Suriye’de jeo-stratejik hamleler ve jeo-politik riskler

Dr. Necati Anaz / Polis Akademisi Güvenlik Bil. Enstitüsü
4.07.2015

Türkiye’nin güneyinde mezhepsel nitelikte devam eden iç savaşı etnik temizlik üzerinden jeo-stratejik üstünlüğe dönüştürmeyi hesap eden YPG/PYD, sonuçları henüz kestirilemeyen ciddi jeo-politik riskler de üstlenmektedir. ABD’nin desteğiyle DAEŞ’e karşı bir alternatif gibi lanse edilen örgüt bölgede yeni bir DAEŞ olma yolunda ilerlemektedir.


Suriye’de jeo-stratejik hamleler ve jeo-politik riskler

Coğrafi faktörlerin ve özellikle de yeraltı kaynaklarının devletlerin yani siyasalın, mekânsal yapılanmasını nasıl etkilediğini açıklamada başvurulan jeopolitik kavramı ilk defa İsveçli siyaset bilimci Rudolph Kjellen tarafından 1899’da kullanılmaya başlandı. Jeopolitik bir doktrin olarak daha sonra Alman coğrafyacısı ve generali olan Karl Haushofer tarafından geliştirilerek Alman yayılmacılığının temel açıklayıcı paradigması oldu. Alman kara hâkimiyeti ekseninde Alman yayılmacılığını ve Alman ırkının üstünlüğünü meşrulaştırıcı bir bağlamda kullanılmaya devam edilen jeopolitik kavramı iki dünya savaşı arasında ve sonrasında da coğrafyaya dair özelliklerin bir ülkeye ya da o bölgenin insanına sağlayacağı siyasal çıkarlar üzerinden okunmaya devam ediliyor.

1990’ların başlarında siyasal coğrafya literatüründe mekânın siyasalı şekillendirmesinin ötesinde bir ‘söylemsel buyruk’, mekânın siyasallığını okumada ‘mekânsal bir gözlük’ olarak anlaşılsa da jeopolitik kavramı, 1990’lar öncesindeki kullanımını hiç kaybetmeden dünyada ve Türkiye’nin çevresinde olup bitenleri açıklayıcı bir model olarak halen tedavülde.

Bu çerçevede Türkiye’nin hemen güneyinde yıllardır cereyan eden bölgesel çatışmalar ve bölgeye dair yazılıp çizilenler, yüzyıl öncesinden tedavüle sokulan”reel-jeopolitik” tasarımlara başvurmadan açıklanamaz kanaatindeyiz. Bunun temel nedeni Ortadoğu coğrafyasını kimin nasıl şekillendireceği, hangi oluşumun bölgede ne kadar nüfuzunun olacağı ve hangi coğrafya parçasına sahip olacağı tartışmaları gündemin en önemli sorularındandır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’dan çekilmesinin akabinde dönemin emperyal güçleri tarafından masa üzerinde cetvelle çizilen sınırların ihtiyaç durumunda yine zamanın neo-emperyal aktörleri tarafından yeniden dizayn edilmeye çalışılması akıllara hiç kuşkusuz bu bölgenin coğrafi anlamda söz konusu global aktörlere ne sunduğunu sorusunu getirmektedir.

Petrol değil, portakal olsa?

Edward Said’in bir konferansında da ifade ettiği gibi “eğer Ortadoğu, endüstrileşmenin motoru olan enerji kaynağı petrol yerine dünyanın en büyük portakal yetiştiricisi bir bölge olsaydı bugün bölgede yıllardır devam eden savaşlar yaşanır mıydı acaba?” sorusu bugün hala önemini korumaktadır.

Ortadoğu siyasi tarihine damgasını vuran Arap isyanları, bu coğrafya halklarının refahına giden bir seyirden çıkmış ve isyanın ülkelerin yeniden despot rejimler ve yerel örgütlerin kontrolüne girmesine zemin hazırlanmışsa bunun arkasında global ve bölgesel aktörlerin hala bu coğrafya üzerinde paylaşılmaya değer jeopolitik çıkarların olduğundan bahsetmek durumundayız. Bugün Suriye ve Irak üzerinden realize edilen jeo-stratejik adımların, yine klasik jeo-politiğin tanımlayıcı rol oynadığı enerji ve güvenlik eksenli dünya düzeni çerçevesinde atıldığı görülecektir.

Yapılan her hamle bir tarafın daha çok kazanmasını temin edecek şekilde kurgulanmaktadır. Bu jeo-stratejik hamleler, bölge halklarını dışarıda tutan acımasız bir kaynak paylaşımını öngörmektedir. Her şey hala Soğuk Savaş ve öncesindeki dünyanın tecrübe ettiği reel-jeopolitik anlayış çerçevesinde cereyan etmektedir.

