Suriye’de dinamik çıkmazın ötesine geçebilmek

Doç. Dr. Şaban Kardaş TOBB-Ekonomi ve Teknoloji Ünv. ve ORSAM
23.05.2015

Suriye krizinde uzun bir dönemdir sahada tıkanmışlık hâkim ve bunun önemli nedenlerinden birisi dış aktörlerin krize yaklaşımı.


Suriye’de dinamik çıkmazın ötesine geçebilmek

Suriye krizinin başlangıcında rejimden kopmalar ve muhaliflerin güçlenmesi dinamikleri belirleyici iken, giderek rejim bu trendi durdurdu ve başta büyük şehir merkezlerinde de olmak üzere, ülkenin bir bölümünde kontrolünü sürdürebildi. Bu durumun ortaya çıkmasında bir yandan Esad rejimin dış destekçilerinin, maddi, askeri ve insan gücü yardımlarıyla sahadaki dengeyi rejim lehine çevirme, rejimin bazı devlet fonksiyonlarını yerine getirmesine devam etme ve dış müdahaleye karşı bir koruyucu kalkan oluşturma açılarından belirleyici oldu.

Bunun kadar önemli olan ise, baştan beri Suriye muhalefetini destekleyen dış aktörlerin kendi aralarındaki bölünmüşlükler ve bunun sahaya yansıması ve özellikle de Batı’dan gelen yardımın geleceğe dair belli korkuları aşamaması idi. Suriye’nin geleceğinde istenmeyen unsurların hâkim olacağı veya sahadaki durumun istenmeyen yönlere evrilebileceği korkusu, statükonun daha tercihe şayan addedilmesini beraberinde getirmiştir. Bu kararsızlığın neticesinde Esad rejiminin varılan uzlaşmalara bağlı kalmaması veya uluslararası normları çiğnemesi cezasız kalmış, rejimin dış destekçileri cesaretlendirilmiş ve muhaliflere yapılan destek sahadaki dengeyi değiştirecek kemiyete erişememiştir.

Muhalefetin sorunları

Sonuçta sahada giderek bir tıkanmışlık ortaya çıkarken, çatışmanın çözümsüz bir biçimde uzaması ve ülkede her açıdan yıkımın derinleşmesinin zemini oluşmuştur. Daha da önemlisi, Batının yaklaşımını güdüleyen gelecek korkusunun yol açtığı atalet ‘ecele çare’ olmamış, bilakis istenmeyen durumların daha akut biçimde ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Çatışmanın radikalleşmesi ve bunu başarılı biçimde kullanan Esad rejimi ve destekçilerinin de etkisiyle aşırıcı unsurlar sahada ılımlı muhalefet aleyhine zemin kazanırken, muhaliflerin yapısal sorunları derinleşmiştir. Bu fasit dairede, Suriye krizinin -askeri araçlarla- çözülemeyeceği,  Esad rejimiyle aşırıcı unsurlara karşı işbirliği yapılabileceği veya önceliğin rejimden ziyade aşırıcılara verilmesi gibi anlatılar,Batı’nın muhaliflere gönülsüz desteğini ve sahadaki tıkanmışlığını sürdürmüştür.

2014 yılında ABD’nin önderliğinde oluşturulan IŞİD-karşıtı koalisyonun ancak ve ancak IŞİD’in Irak’ta ilerleyişi sonrasında ortaya çıkması, bu koalisyonun askeri stratejisinde Irak’ın birincil ve Suriye’nin tali cepheler addedilmesi, Suriye krizinin nasıl ötelenen bir sorun olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Askeri alanda müdahil olmaktaki gönülsüzlük soruna diplomatik çözüm çabalarını da ya tıkamış ya da pek çok girişimin ölü doğmasını beraberinde getirmiştir. Bu ortamda, Esad rejiminin destekçilerinin - son dönemdeki Moskova görüşmeleri veya Kahire süreci gibi- kozmetik girişimleri ile,uluslararası toplumun başlattığı ve Suriye’yi adeta bir deneme tahtasına çeviren - son dönemde BM Özel Temsilcisi De Mistura’nın kısmi ateşkes veya Cenevre görüşmeleri gibi girişimleri-netice bakımından çözümsüzlük algısını derinleştirmek ve krizi uzatmak ortak paydasında birleşmiştir.

Bu ortamda 2012’de varılan Cenevre-I mutabakatını hayata geçirmek için gerekli zorlayıcı diplomasi araçlarının kullanılamaması ve bu zemini yeniden yaratmak için sarf edilen çabaların yetersiz kalması belki de krizin çözümsüz süregelmesinin en temel sebeplerinden biridir ve bunda da gelecek korkularının yeri büyüktür.

Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen Suriye’de sahadaki durumu topyekun bir açmazdan ziyade dinamik tıkanmışlık olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Dış değerlendirmelerde uzunca bir zaman her ne kadar rejimin yıkılmamasına odaklanarak analizler yapılsa da, bu ayakta kalmanın içerde ve dışardaki maliyetleri ve daha da önemlisi rejimin yıpranmışlığı hep göz ardı edildi. Muhaliflerin Idlib’i ele geçirmesi sonrası gelişmeler ve bununla aynı dönemde güney cephesinde yaşanan hareketliliğin de gösterdiği gibi, rejimin aşınmışlığı had safhaya ulaşmış ve ülkedeki kalan kontrolü ve geleceği fiili olarak dış destekçilerine her zamankinden daha bağımlı hale gelmiştir. Yine son gelişmelerin de ortaya koyduğu gibi, bu ortamda sahadaki muhalifler lehine olabilecek gelişmelerin veya dışardan etkilerin, doğrudan askeri dengeye yansıması olacağı açık biçimde ortaya çıkmıştır. İşte dinamik tıkanmışlığın bu dinamik unsuru krizden çıkışın ve çatışmanın çözümünün de anahtarını içinde barındırabilir.

