Suriye iç savaşına Türkiye’nin çözümü: Güvenlikli bölgeler 

Mustafa Ekici/ Yazar
26.01.2019

Türkiye’de akraba ve uzantıları olan bu sosyoloji, yüzyıl önce Fransız dayatması ile çizilen uyduruk sınırlarla Türkiye’den koparılmış vatan evlatlarından oluşmaktadır. Türkiye’nin güvenlikli bölge stratejisi, buradaki kardeş nüfusun sosyal, kültürel, ekonomik olarak Türkiye’ye entegrasyonunu sağlayacaktır.


Suriye iç savaşına Türkiye’nin çözümü: Güvenlikli bölgeler 

2009 yılında Arap dünyasını etkilemeye başlayan ve Arap Baharı olarak kavramsallaştırılan süreç, uzun zamandan beri Ortadoğu’da sıkışan bir insani enerjinin, bastırılan talep ve ihtiyaçların adeta toplumsal düzeyde patlamasıydı. Tunus’ta başlayan olaylar Mısır’da büyük insani maliyetlere yol açan askeri darbe ile sonuçlandı. Libya’da devlet başkanı Muammer Kaddafi öldürüldü. Devlet sistemi çöktü, yabancı güçlerin etkisiyle ülke, iki, hatta fiilen üç parçaya bölündü. Yemen’de yine devlet sistemi tamamen çöktü, ülke İran ile Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesinin altında kanlı bir iç savaş yaşıyor. Diğer hemen bütün Arap ülkelerinde az çok etkisi hissedilen, kısmen veya tamamen kontrol altına alınan Arap Baharı süreci hiç şüphesiz en ağır tahribatı Suriye’ye yaşattı. 2 milyona yakın sivil kaybın yaşandığı Suriye iç savaşında 10 milyon sivil, başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere göç etti, ülke içinde de 5 milyon sivil iç göçmen durumuna düştü. Devlet sistemi ve beşeri altyapı çöktü, vekalet savaşı olarak tanımlanan ve birçok ülkenin jeopolitik hedeflerle desteklediği silahlı gruplar arasındaki kontrolsüz şiddet sarmalı iç savaşı tetikledi. Bugün birçok devlet, kendi silahlı unsurları ve ortakları ile Suriye’ye yerleşmiş durumda.

Göç hareketleri

Türkiye 2010’da, olayların kontrol altına alınabilmesi için Suriye rejimi ile çok yakın bir çalışma yürütmüştür. Süreç içinde rejim ve ortaklarının siyasi ve mezhebi saiklerle demokratik reformlar yapmaktan kaçınmaları ve şiddet kullanmaları sonucu olaylar kontrolden çıkmış ve bir süre sonra çevre ülkelere ama en çok da Türkiye’ye büyük göç hareketleri başlamıştır. Türkiye sınır dışındaki rejim saldırılarının ağırlaşması ve insani maliyetlerinin katlanılamaz düzeye gelmesi sonucu, 29 Nisan 2011’den itibaren açık kapı politikası uygulayarak göçmenleri içeriye almaya başlamıştır. Aynı tarihlerde çoğunlukla Suriye rejiminin desteklediği terör organizasyonlarının Türkiye’ye yönelik ağır saldırıları olmuştur. Gaziantep, Şanlıurfa Suruç, Ankara, Hatay Yayladağı,  Kayseri ve Güneydoğu’daki hendek olayları saldırılarında onlarca sivil insan ve güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiştir. Bütün bu ağır saldırılar sürerken de göçmen akını hız kesmeden devam etmiş, Türkiye sınır illerinde kurulan onlarca kampta milyonları bulan sivil Suriyeli misafir edilmiştir. Bu süreç halen devam etmektedir. Bu insani faaliyet 7 yılda 40 milyar dolarlık bir ekonomik maliyete neden olmuştur. Suriye’deki durum ise her gün kontrolü daha da güçleşen bir sürece evirilmiştir.  Olayların iyice kontrolden çıktığı günlerde, Türkiye’de devlet içinde örgütlenmiş bir başka terör grubu olan FETÖ, 15 Temmuz gecesi bir askeri darbe ve işgal girişiminde bulunmuştur. Yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine ve binlercesinin yaralanmasına yol açan girişim, Türkiye halkının direnişi sonucu bastırılmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi, Suriye iç savaşının ülkemize ne denli ağır bir beka tehdidi yarattığının en son ve en büyük göstergesi olarak ele alınmak durumundadır. ABD’nin Suriye-Türkiye sınır bölgesinde, bir terör örgütü ile ortaklaşa bir iktidar odağı kurmaya başlaması ve bu örgüte çok büyük askeri ve mali destek vermesi, Türkiye devlet katında artık bir beka tehdidi olarak algılanmış ve Türkiye, son sekiz yılda insani olarak taraf olduğu Suriye olaylarına kaçınılmaz şekilde askeri olarak da taraf olmak durumunda kalmıştır.