‘Liberal Batı’, özellikle konu Ortadoğu olduğunda kendi enerji ve kıta güvenliğini garanti edecek tüm hamleleri yerel taşeron örgütler üzerinden en düşük maliyetle yaptırmanın yolunu aramaktadır. IŞİD ya da diğer adıyla DAEŞ bu cihette tam anlamıyla taşeron bir örgüt olarak bu görevi gönüllü üstlenmektedir. Cüzzamlı ve bulaştığı heryere hastalık taşıyan bu yapıyla mücadele ederek Ortadoğu’da varlığını meşrulaştıran ABD ve Batı Avrupa, Suriye ve özellikle Kuzey Irak bölgesindeki enerji kaynağını güvenli bir şekilde Akdeniz limanına aktarmanın hesaplarını yapmaktadır.

Kuzey Irak petrol kaynaklarının güvenli bir şekilde Akdeniz’e aktarılmasıyla ilgili olarak ABD ve Batı Avrupa Türkiye’yi bypass edecek yeni bir jeostratejik hamlenin peşindedir. Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde Akdeniz’e açılacak güvenli bir koridorun oluşturulması artık herkesin bildiği bir sırdır! Ancak bu koridor ne cüzzamlı DAEŞ’e ne de Türkiye ile iyi ilişkileri olan Suriye muhalefetine teslim edilmelidir. Daha önce sadakati test edilmiş PKK terör örgütünün Suriye kolu olan YPG/PYD’ye verilmesi planlanmaktadır. Plan, PYD’nin Cizre Kantonu ile Kobani Kantonu arasındaki bağlantıyı sağlayan Tel Abyad’ın DAEŞ’ten PYD’nin eline geçmesiyle daha da netleşmiştir. Israrla Suriye’nin kuzeyinde güvenli ve uçuşa yasak bölge oluşturulmasına karşı çıkan ABD’nin kendi eliyle havadan destek verdiği ve önce DAEŞ’ten temizlediği alanlar birer birer PYD kontrolüne verilerek Türkiye’nin güvenlik şeridi kurulmasını istediği sınır bölgelerine PYD militanları yerleştirilmeye başlanmıştır.

K.Irak ve Türkiye’ye sabote

Tüm bununla sınırlı kalmayan YPG/PYD, Arap ve Türkmenlerden oluşan bölge köylerini güvenlik gerekçesiyle boşaltarak Akdeniz’i Kuzey Irak’a bağlayacak koridoru egemenliğine almaya çalışmaktadır. YPG/PYD bununla savaş sonrasına dair en azından kara ile sınırlanmış Kuzey Irak bölgesini Akdeniz’e bağlayacak koridorun garantörü olmak istemektedir. Böylece Kuzey Irak enerji kaynaklarının ve ticaretinin dünyaya açılan en optimal kapısı olan Türkiye bypass edebilecek ve muhtemel Kuzey Irak-Türkiye ikili işbirliğini sabote edebilecek bir jeo-stratejik konum elde etmiş olacaktır.

YPG/PYD ayrıca, Esad rejimi ve Türkiye arasında güvenli tampon bölge olma vazifesini de üstlenilecektir. Böylece Türkiye’den Suriye’ye başlaması muhtemel geri dönüşlerin defacto düzenleyicisi olacaktır. İki milyon Suriye’linin savaş sonrası ülkelerine dönüşünü zorlaştıracak ve savaş sonrası dönemde Suriye’de demografik yapıyı yeniden dizayn eden bir aktör olarak karşımıza çıkacaktır.

Yakın zamanda bağımsızlığını ilan etmeyi planlayan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’yle de bağlantısını sınırlandırmayı hatta tamamen kesmeyi planlayan YPG/PYD, çözüm süreciyle ilgili olarak da Türkiye’ye karşı elini güçlendirmiş olacaktır (PYD’nin barış isteyip istemediği ayrı bir konudur).

Bu süreçte PKK terör örgütünün silahları bırakması da çok şey ifade etmeyecektir, çünkü PKK hali hazırda Türkiye’nin güneyine çoktan taşınmış olacaktır. PYD koridorunun oluşması durumunda kuzeyle bağı koparılan Suriye muhalifleri de Esad tarafından kolaylıkla bertaraf edilecek ve Esad’ın birkaç toprak parçası takasından sonra mevcut haritaya razı olması sağlanacaktır. Batı için Esad halen en güvenilir alternatif olması hasebiyle bölünmüş Suriye’de hükmünü sürdürmeye devam edecektir.

Her jeo-stratejik hamle beraberinde kaçınılmaz olarak jeo-politik risklerini de getirir. Batı’nın “kuzey koridoru” üzerinde ittifakı beraberinde hem bölge için hem de yerel aktörler için bir takım riskler barındırmaktadır. En önemlisi, YPG/PYD’nin Suriye’nin kuzeyini Türkmenlerden ve Araplardan arındırma politikası DAEŞ-vari daha mikro oluşumları ve çatışmaları tetikleyecektir. Halihazırda Suriye’nin kuzey koridorundaki etnik temizlik birçok aşireti rahatsız etmekte ve YPG/PYD’ye karşı silahlı bir direnişin zeminini hazırlamaktadır. Bu da bölgede sürmekte olan iç savaşın daha mikro düzeyde devam etmesine ve daha fazla insan hayatının kaybına neden olacak demektir.

