Suriye ile yarınımız...

UFUK ULUTAŞ/Ohio State Üniversitesi/[email protected]
6.10.2012

Bu süreçte ‘savaş’ kelimesini sadece “savaşa hayır” diyenlerin kullandığını hatırlatmakta fayda var. Gerçekten savaş isteyen bir ülke, 6 ay boyunca Suriye ile, 13 ay boyunca da uluslararası camiayla birlikte aktif diplomasi yürütmezdi.


Suriye ile yarınımız...

Suriye’de yaklaşık 19 aydır devam eden kriz ve çatışmaların kanı artık sınır ötesine sıçramaya başladı. Suriye’ye komşu olan Ürdün ve özellikle sınır güvenliğinin krizden önce bile çok gevşek olduğu Lübnan ile birlikte Türkiye de 19 aylık süreçte bu sıçrayışlardan doğrudan etkilendi. Aslında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile Suriye rejimi arasında Suriye-Türkiye sınır hattı boyunca gerçekleşen çatışmalardan seken kurşunlar ara sıra Türkiye tarafına da isabet etmekteydi. Özellikle sınır kapılarının ÖSO tarafından ele geçirilmesi esnasında yaşanan çatışmaların Türkiye tarafına yansımaları kuvvetli olmaktaydı. Yine de Türkiye’nin F-4 keşif uçağının hiçbir uyarı yapılmaksızın Suriye tarafından uluslararası hava sahasında düşürülmesine kadar Suriye’nin Türkiye’ye karşı yaptığı ihlaller fazlaca gündeme gelmedi. F-4 olayı ile birlikte Suriye’nin ihlalleri Türkiye için tehlike arzeder boyutlara ulaştığında Türkiye Suriye’ye yönelik angajman kurallarını tehdit öncelikli olarak değiştirmiş, tabiri caizse “eli tetikte” Suriye’nin ihlallerini engellemek veya ihlallere cevap vermek için bekler duruma geçmişti.

Akçakale’de yaşanan acı olayı ve Türkiye’nin sonrasında koyduğu tepkiyi bu arka planı kullanarak analiz etmekte fayda vardır. ÖSO’nun Eylül ortasında Tel Ebyad sınır kapısını ele geçirmesinden itibaren devam eden çatışmalar, Akçakale’ye bu süreçte seken kurşunlar, şarapnel ve top mermisi parçaları olarak yansıdı. Bu sebepten ilçede okullar tatil edilmiş, vatandaşlara teyakkuz çağrısı yapılmış ve Türkiye Suriye’ye nota vermişti. Suriye rejiminin diğer sınır kapılarının aksine Tel Ebyad’da ısrar etmesi ve mukavemet göstermesi, maalesef Çarşamba günkü saldırıya sebep oldu. 

Neden Tel Ebyad?

Tel Ebyad, Suriye rejiminin kaybettiği ne ilk ne de son sınır kapısı. Özellikle Türkiye, Irak ve Ürdün sınırlarında muhaliflerin hakimiyeti tesis edilmiş vaziyette. Daha önce Bab el-Hava sınır kapısının ÖSO tarafından ele geçirilişi sırasında yaşanan çatışmalar Türkiye gündemine gelmiş, fakat bu çatışmalar Tel Ebyad’ın aksine uzun sürmemiş ve rejim askerleri mevzilerine çekilmişti. Tel Ebyad’ı özel kılan ve rejimin direnişine sebep olan husus, büyük oranda bu sınır kapısının stratejik konumu ile alakalı. İdlip-Halep-Rakka-Haseke hattında, yani Türkiye sınırı boyunca, rejimin nispi kontrolü altında olan ve tutunabildiği tek yer Rakka’nın merkezidir ve kuzey hattının tamamen kaybedilmesinin tek şartı Rakka’nın elde tutulmasıdır. Halep’in savaşarak, Haseke’nin savaşmadan kaybedilmesi, Rakka’yı ve Rakka’nın dış destek kapısı olarak gördükleri Tel Ebyad’ı daha da önemli kılmaktadır. Rejim, Tel Ebyad’ı elde tutarak Rakka’nın merkezine saldırı hazırlığı içerisinde olan ÖSO’nun lojistik destek damarlarını tıkamaya, aynı zamanda devrimci şehirleri Halep ve Deyr-i Zor arasında bir tampon bölge oluşturmaya çalışmaktadır. Bu sebepten Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen rejim, sınıra yakın bölgelerdeki çatışmaları sonlandırmamıştır.

Bu soru rejim ve ÖSO güçlerinin konuşlanmasının ortaya koyulması ile birlikte rahatlıkla cevap verilebilecek bir sorudur. Akçakale’ye isabet eden spesifik top mermisinin ÖSO’nun envanterinde olmaması ve oradaki hareketliliğin Türkiye’deki takip sistemleri tarafından izleniyor olmasını bir yana koyalım. Sırtı Türkiye’ye dönük olan ÖSO ve yüzü Türkiye’ye dönük olan rejim güçleri arasındaki bir çatışmada, diğer bir ifadeyle ÖSO’nun rejim güçleri ile Türkiye arasında olduğu bir çatışmada Türkiye’ye isabet eden bir top mermisinin kimin tarafından atıldığını tespit etmek için fizik kurallarına başvurmak bile yeterlidir.

