Suriye’de doğrular yanlışlar...

Prof. Dr. Hüseyin Bağcı - ODTÜ Öğretim Üyesi
1.06.2013

ABD arkadan destek verme politikası ile Türkiye’yi ön plana çıkarmakla birlikte, Obama’ın Suriye’ye bir askeri müdahaleye karar vermesi çok zor gözüküyor. Rusya kilit konumdadır fakat Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılığının ortadan kalkması mümkün gözükmemektedir.


Suriye’de doğrular yanlışlar...

Suriye’de üç yıla yakındır önce Arap Baharı olarak başlayan süreçte diktatör bir rejimin “doğal yıkılma süreci” olarak yaşanan heyecan dolu ilk başkaldırmalar şimdilerde bir iç savaş boyutuna dönüşerek siyasi çözümün gittikçe daha zor olduğu bir durum halini aldı. Ülkenin siyasi ve askeri yapısının bu kadar ‘dayanıklı’ çıkması, Türkiye dahil tüm Batının yanlış hesap yaptığını gösteriyor. Gerçektende bugün için Beşar Esad rejiminin ayakta kalma nedenini sadece iç faktörler ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. Çünkü son bir yılda dış faktörlerde en azından iç faktörler kadar önemli bir rol oynaya başladı. Arap Baharının bir domino etkisi yaratacağı ve tüm Arap ülkelerinin sanki yekpare bir sistemmiş gibi demokrasiye geçeceğini düşünmek ise sadece siyasi öngörüsüzlük olarak kaldı.

Tunus, Yemen, Libya ve Mısır’dan başka 22 Arap ülkesinin halen büyük çoğunluğu demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan sistemler olarak varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Hani herkese demokrasi gelecekti sorusuna verilecek yanıt, hayır sadece bazılarına gelebilir oldu!! Nereden bakılırsa bakılsın olayın önce bir Arap dünyası içi bir iç çatışmaya gittiği ortada. Buna Türkiye gibi bölge ülkelerinin de dahil olduğu ve sonuçta Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin de eklendiği ve ABD ile AB’nin ne yapacaklarını şaşırdıkları bir alev topuna dönüşen ve 80.000 den fazla sivilin yaşamını yitirdiği bir iç savaş var Suriye’de. Aslında Suriye örneğinde tüm dünyanın nasıl çaresiz kaldığını ve geçerli olan dünya sisteminin çözüm bulmaktan uzak olduğunu ve halen devletlerin ahlaki değerler değil, ulusal çıkarlar üzerinden politika yaptıklarını göstermektedir.

Aceleci mi davrandık?

