Suriye savaşı sonrasına hazırlığın ilk adımı Lübnan mı?

İsmail Çoktan / Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
30.06.2019

Rusya ile ittifak kurduğu açık olan Basil-Avn ikilisinin hedefi, Rusya’nın Suriye’deki savaşı Esed rejiminin kazandığı tezini güçlendirmek ve böylelikle hem Hizbullah’a olan borcunu ödemek hem de mültecilerden kurtulmak.


Suriye savaşı sonrasına hazırlığın ilk adımı Lübnan mı?

Esed rejimine bağlı kuvvetler, 2018 yılının Nisan ayında, muhaliflerin Şam yakınlarındaki kalesi konumunda olan Doğu Guta bölgesini yıkıcı bir askeri operasyonun ardından ele geçirdi. Operasyon, Rusya’nın yoğun hava desteğiyle yapılmış ve özellikle 7 Nisan günü Duma beldesini hedef alan kimyasal saldırının ardından Esed rejiminin bölgeyi tamamen ele geçirmesiyle sonuçlanmıştır. 

Rusya, Doğu Guta’nın ele geçirilmesinin ardından mülteciler dosyasını açarak, Lübnan ve Ürdün ile Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönüşü için ortak bir komite kurulması teklifinde bulunmuştur. Teklif, Lübnan ve Ürdün tarafından kabul edilmiştir. Aslında Lübnan hükümeti 2017 yılından itibaren Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşü için çalışmalara başlamıştı. Bu amaçla özellikle Cumhurbaşkanı Mişel Avn, defalarca Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) çağrı yapmıştı. 2018 yılında Doğu Guta ve ardından Dera’nın düşmesiyle birlikte Suriye’nin güney bölgelerinin Suveyde’deki anlaşmalı Dürzi kontrolü ve ABD tarafından kurulan Tenef askeri üssü dışında Esed rejiminin kontrolüne geçmesi Lübnan yönetimini bu konuda daha fazla cesaretlendirmiş görünüyor. 

Dönüş güvenli mi?

Moskova’nın mültecilerin geri dönüşü konusundaki temel tezi Suriye’nin büyük bölümünün “devlet” kontrolüne girmesi ve dolayısıyla güvenliğin sağlanmasıdır. Bu tezi Lübnan yönetimi de paylaşmaktadır. Cumhurbaşkanı Avn ve Dışişleri Bakanı Cibran Basil, birçok kez artık Suriye’de güvenliğin sağlandığını iddia ederek UNHCR’ye Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü organize etme çağrısında bulunmuştur. 

UNHCR ise Suriye’de güvenliğin sağlanmadığını ve Suriye’de siyasi çözüm süreci işletilmeden mültecilerin geri dönmesinin hayatlarını tehlikeye atacağını belirterek geri dönüşe karşı çıkmıştır. Buna rağmen Doğu Guta ve Dera operasyonlarının ardından Dışişleri Bakanı Cibran Basil, Moskova’yı ziyaret ederek, Rusya’nın vereceği garantiler karşılığında mültecilerin geri dönmesini organize etmeye başlamıştır. İlk aşamada, 2018 sonuna kadar yedi konvoyla mülteciler Suriye’ye geri gönderilmiştir. Lübnan’daki resmi güvenlik verilerine göre, şu ana kadar Lübnan’dan Suriye’ye dönen mültecilerin sayısı 90 bini aşarken UNHCR, bu sayının 16 bin 700 civarında olduğunu bildirmiştir. 

Temmuz-Aralık 2018 döneminde Lübnan yönetimi ve Esed rejiminin organizasyonuyla Suriye’ye dönen mültecileri taşıyan konvoylar, Hizbullah militanlarının refakatiyle Suriye’ye binlerce mülteciyi taşıdı. Dönemin Lübnan Mültecilerden Sorumlu Devlet Bakanı Muin el-Merabi’ye göre, onlarca mülteci, sınır kapısından girer girmez Hizbullah militanları tarafından rejim güçlerine teslim edilmiş ve en az 20 mülteci rejim tarafından öldürülmüştür. 

BM verilerine göre, 2019 yılı başından bu yana Suriye’ye gönderilen yüzlerce Mülteci Lübnan’a geri dönmüştür. 