Türkiye’nin misilleme hakkı

 Türkiye’nin misilleme hakkı çerçevesinde önemsiz, Suriye rejiminin niyetini okuma çabasında da önemli olan bu soruya Akçakale ve Tel Ebyad’ın, hatta sınırın her iki tarafındaki çoğu köyün, iç içe olduğunu ifade ederek başlamak lazım. İki kent arasındaki kuş bakışı mesafenin yer yer 700 metreye kadar düşmesi, bir tarafta yaşanan çatışmanın diğer tarafa yansıması ihtimalini güçlendiriyor ve sekmeleri mümkün kılıyor. Olayın kasıtsız olma ihtimali yadsınmamalı; fakat bu ihtimalde bile rejimin durumunu mucurlu bir yolda saatte 250 km hızla giden bir aracın karıştığı bir kazaya benzetmek mümkündür. Yukarıda belirtildiği gibi kasıt olup olmamasının Türkiye’nin misillemesi çerçevesinde hiçbir kıymet-ı harbiyesi yoktur. Çünkü daha önce müteaddit uyarılar yapılmış ve F-4’ün düşürülmesinden sonra angajman şartlarının değiştiği sadece Suriye’ye değil, tüm dünyaya ilan edilmişti.

Tezkere neden çıkarıldı?

Türkiye ile Suriye arasında sıcak bir çatışmadan söz etmek mümkün olmasa da uzun süredir devam eden psikolojik bir harpten söz etmek mümkündür. Esed rejimi, Türkiye ve bölgedeki paralı ve/veya gönüllü uzantıları eliyle Türkiye’de propaganda operasyonları yürütmekte ve Türkiye’nin hem iç hem de dış politikadaki sinir uçlarına dokunmaya çalışmaktadır. Rejim diğer taraftan da Türkiye’nin dış müdahale karşıtlığı ve başta ABD olmak üzere Batı’nın da dış müdahale isteksizliği ve Suriye meselesindeki ikircikli tutumundan kendisine güç devşirmektedir. Böyle bir ortamda Türkiye, uluslararası meşruiyeti kurması sonrasında TBMM’den sınır ötesi operasyon tezkeresini geçirmesiyle de ülke içi meşruiyetini sağlamlaştırmıştır. Kendisini en kötü ihtimale hazırlayan Türkiye, devam eden psikolojik harpte Suriye’ye “sınırlarımızı zorlama” mesajı vererek, tüm opsiyonların masada olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebepten tezkereyi psikolojik bir hamle olarak okumak da mümkündür.

Bu süreçte “savaş” kelimesini sadece “savaşa hayır” diyenlerin kullandığını hatırlatmakta fayda vardır. Gerçekten savaş isteyen bir ülke, altı ay boyunca Suriye ile, 13 ay boyunca da uluslararası camiayla birlikte aktif diplomasi yürütmezdi. İsrail örneğinden de bildiğimiz gibi ilk bahane savaşa dönüştürülürdü. Bu sebepten Türkiye’nin misillemesi ve tezkere, Türkiye’nin caydırıcılığını artırma ve Esed rejiminin “savaş karşıtlığı”ndan güç devşirerek katliamlara devam etmesini engelleme yolunda atılan adımlar olarak okunmalıdır. Bu noktada aslolan Türkiye’nin ne istediğidir, başka aktörlerin Türkiye’den ne istediğinin hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını görmek isteyene yaşadığımız 19 aylık süreç açıkça göstermiştir. Türkiye savaş istemiyor, peki aynı şey Suriye rejimi için de geçerli midir?

Hükümet savaş istemiyor

Bu sorunun rejimin ne kadar rasyonel davrandığına bağlı iki tane cevabı vardır. Sınır hakimiyetini kaybetmiş, bir çok şehrinde muhalifler tarafından kurtarılmış bölgeler oluşturulmuş, aylardır yurtdışından elle tutulur bir destek almayan ÖSO ile baş edememiş, ordusunda ciddi çözülmeler olan, meşruiyetinin çoğunluk nezdinde yitirmiş, rejimin manevi kalbi Lazkiye’de rejimin ana destek damarına mensup Nusayriler arasında bile çatışmaların başladığı bir ülkenin normal şartlar altında isteyeceği ilk şeyin diplomatik bir çözüm, son şeyin ise Türkiye gibi bir ülkeyle savaşa girmektir. Fakat, 19 aylık süreçte rejimin rasyonalite sicili, rejimden bu alanda büyük beklentiler içinde olmamamız gerektiğini göstermektedir. Bu sebepten, batan rejimin kendisi ile birlikte komşularını da kaos içerisine çekme ihtimali de yadsınmamalıdır.

Bu sorunun cevabı ile Suriye rejimin bundan sonra atacağı adımlar arasında güçlü bir bağlantı vardır. Katliamlarla birlikte mülteci sayısının artması ve Akçakale benzeri olayların yaşanması ile sınır güvenliğine ve Türkiye’nin sınır köylerindeki vatandaşlarının huzuruna halel gelmesi, zaten fiili olarak muhalifler tarafından oluşturulan tampon bölgelerin uluslararası destek görmesinin yolunu açacaktır. Bundan 6 ay önce büyük bir mana ifade etmeyen tampon bölge fikri, muhaliflerin sınır hattında kurtarılmış bölgeleri artırması ile birlikte anlam kazanmaya başlamıştır. Böyle bir adımın muhalefet üzerinde oluşturacağı olumlu, rejim üzerindeki olumsuz etki, rejimin yıkılma sürecini hızlandıracaktır. Türkiye mevcut çatışmadan ve kısır döngüden zarar görmektedir, önümüzdeki dönem rejimin gidişini hızlandıracak adımların atılması gereken dönemdir.