Türkiye’nin Suriye konusunda “çok aceleci davrandığı ve hesap hatası yaptığı” artık işin başında olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da kabul ettiği bir siyasal gerçeklik olarak ortadadır. Şimdi gelinen noktada Türkiye’nin geri adım atmasının da zorluğu da bilinmektedir. Suriye ile Türkiye arasında yaşanan 2004-2010 arasındaki yakın ilişkiler AB içinde ve ABD tarafından çok eleştirilmişti. Türkiye Başbakanı Erdoğan ise o yıllarda ‘inadına’ Suriye ile ilişkileri geliştirerek Batıya nispet yapıyor ve İsrail’i deyim yerinde ise çıldırtıyordu. Başbakan Erdoğan’ın 2010 sonbaharında Gaziantep’te yaptığı ve Suriye’yi kardeş ülke ve şimdi diktatör olarak gördüğü Esad’ı ‘kankası’ olarak ilan ettiği ünlü konuşması tazeliğini hafızalarda korumaktadır. Acaba nasıl oldu da, bir anda Suriye bu kadar “tu kaka” edildi? Bunun cevabını şüphesiz siyasi tarih yazacaktır.  Fakat Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun çok başarılı görülen komşular ile sıfır sorun politikasının, sıfırlandığı örnek olarak da Suriye politikası gösterilmektedir. Türkiye’nin Suriye muhalefetini destekleyerek “ön aldığı” süreç, ilk başlarda çok destek gördü. Suriye’den hiç hoşlanmayan Suudi Arabistan ve Katar, Türkiye ile birlikte Suriye’nin dostları grubunu kurar ve toplantı üstüne toplantı yaparken, Türkiye Suriye muhalefetini Antalya’dan başlayarak, İstanbul dahil sürekli biraraya getirerek Batılı müttefiklerinin gözünde “demokratik ve diktatör karşıtı” bir politika yapan iyi müttefik olarak görülme çabasındaydı. Libya örneğinde önce NATO’nun orada ne işi var deyip, bir hafta sonra NATO’ya askeri üs veren Türkiye’nin aslında ‘hesap hatası’ oradan başlıyordu. Türk kamoyunda halen halkın desteğini alamayan ve alması da zor görünen Başbakan Erdoğan’ın son olarak Reyhanlı konuşmasında da kullandığı sert söylem biçimi, gürleyip de yağmayan bir söyleme dönüştü. Türkiye’nin yaşadığı en büyük terör olayı olarak görülen Reyhanlı saldırısının kimin tarafından yapıldığından çok, Türkiye’nin Suriye bataklığına çekilmek istenmesinin bir işareti olarak görülmelidir. Sınırların delik deşik olduğu, kontroller konusunda büyük sıkıntıların yaşandığı ve Suriye’ye silahların da tıpkı savaşan radikal gruplar gibi Türkiye üzerinden gönderildiği suçlamalarının ayyuka vardığı bir dönemde hükümet ile anamuhalefet arasındaki ağır ithamlara varan karşılıklı suçlamalar artık Suriye’nin Türkiye’nin bir iç politika sorunu haline dönüştüğününde göstergesidir. Bu Türkiye için iyi bir gelişme değildir. Sonuçta bu işten karlı çıkan Beşar Esad olacaktır. Suriye konusundaki hükümetin yanlışına muhalefetinde aşırı angaje olmasının getirdiği bir diğer yanlış vardır ve iki yanlış bir doğru yapmaz!

ABD’nin bir askeri müdahale seçeneğini temcit pilavı gibi getirip getirip karar alamaması da Esad’ın işine gelmektedir. AB ülkelerinin Suriye muhalefetine silah ambargosunu kaldırması kararı ise klasik bir Avrupa kararıdır; tarihte örnekleri çok olan bir şekilde. Türkiye’nin İngilte ve Fransa ile cansiperane bir şekilde bu kararı savunması Türkiye’yi iyi bir müttefik yapmaya yetmiyor. Almanya, Avusturya, İsviçre, Finlandiya ve Çek Cumhuriyeti’nin karara karşı çıkmaları bu ülkelerin daha az mı insani değerlere önem verdiklerini gösterir, yoksa yaşadıkları tarihsel deneyimlerden ders aldıklarını mı anlatır? Almanya bunun en güzel örneğidir. Davudoğlu, mevkidaşı Vesterwelle’ye Almanya’nın insan haklarını ihlal ettiğini mi söyleyecektir? 

AB’nin Suriye’ye bir askeri müdahalesi söz konusu değildir. AB’nin bunu yapacak ne siyasi iradesi ne de parası vardır. Hele Avrupa gençliğinin Irak ve Afganistan’dan sonra Suriye çöllerinde yaşamını kaybetmesine hiç bir Avrupa ülkesi kamuoyu destek vermez. 

ABD ise arkadan destek verme, itekleme (leading behind) politikası ile Türkiye’yi ön plana çıkarmakla birlikte, Obama’ın Suriye’ye bir askeri müdahaleye karar vermesi çok zor gözüküyor. ABD Suriye’ye müdahale etme yeteneğine sahip midir sorusuna ise verilecek cevap evettir. Fakat bunu yapacak siyasi irade var mıdır, sorusu ise açık kalmaktadır. ABD çok iyi bilmektedir ki Rusya zaten Suriye’ye hem Birleşmiş Milletler’de Çin ile birlikte destek vermektedir hem de Suriye’ye S-300 füzeleri dahil olmak üzere silah ve savaş uçağı satmaya devam etmektedir. Rusya ‘faktörünü’, Türk hükümeti de hesaba katmadığı için, yanlış hesap hem Şam’dan hem Bağdat’tan geri dönmektedir! Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılığının ortadan kalkması ise mümkün gözükmüyor. 