Sadece bu gelişme bile Avn ve Basil’in, Suriye’nin artık mülteciler açısından güvenli bir yer olduğu tezini çürütse de, yaşanan başka olaylar da bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Rejime bağlı güçler, Rusya’nın yoğun askeri desteğiyle Astana’da belirlenen gerginliği azaltma bölgelerinden Humus’un kuzey kırsalı, Doğu Guta ve Dera’yı ele geçirdikten sonra çok sayıda tutuklama operasyonu düzenleyerek, yüzlerce sivili tutuklamıştır. BM İnsan Hakları Ofisi (OHCHR) tarafından geçtiğimiz Mayıs ayında yapılan bir açıklamada, sadece Dera’da bu süreç içinde 400’e yakın sivil rejim güçleri tarafından tutuklanmıştır. Bu sivillerin hapishanelerde işkence gördüğü ve bir kısmının öldürüldüğü bilinmektedir. 

Öte yandan, Esed rejimi daha önce çıkardığı 10 sayılı kanunla mültecilerin gayrimenkullerine el koymak suretiyle onlara geri dönecekleri bir yer bırakmamaktadır. Geçtiğimiz Nisan ayında, yerel kaynakların verdiği bilgiye göre, rejim 10 sayılı kanun çerçevesinde çıkardığı yeni kararnameyle Şam’ın Doğu Guta bölgesinde bulunan Duma beldesinde 137 kişiye ait gayrimenkule el koyulmuştur. Bu kişiler arasında, Lübnan’a göç eden mültecilerin yanı sıra, gazeteciler, aktivistler ve eski Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) üyeleri de yer alıyor. Esed rejiminin bu gayrimenkulleri İran, Irak ve Afganistan gibi ülkelerden Tahran yönetimi tarafında savaşmak üzere getirilen Fatımiyyun ve Zeynebiyyun gibi Şii milis gruplarının savaşçılarına devrettiği artık bilinen bir gerçektir. 

Bununla beraber, ABD’nin İran ve Esed rejimine yönelik yaptırımlarını artırması ve savaş koşulları, rejim kontrolündeki bölgelerde ekonomik durumu felaket olarak nitelendirilebilecek bir noktaya getirmiştir. Geçtiğimiz Nisan ayında medyaya yansıyan görüntülerde, söz konusu bölgelerde yaşanan petrol krizi nedeniyle binlerce aracın yollara park edildiği görülmüştü. Suriye’de, elektrik hizmetinin de büyük oranda petrole dayalı olması söz konusu bölgelerdeki sıkıntıların boyutunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

Rejime bağlı üst düzey komutanların mültecilere yönelttiği ölüm ve tutuklama tehditleri de Suriye’de rejim kontrolündeki yerlerin mültecilerin geri dönüşüne uygun olmadığının açık bir göstergesi olarak önümüzde duruyor. Bununla birlikte rejim, uzun süren savaşta kaybettiği militanların yerini zorunlu askerlik üzerinden özellikle mülteci gençleri zorla silah altına alarak doldurmaya çalışmaktadır. Bu da birçok mültecinin Suriye’ye dönmek yerine göç ettikleri ülkelerde en kötü şartlarda yaşamaya razı olmalarına sebep olmaktadır. 

Dolayısıyla bu durum Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in, Suriye’nin mültecilerin dönüşü için güvenliğin sağlandığı tezini temelden çürütmektedir. Ayrıca, Basil ve Avn’ın kamplaşmalarıyla bilinen Lübnan siyaseti içinde bulundukları kamp, mültecilere yönelik takındıkları tavrın siyasi olduğunu ortaya koymaktadır. 

Lübnan’ın  sınavı

Lübnan’da, 15 yıl süren iç savaşı bitiren Taif anlaşmasından sonra kurulan denge ve hemen ardından gerçekleşen 2005 yılındaki Refik Hariri suikasti ve daha sonra, 2006 yılındaki Temmuz savaşının ardından İran’ın bölgedeki en önemli uzantısı olan Hizbullah’ın Lübnan’daki konumu oldukça güçlenmiştir. İç savaştan hırpalanmış olarak çıkan Basil ve Avn’ın temsil ettiği Maruniler, yeni kurulan dengeler ve özellikle 2011 yılında Başbakan Saad el-Hariri’nin istifasının ardından oluşan şartlar içinde Hizbullah ile ittifaka girişmiştir. 

Bu ittifak, sürgünde olan Mişel Avn’ın Lübnan’a dönerek Cumhurbaşkanı seçilmesinde ve 2018 yılının Mart ayında düzenlenen seçimler sonrası yaşanan dokuz aylık hükümetin kurulması sürecinde kendisini iyice göstermiştir. Suriye savaşında Esed rejimi saflarında savaşan Hizbullah, hükümetin kurulması sürecinde mülteciler konusunda Cumhurbaşkanı Avn’a baskı kurarak, bu konuda bazı adımlar atılmasını sağlamıştır. 

