının ortalarından itibaren Suriye’de görünür olmaya başlayan IŞİD ( Irak Şam İslam Devleti) örgütü ise en-Nusra’ya göre çok daha karanlık bir yapılanmadır. 2004 yılında el-Kaide’ye bağlılığını deklare eden örgütün daha önceki isminin Irak İslam Devleti olması, örgütün menşeinin Irak toprakları olduğunu göstermektedir. Şu sıralar Ebu Bekir el-Bağdâdî’nin liderliğini yürüttüğü örgüt, Irak’ta çok sayıda sivilin de ölümüne neden olan eylemler gerçekleştirmiştir. 2013 Temmuz ayında nasıl gerçekleştiği meçhul birçok tutuklu, tam korunaklı hapishanelerden kaçmış ve soluğu Suriye topraklarında almıştır. Rakka, Halep ve İdlip gibi daha önce yerel direnişçiler tarafından kontrol altına alınan bölgelere yerleşen örgüt, Suriye’de rejim ile savaşmaktan daha çok tekfir ettiği yerli muhaliflerle çatışarak bu bölgelere hâkim olmaya çalışmaktadır. Irak’ta hapishane kapılarının bir nevi açılıp örgüt üyelerine yol verilmesi, el-Kaide lideri Eymen ez-Zevâhiri’nin karşı çıkmasına rağmen IŞİD’in Suriye’ye girmesi ve Suriye içinde rejimden daha çok yerli muhaliflerle çatışması, son günlerde daha sık olmakla birlikte uzun süredir Suriyeli muhaliflerin dile getirdiği IŞİD’in bir istihbarat projesi olduğu ve Esed ile birlikte hareket ettiği iddiasını kuvvetlendirmektedir. Türkiye’de yaşayan Rakkalı bir Suriyelinin, yerli muhaliflerin kontrolündeyken her gün rejim tarafından bombalanan ailesinin yaşadığı bölgenin, IŞİD’in eline geçtiği son haftalarda bir kez bile bombalanmadığını ifade etmesi, yerli halk arasında da aynı intibanın var olduğunu göstermektedir. Yapılan değerlendirmeler, IŞİD’in Suriye savaşının içine Baas rejimi ile birlikte İran, Irak ve Rusya istihbaratlarının ortak operasyonuyla bir truva atı olarak sokulduğu yönündedir. Bununla hem muhaliflerin gücü zayıflatılmaya, hem de Esed sonrası Suriye’sinin bu insanlar tarafından yönetileceği algısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Böylece bir yandan Suriye devrimi itibarsızlaştırılmaya, diğer yandan da Esed’e ve yaptığı katliamlara meşrûiyet sağlanmaya çalışılmaktadır. Bunun farkında olarak son haftalarda Ahrâru’ş-Şâm ve Livâu’t-Tevhîd başta olmak üzere İslami cepheye mensup birçok yerli direniş grubu, en-Nusra ve IŞİD flamaları taşıyan zırhlı araçların defalarca kendilerine saldırdığı konusunda internet sitelerinde yayınlanan açıklamalar yapmış ve bu gruplarla kendileri arasında organik bir bağın olmadığını deklare etmişlerdir. 2 