Türkiye, 15 Temmuz sonrası meydana gelen jeopolitik riskleri dikkate alarak, Suriye’nin kuzeyine iki önemli operasyon düzenledi: 24 Ağustos 2016’da başlayan ve kısa sürede zaferle sonuçlanan Fırat Kalkanı ve 20 Ocak 2018’de düzenlenen, yine zaferle sonuçlanan Zeytin Dalı operasyonları. Bu iki önemli operasyon ile Türkiye, 4 bin kilometrekarelik bir alanı kontrolü altına aldı. Fırat Kalkanı bölgesinde Azez, Mare, Dabık, El-Bab, Cerablus gibi önemli yerleşimlerde 500 bine yakın bir nüfus yaşamaktadır. Zeytin Dalı bölgesinde ise Afrin, Raco, Şeyh Hadid ve diğer bölgelerde ise nüfus 600 bine yakındır.

Türkiye’nin operasyonları sonrası, gerek Türkiye gerekse komşu ülkeler ve Suriye içinden on binlerce insan güven ortamının sağlandığı bu bölgelere göç etmiştir. Sahada yapılan gözlemler, bu göç akınının özellikle Suriye içinden buralara doğru akmaya devam etmekte olduğunu göstermektedir. Bütün bu gelişmeler sonucu, terör örgütlerinden temizlenen bu cep bölgeler Suriye’de güvenlikli bölgeler arayan halk için gerçekten birer sığınak olmuştur.

Türkiye’nin özgürleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları bölgelerinde kurulan yerel yönetim sistemi, oluşum şekli, gelir kaynakları, bu bölgelerdeki yönetsel yapıların imkan ve risklerine dair gerek Türkiye kamuoyu, gerekse dünya kamuoyu detaylı şekilde aydınlatılmalıdır. Türkiye’nin jeopolitik derinliğinde, birçok açıdan ama en çok da güvenlik açısından çok stratejik bir coğrafya olan bu bölgelerde kalıcı, sürdürülebilir siyasal ve sosyal bir sistemin imkanlarının incelenerek, Türkiye’nin yapmakta olduğu şeyin sadece güvenlik operasyonu değil, onunla birlikte ve en az onun kadar değerli bir insani faaliyet olduğu verilerle ortaya konmalıdır.

Envanter çıkarılmalı

Bugün itibariyle yerel kaynaklar ve sınırdaki illerin yetkililerince seyrek de olsa kamuoyu ile paylaşılan veriler, yargı idaresi, nüfus idaresi, belediye ve kamu idare kurumları, ticari ve ekonomik kurumlar, sağlık idaresi, göç idaresi, yerel meclisler, asayiş kurumları, denetleyici kurumlar, eğitim idaresi gibi birçok alanda kayda değer bir sistem kurulduğunu, üstelik bu kurumların olabildiğince katılımcı bir sistemle işletildiğini göstermektedir. Akademi ve araştırma kurumlarımızın, medya kuruluşlarımızın, ülkemizin şehitler vererek özgürleştirdiği bu alanlardaki başarılanlarını, oralarda çok büyük emek ve fedakarlıklarla ortaya konan emekleri, bunlardan yerel halkın duyduğu memnuniyeti daha kapsamlı çalışmalar ile dünyaya duyurmaları bir gerekliliktir.