Ocak ayında Lübnan’da hükümetin kurulmasının ardından yönelinilen ilk konulardan biri Suriyeli mültecilerin durumu olmuştur. Rusya ile yapılan anlaşmadan sonra ikna yoluyla mültecilerin geri dönüşünün sağlanması çabaları sonuçsuz kalmasıyla ve daha önce giden bazı mülteciler yeniden dönmesiyle başta Avn ve Basil olmak üzere, Hizbullah ve dolayısıyla Esed rejimi ile müttefik olan bazı Lübnanlı siyasetçilerin mültecilere yönelik agresif bir dil kullanıldığını göstermiştir. Bu söylem Lübnan’da zaten gerek ekonomik zorluklar, gerekse geçmişte Filistinli mültecilerle yaşanan ve iç savaşla sonuçlanan acı tecrübeler yüzünden mültecilere karşı korku yaşayan Lübnan’daki bazı kesimleri şiddet olaylarına yöneltmiştir. 

İnsan Hakları Gözlemevi’nin (HRW) verilerine göre, Lübnan’da 1.1 milyon civarında Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Lübnan’daki resmi makamlar ise bu sayının 1.5 milyona çıktığını savunmaktadır. Mültecilerin büyük kısmının yaşadığı Deyr el-Ahmer ve Arsel’de bulunan bazı kamplar, Hizbullah militanları olduğu sanılan kimliği belirsiz kişilerce yakılmış ve mülteciler çıplak arazilerde yaşamaya mecbur edilmiştir. Geçtiğimiz günlerde ise Beyrut’ta bir restoranda, verilen siparişi gecikmeli getiren Suriyeli mülteci bir garson iki kişi tarafından öldürülmüştür. 

Siyasi tutum 

Lübnan hükümetinin parçası olan Hizbullah ve Basil-Avn ikilisi, mültecilere yönelik nefret söylemleriyle onları dönmeye mecbur etmeye çalışmaktadır. Bu duruma dikkat çeken Dürzi İlerlemeci Sosyalist Partisi Lideri Velid Canbolat, geçtiğimiz günlerde twitterda paylaştığı bir mesajda, “Suriyeli mültecilerin kovulmasına dair Deyr el-Ahmer’den gelen haberleri duyduk. Bu meyanda Arsel’den de yeni haberler geliyor. Kamplar ve evler, Filistinli ve Suriyeli mültecilere karşı ırkçılığıyla öne çıkan Dışişleri Bakanı’nın emriyle yıkılıyor” diyerek doğrudan doğruya Basil’i suçlamıştır. 

Canbolat’ın bu tavrına karşı Sünni kesimi temsil eden Başbakan Hariri cephesinden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Bu durum mültecilere karşı nefret söylemini besleyen tarafları daha fazla cesaretlendirmektedir. Bu taraflar, Suriye savaşının Esed rejiminin zaferiyle sonuçlandığını dayatmak için mültecileri bir kart olarak kullanmaktadır. Bunun için de Lübnan’daki kötü ekonomik durumu bahane olarak göstermektedir. Halbuki Suriyeli mültecilerin büyük kısmı kamplarda yaşamakta ve bu kamplara giden sınırlı miktardaki yardımlar da UNHCR ve benzeri taraflarca sağlanmaktadır. Ayrıca, Lübnan’daki ekonomik krizin mültecilerden çok daha derin ve büyük sorunlardan kaynaklandığı açıktır. 

Rusya ile ittifak kurduğu açık olan Basil-Avn ikilisinin hedefinin Rusya’nın Suriye’deki savaşı Esed rejiminin kazandığı tezini güçlendirmek ve böylelikle hem Hizbullah’a olan borcunu ödemek hem de mültecilerden kurtulmak olduğunu söylemek mümkündür. 

Bu açıdan baktığımızda, bir taraftan muhaliflerin kontrolünde kalan son bölge olan İdlib’e yönelik geniş askeri operasyonlar düzenleyen Rusya’nın, bir taraftan da Lübnan’daki mülteciler üzerinden savaş sonrasına hazırlık yaptığını söylemek zor olmayacaktır. Zira, İdlib’i hedef alan saldırılar ve işlenen insanlık suçlarıyla birlikte Rusya’nın bir siyasi çözüme yanaşmayacağı ve krizi askeri yollarla çözme yoluna gideceği sinyalleri iyice yoğunlaşmaktadır. 

[email protected]