Suriye misyonundan sonra Hizbullah

Bülent Tokgöz / Şair-Yazar
1.08.2020

Hizbullah düzenli ordu taktiklerini kavradı; on binlerce yeni füzeyi envanterine kattı, evet. Ne var ki, militan kalitesindeki askerî ve ahlakî düşüş gizlenecek gibi değil. İtibarını da ayağa kaldırması lazım ama nasıl? İsrail'le sıcak cephe açmak Suriye parantezini kapatabilir belki. Şebaa Çiftlikleri adını daha sık duyacak olmamızın sebebi tam da bu.


Suriye misyonundan sonra Hizbullah

Şebaa Çiftlikleri… 80’li, 90’lı yılların haber bültenlerinin dilinden düşmeyen yöreyi 2020’lerde de sıkça mı anacağız? Geçtiğimiz hafta İsrail uçakları Şam yakınlarında bir noktaya operasyon yaparak aralarında Hizbullah komutanlarının da bulunduğu beş kişiyi öldürmüş, misilleme ihtimaline karşılık kuzey sınırına takviye güç göndereceğini açıklamıştı. Pazartesi günü de Hizbullah’ın sınırdan sızma girişiminde bulunduğunu ve püskürtüldüğünü duyurdu. Suriye’deki güçlerini büyük oranda çekmiş olan örgüt İsrail’le topyekûn bir savaşa girer mi? 2006’daki gösterişli zaferini tekrar edebilir mi? Bu tür soruların cevabı, örgütün tarihindeki en ağır imtihanlardan olan Suriye iç savaşındaki misyonuna ve hasılasına bakmayı gerektiriyor.

Ey doktor! Sıra sende!

2010’da Tunus ve Mısır’da sökün ettiğinde Nasrallah Arap Baharı’nı alkışlamıştı. Bunu “tiranlara” karşı bir özgürlük hareketi olarak tanımlamıştı. Gel gör ki, 2011 Mart’ında Dera’daki okul duvarına çocuklar “Ey doktor! Şimdi sıra sende!” diye yazdığında derhal tiranın yanında yer aldı. “Suriye direnişin belkemiğidir” dedi ve onun kırılmasına müsaade etmeyeceklerini haykırdı.

Nasrallah, darbeci Hafız Esed’le sıkı müttefikti ama sadece iki kez görüşmüştü; oğlu Beşşar’la ise defalarca. Aralarında ittifaktan öte bir ahbaplık vardı. Çünkü “Direniş”, İran’dan düzenli olarak gelen para ve silahlara Şam’ın sayesinde kavuşabiliyordu. Yine de bir tiranı halkından korumak için sonu belirsiz bir iç savaşa atılmak kolay verilebilecek bir karar değildi. Hizbullah üzerinde çok çalışılmış bir marka idi. Şia’nın ve İran devriminin bunca yıllık kazanımını bir çırpıda çarçur edebilecek bir maceraya Nasrallah da Hizbullah da teenniyle yaklaşıyordu. Gelgelelim emir büyük yerdendi. “Nasrallah, geçen 30 yılda 30 milyar $ yardım yapmış birine hayır diyemezdi.”

2013 Nisan’ında Tahran’a iki ziyarette bulundu; Hamaney ve Kasım Süleymani’yle görüştü. 30 Nisan’da ise kendisinden istenen açıklamayı yaptı: “Hizbullah Suriye’ye yardım eli uzatıyor!.. Suriye, Amerika’nın, İsrail’in ve tekfirci grupların eline bırakılmayacak!”