IŞİD ve en-Nusra üzerinden Suriye devriminin ve direnişinin yerelliğine halel getirip, statükoyu muhafaza etmek adına özellikle azınlıklar konusunu merkeze alarak Esed sonrası dönem için dünya kamuoyunu, çeşitli propaganda yöntemleriyle etkilemeye çalışmak ve onlara korku salmak Baas rejiminin uzun süredir yürüttüğü stratejidir. Bu strateji hakikati manipüle etmeyi amaçlamaktadır. Zira öne sürülen argümanlar en başta Suriye’nin sosyolojik gerçekliğinin çok uzağındadır. Ne var ki meselenin bu tarafı dikkate alınmadan ülkemizde de birçok kişi söz konusu propagandalara teslim olmuş vaziyette bütün Suriye meselesini “kafa kesiciler” söylemi üzerinden okuyup değerlendirmektedir. Oysa savaş esnasında bile halk ve yerel direnişçilere intibak sağlayamamış bu radikal yapıların, savaştan sonra o topraklarda barınabileceğini ve hatta oraya hükmedebileceğini düşünmek, bilgisizce yapılan bir değerlendirmenin veya kasıtlıca yapılan bir propagandanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu tür yapılanmalar bölge ülkelerindeki Müslümanlar nezdinde tam anlamıyla hiçbir zaman teveccüh görmemiştir. Mesela İslami hareketlerin beşiği olan Mısır, yakın tarihte buna benzer grupların ilk ortaya çıktığı ülkelerdendir. Yetmişli yıllarda Mısır’da yükselişe geçen bu tür yapılanmalar Enver Sedat’ı öldürerek büyük yankı uyandırmalarına rağmen, Mısır’da siyasi bilinç taşıyan Müslümanlar, bu tür gruplar yerine büyük oranda şiddete bulaşmamış ve şiddeti bir yöntem olarak kabul etmeyen İhvân-ı Müslimin’in etrafında kümelenmiştir. Kaldı ki Suriye toplumu din algısı itibariyle Mısırlılara göre çok daha mutedil bir toplumdur. Suriye, selefi düşünce etkisinin diğer Arap ülkelerine oranla çok daha az olduğu, ülkede bulunan selefilerin de mutedil bir selefi düşünce çizgisini takip ettiği, geneli Şâfi mezhebine mensup, İslam’ın tasavvufî yorumunun Türkiye’deki gibi çok etkili olduğu bir halk kitlesini barındıran ve yüzyıllardır farklı din ve mezhep mensuplarıyla bir arada yaşama tecrübesine sahip bir ülkedir. Suriye toplumu din ile ilişki bakımında Türkiye’ye benzer özellik taşımaktadır. Bu manada yerel direnişin merkezlerinden biri olan Halep’i konuşulan dil dışında Gaziantep’ten ayırt edebilmek çok güçtür. Hal böyle iken kurdukları tugayların isimlerini “tevhid” gibi İslami kavramlardan seçmelerine, sakallı olmalarına veya savaşırken tekbir getirmelerine bakarak Suriye’deki bütün direnişçilerin el-Kaide türü selefi bir düşünceye sahip olduğu zehabına kapılmak çok büyük bir haksızlık olacaktır. Nitekim Ketâibu’l-Farûk Lideri Üsâme el-Cündî kendisine sorulan “ en-Nusra’nın Suriye için çizdiği müstakbel siyasi projesine katılıyor musunuz” sorusuna cevaben, “ bu konuda onlara katılmıyorum, böyle bir projeden bahsedenler bizim yaşadığımız ülkedeki dini ve siyasi realiteyi bilmiyorlar” demiştir. 3 

Suriye’nin geleceği

Son çare olarak başvurdukları silahlı direnişle özgürlük mücadelesini verenler tabi ki İslâmi-siyasi bir şuura mensup İslami hareket müntesiplerinden oluşmakta. Fakat bunların gelecekte hayal ettikleri ülke, dindar Suriye halkının çoğunluğunun hayal ettiğinden farklı değil. Çünkü bu insanlar bizzat bu halkın içinden çıkıp söz konusu mücadeleyi veren kimseler. Dolayısıyla kurmayı hedefledikleri yeni devletleri için “İslam”a çokça atıfta bulunmaları garipsenmemeli. Bunun yanında tugay komutanlarının neredeyse tamamı verdikleri röportajlarda azınlıkları ve ülkenin kozmopolit yapısını dikkate alarak “mutedil İslam” vurgusuna da özen göstermiştir. Ama bir yandan da, ülke içindeki azınlıkların gelecekte karşılaşabilecekleri muhtemel bir zulüm etrafında gösterilen hassasiyetin, hali hazırda milyonlarca çoğunluğun bizzat yaşadığı zulme karşı gösterilen hassasiyetten çok daha fazla olması nedeniyle de serzenişte bulunmaktadırlar. Suriye Hava Kuvvetleri’nin attığı varil bombası sonucu hayatını kaybeden otuz iki yaşındaki Livâu’t-Tevhîd Lideri Abdulkadir Salih, Teysîr ‘Allûnî’nin azınlıklarla ilgili ısrarlı sorularına “ Gece gündüz her daim azınlıklarla ilgili sorulardan bıktık usandık. Neden sizler ve batı sürekli bu soruyu soruyorsunuz, neden bu gerginliği yaratıyorsunuz? Defalarca söyledim yine söylüyorum. Azınlıkların başımızın üzerinde yeri var, onlar bu toplumun desenlerinden. Biz yüzyıllardır bir arada yaşıyoruz. Onlar da bizlere ortak olacak ve beraber güzel bir hayat yaşayacağız...” şeklinde cevap vermiştir. 4   Yine Livâü’l-İslam Lideri ZehrânAllûş da, ısrarlı azınlık sorularına “ şu an bombalar altında yok olup giden çoğunluğun haklarından kimse bahsetmiyor” diye serzenişte bulunduktan sonra “ adil bir yönetim kurmak için elimizden geleni yapacağız, kesinlikle kimseye zulmetmeyeceğiz” demiştir. 5   En-Nusra ve IŞİD’in mezhep karşıtlığı üzerine inşa ettiği mücadelesi karşısında diğer tugay liderlerinin Suriye’nin ince meselelerinde nasıl hassasiyet içinde olduklarını göstermeleri, sanırız bu mücadelede Suriye’yi gerçek anlamada kimlerin temsil ettiğinin ipuçlarını vermektedir.

