Suriye'nin, toprağı vatanlaştırmaya, unsurları ve toplumu milletleştirmeye, insanları Suriyelileştirmeye, memleketi ülkeleştirmeye, yurdu devletleştirmeye ihtiyacı var. Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlaması, üniter-İslam-sünni-Arap-Cumhuriyet niteliğini yerleştirmesi sadece Suriye için değil, Türkiye, Ortadoğu, Ümmet için de bir vebal, görev ve sorumluluktur.
Ercan Yıldırım/ Yazar
Tarih inşa edilirken devletlerin ve toplumların dirayetleri, ferasetleri, basiretleri, şuur ve iradeleri en üst seviyeye çıkmalı ki sonradan telafisi mümkün olmayan zararlar zuhur etmesin.
Suriye'de, Ahmet Şara'nın göreve gelmesinden bu yana tarih yapılıyor, bir devletin değil sadece başta Türkiye olmak üzere pek çok devletin, toplumun, tüm Ortadoğu'nun geleceği şekillendiriliyor. Böyle bir konjonktürde başka herkesten daha çok Türkiye'nin ciddi girişimlerde bulunması, sürece aktif katılması gerekiyor. Mesele sadece siyasi değil... etnik-mezhep-din kimliklerinin yerini bilmesi ve bulmasından, devlet mekanizmasının ve sosyolojinin tasarlanmasına, yeni modellemelerden başlıca tehditlerin "zamanında" imhasına kadar çok boyutlu bir yeniden yapılanma gerekiyor.
Bir kere kabul etmek ve ettirmek gerekir ki; Suriye üniter-İslam-sünni-Arap-Cumhuriyet nomosu karakterinde bir devlet olmalı.
Hiçbir açıdan adem-i merkeziyet, çokhukukluluk, siyasal çoğulculuk gibi başta İsrail, tüm dünya sisteminin, küçürek etnik-mezhep kimliklerinin işine yarayacak, Suriye'yi güçsüz bırakacak siyasal modellemelere müsamaha gösterilmemesi gerekiyor.
Suriye'nin yeni yönetimle beraber İmparatorluk sonrasında ikinci ve asıl inşasının gerçekleştirilmesi İsrail-ABD-Batı'dan çok Türkiye'nin, Arap-İslam ülkelerinin vebali altında. Diplomatik, askeri, asimetrik, örtük, meşru yöntemlerin hepsinin en marjinal seviyeleri kullanılarak Transatlantik-Avrasya egemenleriyle ciddi karşılaşmalara da giderek Suriye'nin nomosunun yerleştirilmesi her şeyden önce Türkiye'nin geleceğini de belirleyecek. Suriye Türkiye'nin siyasi bekası için de "köprüden önce son çıkış" demektir.
İsrail merkezli Ortadoğu'ya karşı çıkmak
7 Ekim olayından sonra İsrail merkezli Ortadoğu politikasını canlandıran ABD ve küresel kapitalist dünya sistemi bu amaçla İsrail'in güvenliğini sağlayacak adımları da hayata geçirdi. En başta tehdit olabilecek unsurları ayıkladılar. Hamas, İran, Hizbullah sonrasında post-örgütler doktrini ve konjonktürüne uygun biçimde HTŞ'nin aynen Taliban gibi "devletleşmesi"ne ön ayak oldular. Suriye'nin kontrollü bir sulh ile asgari çatışmasızlık içine girmesi aslında Rojava'nın devletleşmesi için de ilk aşamalardan biriydi.
Nihai planda İsrail merkezli Ortadoğu'nun en önemli ayaklarından biri, Kürt bölgesel yönetimlerinin İsrail'in adeta muhafızı haline getirilmesi de bulunuyor. Bu da Irak bölgesel yönetiminden sonra Rojava'nın akabinde İran'daki Kürt bölgesinin de ayrıştırılmasıyla dört yapraklı yoncanın üç yaprağının özerklik kazanmasını gerektiriyor. İran'a gerçekleştirilen yıkıcı saldırılardan sonra İran rejimine karşılık Kürt bölgesi takası "teklifi" Suriye'nin belli seviyeye getirilmesiyle daha çok gündeme gelecek hatta kısa sürede de hayata geçirilecek anlaşılan.
Rojava'yı ciddiye almamanın sonuçları
Şunu görmek gerekir ki, Rojava meselesini Türkiye çok ciddiye almadı.
Millet olarak bize karşı gelişen ve büyüyen olaylara, oluşumlara karşı başta küçümseyici hatta lakayt davranma gibi bir huyumuz var. İmparatorluk mekanizması ve asaletinden gelen "küçümseme" aslına bakılırsa modern zamanlarda devletin başını yakmıştı; bu miras Cumhuriyet sonrasında da yakamızı bırakmıyor.
Rojava'yı sunanların romantik, sempatik ve minör kalıplarla tanıtmasına Türkiye de kandı. Oradaki Dogville tarzını bir oyun gibi algılamanın sonucu güçlü silahlar, tüneller ve özerklik hatta eski PYD lideri Salih Müslim'in dile getirmesiyle bağımsızlık talepleri oldu. Haliyle "devletçilik oyunu" sergileyenlere bakarken arka planda dünya sisteminin nasıl bir model geliştirmeye çalıştığı, birbirine düşman bile olsa farklı güçlerin bir arada yaşamasına zorlandığı, terörist ve başıbozukların kamusal tecrübe için staj gördüğü gibi gerçekler erkenden tedbir almayı gerektirecek ciddiyetle takip edilmedi. Halbuki çok rahat bir şekilde bu "bir arada yaşatma" tecrübesi, özerk terörist bölgesi dağıtılabilirdi.