İddialar reddedildi

Doğrusu bu alâyişli ilandan çok önce Hizbullah savaşın içindeydi. Uzmanları Esed’in komutanlarına akıl veriyor, eğitmenleri milisleri hazırlıyor, El-Menar başta olmak üzere etkili ve yaygın propaganda şebekesi Suriye devrimini karalamak için kapsamlı ve başarılı bir kampanya yürütüyordu. Muhalifler Hizbullah keskin nişancılarının ve uzmanların Baas saflarında savaştığına dair bulgular sunsa da örgüt iddiaları reddediyordu. Birim 910 komandolarının 2012 Ağustos’unda Humus’ta çatışmalara dâhil olduğuna dair CIA raporunu da yalanlıyordu elbette. İsrail’le harb u darp yokken onlarca Hizbullah militanının cenaze töreninde bile yetkililer itirafa yanaşmıyordu. Ölenler “cihadî vazifesini yerine getirirken şehit düşmüştü”, tek beyan buydu.

Esed’in ordu ve milisleri mevzi kaybettikçe moral-motivasyonları düşüyor, bu düşüş yeni mevzi kayıplarını getiriyordu. Muhalifler hızla ilerliyordu. Nasrallah’ın naibi Kasım, “Hizbullah, şu anda tüm tekfirci teröristleri yok etmeye muktedirdir ve bu çirkin varlığın kökünü yeryüzünden kazımaya kadirdir. Ancak Hizbullah, rehberi ve dinî lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney’den emrini beklemektedir.” Bu, aslında önceden kararlaştırılmış bir stratejinin devreye sokulması için son ritüellerin tamamlanması demekti. Rehber onları fazla bekletmedi.

Sembolik seviyedeki katılımı, Kusayr kuşatmasında aslî güç hâline gelmesine dönüştü. Lübnan sınırına 10 km uzaklıktaki kasaba, tüm taraflar için stratejik bir geçiş noktasıydı; Hizbullah içinse ilaveten Suriye’deki ilk gövde gösterisiydi. Kuşatma baştan sona onun tarafından planlanmış ve icra edilmişti. Bir militanın böbürlenerek söylediği gibi “Suriye ordusu sadece ikincil bir role sahip”ti.

Mezarını Yebrud’da kaz

2013 Haziran’ında kasaba düştüğünde Hizbullah minarelerden kendi sancaklarını dalgalandırdı ve ezanlarını okudu. Hâlbuki fethettiği yer, herhangi bir Şii kasabasından daha çok kendilerini İsrail’e karşı desteklemiş, 2006 savaşında iyi bir ensarlık yapmıştı. 200 savaşçı kaybetmiş olsa da Nasrallah gazetecilere şöyle bir görünüp kaybolarak zafere müphem bir imza kondurmuştu.

Şii köyleri ve türbeleri koruma söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan Suriye hamlesi giderek kapsamlı bir hâle geldiğinde, hâliyle, söylemler de dönüştü. Örgüt, Kalemun’da, Şam’da, Hums’ta ve giderek her yerdeydi. 2014’e gelindiğinde muhalifler marşlarında ona “Mezarını Yebrud’da kaz!” diye sesleniyordu. Onlarsa, “Hizbullah geliyor / Günlerinizi kara edecek / Ey Hizbullah, Allah seninle / Mühürle zaferini Yebrud’da!” diyorlardı. Ve dediklerini de yaptılar.

2016’ya gelindiğinde Nasrallah, “Halep’in savunulması Şam’ın, Lübnan’ın, Irak’ın savunulmasıdır” diyerek savaşı derinleştiriyordu. Doğu Halep’te de 200 savaşçılarını kaybetti ama savaşın kazanılmasında kritik bir rol oynadılar. 2016 itibarıyla 500 bin sivil canından olmuştu ama Hizbullah savaşçıları “Beşşar Esed sadece bir isimden ibaret; Suriye’deki her şeyi biz kontrol ediyoruz” diye övünüyordu. Hizbullah çoktandır Esed’in ölüm makinesinin en güzide parçasıydı. Lübnan’da muhaliflere sempati duyan Sünni Ersal kasabasında çoluk çocuk demeden yaptıkları katliamlarla da bunu perçinlemişti.