Suriye halkının diğer bölge halklarında olduğu gibi İslam ile olan bağı hala çok kuvvetli. Dolayısıyla Suriye için İslam’dan ve İslamcılardan bağımsız bir gelecek çizmeye çalışmak, son bir asırda birçok bölge ülkesinde olduğu gibi siyasi meşrûiyet krizinin devam edeceği anlamına gelmekte. Ülke içinde direnişi omuzlayanların dini hassasiyeti yüksek kimselerden oluşmasına bakarak oryantalist bir refleksle bütün direnişçileri aynı kategori içine sokarak dışlamanın, onlara destek olmamanın Suriye’de daha büyük krizlere neden olacağı unutulmamalı. Hele hele bu direniş önderlerinin sürekli “mutedil İslam” vurgusu yapmaları ve Suriye’nin kritik meselelerinde hassasiyet içinde olmaları dikkate alınmadan sırf “siyasal İslam” karşıtlığı üzerinden bu insanları dışlamanın, terör örgütü gibi göstermenin halk arasında el-Kaide türü radikal gruplara olan teveccühün yükseleceğine sebep olacağını hatırlatmak isteriz. Nitekim en-Nusra lideri el-Colânî’nin, kendisine “madem küresel cihattan yanasınız, neden devrimden önce Suriye’ye girmediniz” mealindeki soruya, “Suriye halkı bizim en başından beri benimsediğimiz silahlı mücadeleden yana değildi, buna hazır değildi” diye cevap vermiş olması, 6   aslında “bir gün herkes bizim haklılığımızı anlayacak” şeklinde de okunabilir. Dolayısıyla günden güne “tekfir” halkasını genişleten ve bölgeyi büyük bir ateşin içine sokma potansiyeli taşıyan bu selefi-cihadi yorum biçiminin etkinliğini ve etkisini durdurmak adına, daha fazla geç kalınmadan Suriyeli yerel direnişçilerin ülke ve bölge için bir şans olduğunu ve desteklenmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız. Zira bu insanların başarılı olması, hem bir yönüyle mezhep savaşının körüklenmesi anlamına gelen radikalleşme ihtimalini ortadan kaldıracak, hem de Suriye’nin geleceğinde toplumsal tabanda meşrûiyetini sağlamış siyasi bir yapının vücuda gelmesine neden olacaktır. Bu yerli direnişçiler içinde az da olsa bulanan ve diğer ülkedekilere oranla daha mutedil bir çizgiyi benimseyen selefilerin de, ortaya çıkan yeni siyasi atmosfer ve Suriye’nin kozmopolit yapısı içinde daha da inceleceğini düşünmekteyiz.

Son olarak şunu tekrardan söyleyelim: Şimdiye kadar yüz elli bin vatandaşının katledildiği, milyonlarcasının mülteci konumuna düştüğü ve hala varil bombaları altında her gün yüzlerce insanı ölen bir ülkeden ve orada cereyan edenlerden bahsederken, o ülkenin geçmişini, toplumsal yapısını ve olayların nasıl ve niçin başlayıp bu hale geldiğini bilmeden, dikkate almadan yapılan değerlendirmeler, gerçek suçlunun gizlenmesine katkı sağlamaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Suriye meselesini konuşurken “ama” demeden, olaylar başlamadan önceki Baas rejimi sultasında geçen kırk yıla ve olaylar başladıktan sonra da içinde sadece barışçıl gösterilerin olduğu ilk altı aya odaklanmak insani ve vicdani bir zorunluluktur. İkinci olarak, Suriye toplumunun yapısını ve din ile olan ilişki biçimini bilmeden veya ıskalayarak o toplum, yürüttüğü direniş ve ülkenin geleceği hakkında ahkâm kesmek ise en hafif tabirle insafsızlıktır.

[email protected]

1http://www.aljazeera.net/programs/pages/bc2ecd1b-4a65-4a82-87c4-ebadb167fa8a

2 http://leuaaltawheed.com/, http://ahraralsham.net/

http://www.aljazeera.net/programs/pages/26ab06a1-ff91-46c2-83a6-f12c02118786

http://www.aljazeera.net/programs/pages/086e2cab-e5fc-4a19-b1f0-d4a41eab8e5d

http://www.aljazeera.net/programs/pages/341edba9-5026-4225-9b33-126fa1e86873

http://www.aljazeera.net/programs/pages/bc2ecd1b-4a65-4a82-87c4-ebadb167fa8a