Bugün gelinen noktada, IŞİD’e karşı koalisyon kapsamında Suriye’ye dönük askeri araçlar kullanılma aşamasına geçilse de, gelecek korkuları hala Batı’nın politikasındaki belirleyiciliğini sürdürmektedir ve bu sebeple koalisyon istenen sonuçları almaktan çok uzaktadır. IŞİD’in eş zamanlı olarak Suriye ve Irak’ta ilerleyişi ve hala askeri açıdan sahadaki etkinliğini sürdürebilmesi, ‘öncelikle IŞİD tehdidiyle mücadele edilmesi’ni savunan koalisyon stratejisinin yürümediğini göstermektedir. Elbette ki koalisyonun en önemli zaaflarından birisi böylesi bir meydan okumaya denk askeri taahhüdün sahaya sürülememesidir. Yine de koalisyonun başarısızlığı salt askeri yetersizlikten ibaret bir durum değildir ve soruna kavramsal yaklaşımın da yeniden ele alınmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede tıkanmışlığın aşılmasında rol oynayacağı düşünülen aşağıdaki tespitleri yapmak mümkündür.

Işid’e indirgeme

Öncelikle, Suriye’deki kriz özünde siyasi bir meseledir ve çözümü için siyasi geçiş konusu dâhil bütüncül bir çerçeveden hareket etmeyen her yaklaşım başarısız olacaktır. Bugün Batı’nın Suriye krizine yaklaşımının büyük ölçüde aşırıcı unsurlar veya bununla ilintili olan yabancı terörist savaşçılar tehdidi üzerinden kurgulanması nispeten anlaşılabilir bir durum olsa da, bu politikanın tamamen ‘IŞİD’le mücadele’ parantezine indirgenmesi vahim bir hatadır. Çünkü IŞİD’in ilerleyişindeki dinamiklere ve bu süreçteki Esad rejimiyle arasındaki ilişkiye bakıldığında, Batı politikasının mesnetten yoksunluğu net biçimde anlaşılabilecektir.

İkinci olarak, Suriye’deki siyasi çözüm için siyasi geçişi de merkeze alan ve bu doğrultuda muhalif unsurların Esad rejimiyle askeri mücadelesine verilecek desteği geniş bir çerçeveye oturtan bir strateji elzemdir. Esad ve IŞİD ile eşzamanlı mücadele çağrısı bir ideolojik takıntı değil, askeri ve siyasi bir gerekliliktir. Rejimin yıpranmışlığı ve dış destekle ayakta durabildiği hatırlandığında, bugün rejimin çok daha hızlı bir çözülme sürecine girmesi ve bunun yaratacağı sonuçlar üzerinde ciddi biçimde durulmalıdır. Yine gelecek korkularının gerçeğe dönüşmemesi ve rejimin gerileyişinden veya ani çöküşünden doğabilecek boşluğu IŞİD ve diğer aşırıcı unsurların doldurmasının önüne geçilmesi ancak ılımlı muhaliflerin güçlendirilmesi ve sahada daha sağlıklı bir geçişin önünün açılmasıyla mümkün olabilecektir.

Üçüncü olarak, başlangıçtan beri çözümsüzlüğü ve sahada derinleşen krizi besleyen gelecek korkuların aşılması bugün sahada uzun süredir ötelenen zorlu tercihler yapmayı gerektiriyor. Muhalif grupların daha kapsamlı programlarla desteklenmesi yanı sıra uçuşa yasak veya güvenlikli bölge formüllerinin hayata geçirilmesi kaçınılmazdır. Bunlar bir yandan sahadaki dengeyi muhalifler lehine çevirirken, öte yandan muhaliflerin kendi aralarındaki ayrışmaları aşabileceği ve kontrolleri altındaki bölgelerde sürdürülebilir yönetim tecrübesini gerçekleştirebilecekleri alanlar açacaktır. Bu yöndeki adımlar muhaliflerin sadece Esad rejimine karşı desteklenmesinin ötesinde, IŞİD’e karşı mücadelede de oynayacakları kilit rolü destekleyici nitelikte olacaktır.

Son olarak, Suriye’deki sorunun çözümü salt askeri yöntemlere indirgenemeyecek olsa da askeri araçların zorlayıcı diplomasi amacıyla kullanımının tamamen göz ardı edilemeyeceğidir. Yukarıda saydığım dinamiklerin hayata geçirilebilmesi için, Suriye’de dinamik çıkmazın ötesine geçmek gerekmektedir ve bu da sahadaki askeri dengeye dışardan akıllıca müdahalelerle mümkün olacaktır. Krizin şu ana kadarki gelişiminde net biçimde görüldüğü üzere,rejimin ve destekçilerinin,müzakerelere dayalı bir çözüme, üzerlerinde baskıyı hissetmeden yanaşması zordur. Rejimi Cenevre-I çerçevesinde bir geçiş sürecine ikna edecek temel unsur sahadaki askeri dengeye enjekte edilecekyeni dinamizm olacaktır ve dış aktörlerin bu konudaki şüphelerinin aksine son gelişmeler bunun olabilirliğini bir kez daha ortaya koymuştur.

[email protected]