Iraklı ve diğer Şii güçlere komuta etmelerinin yanı sıra bunların eğitimiyle de ilgileniyorlardı. Esed güçlerini toparlayan zaten onlardı. Bir Hizbullahçı şöyle diyordu: “Suriyelilere yardım etmeye başladığımızda, ordularıyla büyük problemleri vardı. Kabiliyet, disiplin ve liderlikleri yoktu. Şimdi çok şey öğrendiler ve iyi bir savaşçı oldular. Hizbullah’a daha çok benzediler.”

Kusayr ve Bekaa Vadisi’ndeki kamplar en mühimleriydi. Baas’ın gençlik kolları dâhil rejim milislerine kalite kazandırırken asıl yaptıkları Suriye’de kendi çizgilerinde yerel güçler teşkil etmekti ki bu ciddi bir başarıydı. Rıza Kuvvetleri, İmam Mehdi Tugayları isimleriyle kendileri gibi Velayet-i Fakih’e yani Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı bir Suriye Hizbullahı inşa etmeleri uzun vadeli bir kazanımdı. 10-20 bin milis civarındaki bu güçler örgüt çekildikten sonra da Hizbullah’ın eli ayağı olmaya adaydı.

Bazı tahminlere göre Suriye’de toplam 60 bin yabancı Şii savaşçı vardı ve Hizbullah 7 ila 9 bin mevcutla bunlar arasındaydı. Aylık devirlerle yapılan sevklerle on binlerce savaşçısı Suriye’de görev aldı. Tam zamanlı olarak 20 bin militanı bünyesinde barındıran örgüt, neredeyse tüm yedeklerini de Suriye gibi sıcak bir sahada ameliye içinde eğitme imkânı buldu. Musul’da, Yemen’de, gidebildiği her yerde eğitmenleriyle bulunmayı arzulayan yapısıyla gittiği her yere kimliğini götürecek ve karşılığında da saha tecrübesi edinecekti.Gerek sayılarının gerekse faaliyetlerinin belirsizliği örgütün başka bir yönüne işaret etmekteydi: Gizlilik. Sünni örgütlerden farklı olarak Şia’nın sır tutmaya dayalı geleneksel karakterini kendi mücadelesine çok iyi yansıtmıştı. Kaç askerin görev aldığını sakladıkları gibi bunlara kimin komuta ettiğini de sonuna dek sakladılar. Tahminler Birim 910’un reisi Mustafa Bedreddin ismi etrafında yoğunlaşıyordu ama Şam’da bombalı bir saldırıda öldüğünde dahi, örgüt tarafından bu doğrulanmadı.

Zayiatlarını açıklayacak da değillerdi. Tahminlerden başka bir veri yok: 2 bin-2 bin 500 ölü ve 7 bin yaralı. Ölenler arasında 80’li-90’lı yıllarda İsrail zindanlarında yatmış, hareketin kimliğini temsil ve teşkil eden kıdemli militanlar ve kıymetli komutanlar da vardı. 12 büyük kumandanlarının şehit düştüğünü söylemeleri ise 12 İmam teorisini akla getirmekteydi.

Biz yanlış ülkede savaşıyoruz

İran derin devletinin şaheseri olan Hizbullah, sahada yaşananları saklamak noktasında da tam bir sır küpüydü. Kol kırılsa da hep yen içinde kaldı. Hiçbir resmî ağızdan yaşanan ihtilaf ve tefrikalara dair ifşaat işitilmedi. Harekete yakın sosyal medya hesapları ise daha açık sözlüydü. Suriye ordusunun paçozluğu, ödlekliğiyle alâkalı öfkeli sözler işitilebiliyordu. Uğranılan ihanetler sebebiyle “Öyle bir hisse kapılıyorum ki, birlikte savaştığım yabancıların benim ölmemi umursamayacaklarını düşünüyorum… Biz yanlış ülkede savaşıyoruz” serzenişleri de duyulabiliyordu.