Fakat hala geç değil...
İsrail, kendisine tehdit oluşturabilecek tüm devlet ve toplulukları etkisizleştirmek için ABD ve Batı'yı kullanarak büyük bir tasfiye hareketi gerçekleştiriyor. Rusya, İran, Çin uzaklaştırıldıktan, Arap ülkeleri sindirildikten sonra Türkiye'nin de etkinliğinin azaltılması, pasifleştirilmesi için çabalıyor Siyonistler. Bunun en büyük ve etkili aracı Suriye idaresinin zayıflatılması, Suriye'nin parçalanması, Rojava'nın özerkleştirilerek Irak ve İran'daki muadilleriyle birleştirilmesidir.
Türkiye'nin bu gidişatı durdurabilecek gücü, iradesi fazlasıyla bulunuyor.
İsrail Suriye yönetiminin güçlenmemesi için kontrolündeki aparatları diri tuttuğu gibi, silahlı müdahalelerde de bulunuyor. Nihai planda güneyden aparatları, kuzeyden YPG ve ülke içindeki laik-sekülerlerle farklı din-mezhep-kültür gruplarını da hareketlendirerek Şara idaresini ve nomos idealini ve gerçekliğini ortadan kaldırmak istiyor. Bu konuda zaman zaman yoklamalar yaparken kesin sonuç için aslına bakılırsa Türkiye'nin tutumunu da bekliyor.
2024 yılı son çeyreğinde Rojava'nın dağıtılması iradesiyle yeni çözüm süreci çakışmasına bakmadan, ikisinin ayrı meseleler olduğu ortaya konularak Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlamak açıkçası Türkiye'nin tarihi kaderi.
Bunun gerçekleşmesiyle Suriye ve Suriyeliler de devlet ve millet aşamasının çok keskin bir virajını da dönecek.
Suriyelilik aidiyetinin oluşturulması İçin...
Suriye'yi üniter yapı kurulduktan ve kamu idaresi teşekkül ettirildikten sonra da devletleşmesi için çok uzun, meşakkatli, operasyonlara açık bir gelecek bekliyor.
Türkiye'nin bu süreçte de aktif rol alması bir tarafa Arap-İslam kimliğinin de, Suriyelileşme, milletleşme için biraz gayret etmesi gerekir!
İmparatorluk bünyesinde her unsurun kendi özerk alanında yaşamasının getirdiği rahatlık modern zamanlarda zaafa dönüşmüştür. Bu açıdan Suriyelilerin en başta bir devlet, bağımsız, kendilerinin idare edebildiği, hamiye ihtiyaç duymadan yollarını çizebildiklerini öğrenmeleri, içselleştirmeleri bekleniyor.
Örgüt, kabile, farklı şehir kültü ve siyasası gibi premodern alışkanlıklar yerine müşterek kader ve müşterek gelecek idealine bağlı millet hayatını idame ettirecek zihniyeti geliştirmeleri Suriyelilerin en büyük görevleri arasında. Tabii heimat ve lebensraum ekseninde bir müşterek vatan fikri de Suriyeliler için öncelikle mensubiyet bağlarından olmalı. Bunun için Türkiye de bariz destek vermeli! Tabii Kemalist ulus yaratma pratiğiyle değil İmparatorluk aklının getirdiği merkeziyetçi kültürel çoğulculukla.
Türkiye'nin Suriyelilere vatanlarını açması gerçeği üzerinden Hristiyan Arap milliyetçilerinin "sömürgeci Osmanlı" imajını kırmak da bu sürece dahil. Suriye'yi "ekonomik imkan" gibi değerlendirmekten çok sivil toplumdan eğitime kadar bir dönüşüm sahası görmek başarıyı artırır. Bu anlamda da Arap milliyetçiliğinin-Baas'ın ana ve kılcal damarlarının kesilmesi, heterodoks yönelimlerin engellenmesi, İranî tesirlerin azaltılması, bu tür çoklukların siyasallaşmadan kültürel boyutta kalması sürecin ana bileşenlerinden. Güçlü ticari burjuva eğilimlerinin yeni Suriye'nin yapılanmasına tahsis edilmesi Şara idaresinin elini kuvvetlendirir.
Güvenlik, huzur, ekonomik kalkınmayla birlikte düşünüleceğinden aslında Suriye'nin Suriyelilik, devlet, müşterek vatan aidiyetleriyle beraber sağlam bir düzene de ihtiyacı var. Adaletten eğitime kurumların teşekkülü, Suriye gerçeklerine uygun hukukun tavizsiz uygulayımı yani düzen teşekkülü aynı zamanda gelecek inşası demektir.
Suriye'nin, toprağı vatanlaştırmaya, unsurları ve toplumu milletleştirmeye, insanları Suriyelileştirmeye, memleketi ülkeleştirmeye, yurdu devletleştirmeye ihtiyacı var. Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlaması, üniter-İslam-sünni-Arap-Cumhuriyet niteliğini yerleştirmesi sadece Suriye için değil, Türkiye, Ortadoğu, Ümmet için de bir vebal, görev ve sorumluluktur.