Türkiye’nin hemen sınırındaki bu bölgeler, gerek demografik gerekse ekonomik olarak çok büyük oranda Türkiye ile entegre olmaya, hem de çok hızlı entegre olmaya müsait bölgelerdir. Hemen bütün halkın Türkiye’de akraba ve uzantıları olan bu sosyoloji, yüzyıl önce Fransız dayatması ile çizilen uyduruk sınırlarla Türkiye’den koparılmış vatan evlatlarından oluşmaktadır. Türkiye’nin bu operasyonlarla oluşturduğu güvenlikli bölge stratejisi, özellikle bu ceplerde yaşayan ve bu ceplere sığınan kardeş nüfusun sosyal, kültürel, ekonomik olarak Türkiye’ye entegrasyonunu sağlayacaktır. Bu anlamda Gaziantep Üniversitesinin güvenlikli bölgelerde açmış olduğu yüksek okul ve fakülteler özellikle takdire şayan bir girişimdir.

Türkiye’nin kontrol altına aldığı güvenlikli bölgelerin demografik/kültürel/ekonomik yapılarına dair detaylı bir envanter çıkarılmalı, uygulanmakta olan yerel sistem detaylı incelenmeli, gündelik yaşama dair altyapı; su, kanalizasyon, gıda, tarım, sanayi, eğitim, asayiş, yargı, sağlık ve diğer alanlara dair tüm kurumlar detaylı olarak ortaya konmalıdır.

Yerel yönetim

Türkiye, Suriye iç savaşının başlamasından bu yana resmi yetkililerin açıklamalarına göre 4 milyon Suriyeli mültecinin zorunlu olarak göç ettiği, Suriye iç savaşından direkt olarak etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Ayrıca 911 kilometrelik sınırı ile Türkiye, Suriye’deki iç savaş ve gelişmelerden en hızlı enfekte olan ülkedir. Yine Türkiye, uzun yıllardır uğraştığı terör dolayısıyla ağır terör saldırılarına hedef olmuş bir komşu olarak, Suriye’de olan bitene doğal dikkat göstermesi gereken bir ülkedir. Zor durumda kalmış Suriye halkına insani yardım sağlamak için 40 milyar dolarlık bir ekonomik kaynak harcamış bir ülke olarak Türkiye, Suriye’de olan bitene müdahil olma hakkına hatta zorunluluğuna sahiptir.

Suriye’nin kuzeyi ve özellikle Arap Baharı sonrası Suriye’nin kuzeyi, ülke olarak iki büyük operasyon düzenlemiş olunmasına rağmen, gerek medyada gerekse Türk akademi çevrelerinde iyi bilinmemekte, demografik yapısı, coğrafyası, kültür ve tarihi hakkında özel olarak yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Anadolu’nun doğal bir uzantısı olan Suriye’nin kuzeyini, oralardaki yerleşimleri, kültürleri, nüfusu, ekonomik kapasiteyi tanımak, operasyon bölgelerinde iki yılda kurulmuş yerel yönetim sistemini detaylı şekilde analiz etmek elzemdir. Osmanlı’dan beri sınırları dışında ilk defa yönetsel bir işlem yapmış bir ülke olarak bu ilginç deneyimden dersler çıkarmak, gelecekte oluşabilecek siyasi, yönetsel risk ve krizlere dair öngörüde bulunmak gereklidir.

100 yıl evvel Osmanlı’nın dağılma sürecinde Fransız ve İngiliz işgal güçlerince Anadolu’dan kopartılan bu coğrafyaların, gerek demografik olarak gerekse coğrafi olarak stratejik değerinin vurgulanması, akademinin dikkatinin bu coğrafyaya yoğunlaştırılması sağlanmalıdır.

Operasyonların ve esasında Suriye olaylarının başından beri konuya neredeyse sadece güvenlik ve sıcak çatışma vizyonu ile yaklaşmakta olan medyamızın, bölge ve bölgedeki gelişmelerin temel dinamiklerine odaklanması ve haber dil ve içeriklerinin bu toplumları yakınlaştırıcı bir dile evirilmesi aciliyet arz etmektedir.

@mustafaekici23