Türkiye’nin öncülük ettiği Suriye’nin Dostları, Rusya medyasında “Suriye’nin düşmanları” olarak gösterilmektedir. Soğuk Savaş döneminde de Rusya Suriye’yi desteklemişti, şimdi de devam ediyor. 

Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in özrünü kabul etmesi aslında Arap ülkelerinin hoşuna giden bir hareket olmadı. Son ABD ziyaretinde Başbakan Erdoğan’ın gördüğü itibar çok güzel olmakla beraber Suriye konusunda pek fazla sonuç vermemiştir. Eski Vietnam gazisi ve bir önceki dönemde Obama’nın başkan adayı rakibi olan MC Cain’in Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek Özgür Suriye Ordusu liderleri ile görüşmesi ise en fazla “Vietnam nostaljisi” olarak görülebilir. Suriye’nin ise Vietnam’dan daha beter olacağı ise kesindir. Tüm taraflar için.

Yakınlarda yapılacak olan II. Cenevre Konferansı’nın Suriye’deki iç savaşı bitirmekten çok uzatacağı beklenmektedir. Beşar Esad’lı bir çözüm olmadan konferansın başarılı olması zor. Rusya’nın bu konudaki tutumu değişmeyecektir. Şu anda Suriye ile ilgili senaryolarda Beşar Esad’ın 2014 seçimlerine kadar iktidarda kalması muhalefetin de sonuçta kabul ettiği/edeceği bir siyasal gerçekliktir. Bize göre I. Cenevre Konferansı’ndan bugüne kadar geçen süre içerisinde Suriye ülke olarak korkunç bir yıkım ve iç savaşı yaşamaktadır ve bunun müsebbibi Beşar Esad dahil tüm iç ve dış aktörlerdir. İran, Irak ve şimdi de Hizbullah’ın askeri desteğini alan Beşar Esad ise bu yıkımdan siyasi anlamda güçlenerek çıkan bir diktatördür. Suriye’nin uzun süreli olarak bölünmesi kaçınılmaz gibi gözükmektedir; Esad’sız bir çözüm isteyen muhalefetin tavrını değiştirmediği takdirde. 

II. Cenevre Konferansından beklenen

Türkiye’nin İran ve Irak ile ilişkilerinin kötüleşmesi ‘Şii ekseni’ tartışmalarını ve mezhep çatışmalarını gündeme getirmektedir. Bölge ülkeleri ile ‘sıfır sorun’ öngören politikanın ise ‘kağıt üzerinde iyi gözüktüğü’ fakat pratikte işlemediği görülmektedir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun en fazla eleştirildiği nokta da budur. Beşar Esad’ın iktidarda kaldığı her gün, Türkiye’nin politikasının başarısızlığı olarak görülecektir. Şunu teslim etmek gerekir ki, Suriye rejiminin yıkılması için en fazla uğraşan kişiler Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’dur. O nedenle Beşar Esad’ın yıkılması veya ülkeyi terketmesi sonuçta Türkiye’nin uzun soluklu politikasının bir sonucu olarak görülecektir. Fakat bunun için şu anda uygun ortam pek yok gibidir. II. Cenevre Konferansı iç savaşı bitirmeyecektir, aksine daha da hızlandıracaktır. Türkiye’nin 400.000 Suriyeliyi misafir olarak (mülteci değil) kabul etmesi zaten yine hesap hatası olarak görülmektedir. II. Cenevre Konferansında Türkiye’nin uluslararası yardımı kabul etmesi iyi olur. Şimdiye kadar bu yardımları reddeden Türkiye’nin en azından bu hatadan vazgeçmesi beklenmelidir.

Suriye’nin Türkiye için bir açmaz ve çıkmaz olmamasının tek yolu Beşar Esad’ın gitmesidir. Fakat bunun için tüm aktörlerin ve faktörlerin Esad’ın gitmesi üzerinde mutabık olması gerekir. Böyle olmayacağına göre, II. Cenevre Konferansı sadece bir konferans olarak kalacaktır. Anahtar ülke ise Rusyadır. ABD’nin müdahalesi ise çok zordur. Beşar Esad bunu bilmektedir. Aksi takdirde Esad’ın gitmesi için bu kadar uğraşan Türkiye’nin çoktan müdahale etmesi gerekmez miydi? 

[email protected]