İran mevzubahis olduğunda ise suratlar ekşise de sözler daha dikkatli sarf ediliyordu. Özsaygısı çok yüksek bir yapı olarak Hizbullah başkalarından doğrudan emir almaya alışık değildi. Velev ki İranlılar bile olsa. Fadlallah’ın manevi liderliği ve Tufeylî’nin sekreterliği zamanında özerkliğine hayli düşkün bir hareket olsa da Hamaney’in emir eri gibi davranmaktan kıvanç duyan Nasrallah döneminde hareket İran’ın açıktan ileri karakolu rolüne razı oldu.

Buyurgan Fars kibri ve işçi-patron ilişkisi sahada militanların ağzının tadını kaçırdı. İran’ın ben-merkezli tutumları, Fars olmayan unsurların kayıplarına karşı duyarsızlığı ciddi tepkilerin birikmesine sebep olmaktaydı. Adını ve suretini gizli tutan bir Hizbullahçı, gazeteciye şöyle diyordu: “Birçoğumuzun önceliği İranlıları korumak ancak Hizbullah ve İranlı olmayan Şiiler kurban edilmemeli.” Hareketin Suriye birliklerinin başındaki Zülfikâr kod adlı Mustafa Bedreddin’in Hizbullah’ın ağır kayıpları konusundaki tutumunu eleştirdiği için İranlılarca öldürüldüğü şeklindeki İsrail iddiası doğru olmasa bile maaşlı savaşçıların patronlarıyla sıkıntılı bir badireden geçtiği sezilebiliyordu.

Büyük bir kimlik bunalımı

2017’ye gelindiğinde örgüt zafer edasıyla Suriye’den çekilmekten söz eder oldu. Doğrusu bu da propaganda yüklü bir söylemdi. Çünkü 2016’da rejimin hâkim olduğu toprak oranı 2012’den daha azdı; canhıraş biçimde çarpıştığı dönemde Hizbullah kazanan değil kaybeden taraftaydı. İsrail’i yenmiş olabilirdi ama Suriye devrimine güç yetirememişti. İran taşıyabileceği tüm militan potansiyelini taşıdığı hâlde yine başaramamış, ermiş mertebesine çıkartılan Süleymanî bizzat gidip Ruslardan medet istemek zorunda kalmıştı. 2017 sonrasındaki galibiyet görüntüsü ne Hizbullah’ın ne İran’ın kârıydı. Hizbullah’ı bir çekilme planına zorlayanlar gerçek galipler işte onlardı.

Ortada çok garip bir manzara var. “Direniş Ekseni” Esed için ortalığı kan gölüne çevirdi, İsrail de Esed kalsın diye Ruslarla anlaştı. Direniş Ekseni YPG gibi ayrılıkçıların arkasında, İsrail de... Hizbullah Suriye’de onca can alıp can verirken gerçekte kime hizmet etmiş oldu? Bir Arap tiranı Rus tiran dilerse alaşağı edebilsin diye mi cansiperane korudular?

Hizbullah’ın en büyük kaybı bu oldu. Büyük emeklerle ve ustalıkla inşa ettikleri devrimci-direnişçi şanı, bir cunta rejimini savunmak için nasıl canileşebilecekleri gerçeğinin yanında unutulup gitti. Kardeşlik söylemleri, mezhepçi savaşlarının enkazı altında kaldı. Büyük bir kimlik bunalımı, içten içe savaşçısından sempatizanına kadar hareketin iliklerine işledi. Hizbullah’ın Dahiya gibi kurtarılmış semtlerinde dahi uyuşturucu ve suç alıp başını gitmişse bundandı.

Tek bir sahada savaşmış olmanın ötesinde tecrübeler kazandı, doğru. Düzenli ordu taktiklerini kavradı; on binlerce yeni füzeyi envanterine kattı, evet. Ne var ki, militan kalitesindeki askerî ve ahlakî düşüş gizlenecek gibi değil. Yerlerde sürünen itibarını da ayağa kaldırması lazım ama nasıl? İsrail’le sıcak cephe açmak Suriye parantezini kapatabilir belki. Şebaa Çiftlikleri adını daha sık duyacak olmamızın sebebi tam da bu.

[email protected]