Bir diğeri, Kuzey Irak petrol kaynağını Türkiye’ye alternatif yollardan Akdeniz’e transfer etmeyi planlayan aktörler, petrolün transfer maliyetini artıracak bir hamle de yapmış olacaklardır. PYD kontrolündeki koridor, Irak petrolünün Akdeniz’e transferi için uzun yıllar güvenli bir yol olmaktan yoksun olacaktır ki bu da enerji güvenliğini sağlamak isteyen Batı’nın işine gelmeyecektir.

Bunun yanında Bağdat yönetimi de herhangi bir jeo-politik denklemde yer almadığı durumda kuzey koridoru oluşturma hamlesini kendisi için ciddi bir tehdit olarak görecektir. Bağdat, olası bir Kuzey Sudan durumuna düşmek istemeyecektir. Ayrıca YPG/PYD kuzey koridorunda tutunabilmek için de Esad ile mücadele eden Özgür Suriye Ordusunu bölgesinden temizlemek zorunda kalacaktır. Bugün hala Kuzey koridorunun Akdeniz’e ulaşmasında önemli bir engel olarak duran ÖSO, YPG/PYD’nin planlarını alt üst edecek askeri ve demografik güce sahiptir.

YPG/PYD’nin jeo-stratejik hamlesi Türkiye’de devam eden çözüm sürecini de olumsuz etkileyebilecek, güneyinde olası bir oluşumu stratejik çıkarlarına uygun bulmayan Türkiye, kendisine uluslararası hukuktan doğan tüm hakları kullanmayı masada tutacaktır. Ancak, güvercinler grubu denilecek isimleri olabildiğince pasifleştirerek 80 kişilik vekiliyle meclise giren HDP devam eden barış sürecinin rölantiye alınması için elinden geleni yapacağa benziyor. YPG/PYD’nin güneyde alan kazanmasına zemin hazırlayacak kamuoyu oluşturmada aktif rol oynadıkları görülüyor.

PYD barış için riskli

Güçsüz bir hükümet de bölgesinde cereyan eden denge değiştirici oyunlara yerinde ve zamanında müdahale etmede yetersiz kalabilecektir. Bu bağlamda kaybeden, bölge demografisinin unsurları olan Kürt, Türkmen ve Arap halkları olacaktır.

Bütün bunların yanı sıra, Suriye’nin bölünmesiyle sonuçlanabilecek muhtemel bir “kuzey koridoru” Türkiye’nin Suriye ile yaptığı ikili su rejimi anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini de gündeme getirecektir. Neticede Türkiye, topraklarından doğan suyun kullanım antlaşmasını siyasi haritası değişmiş bir Suriye ile yeniden yapmak için masaya oturma hakkına sahip olacaktır. Türkiye, petrol jeo-politiğine karşı Suriye ve Irak için hayati öneme sahip su jeo-politiğini rahatlıkla politik pazarlığın bir parçası yapabilir.

Türkiye’nin güneyinde mezhepsel nitelikte devam eden iç savaşı etnik temizlik üzerinden jeo-stratejik üstünlüğe dönüştürmeyi hesap eden YPG/PYD, sonuçları henüz kestirilemeyen ciddi jeo-politik riskler de üstlenmektedir. ABD’nin desteğiyle DAEŞ’e karşı bir alternatif gibi lanse edilen örgüt bölgede yeni bir DAEŞ olma yolunda ilerlemektedir. Arap ve Türkmen köylerini güvenlik nedeniyle boşaltarak etnik temizliğe girişen PYD sadece Suriye iç savaşının devamına yatırım yapmamakta aynı zamanda Türkiye’de devam eden toplumsal barış sürecinin temellerini de dinamitlemektedir. Kendisine ters düşen insanları  katlederek bölgesine korku salan DAEŞ yerine bölgenin yumuşak alternatifi olarak sunulan YPG/PYD bölgede muhtemel kalıcı bir barış için yapılan en riskli yatırımlardan birisi olmayı sürdürmektedir. Bölgenin yeraltı kaynakları üzerinden yapılan jeo-stratejik yatırımlar, kanaatimizce Batı için de uzun vadede akıllıca değildir. Batı jeo-politik çıkarlarını ve ulusal güvenliğini,YPG/PYD ve benzeri silahlı örgütler üzerinden değil, bölgenin barışı için insiyatif alan Türkiye gibi ülkelerle ve tüm halkların kazanacağı kalıcı bir barış görüşmeleriyle sağlayabilir.

[email protected]