Suriye’deki denklemi KCK üzerinden okumak

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
3.02.2018

Türkiye, uzun bir süre tüm diplomatik kanalları kullanarak, ABD’yi bölgemizde yürüttüğü kabul edilemez politikalarının olası sonuçları konusunda uyardı.


Suriye’deki denklemi KCK üzerinden okumak

Türkiye, uzun bir süre tüm diplomatik kanalları kullanarak, ABD’yi bölgemizde yürüttüğü kabul edilemez politikalarının olası sonuçları konusunda uyardı. Uyarmakla kalmadı, her platformda alternatif tezleri de dile getirdi. Ancak ABD bölgeyi felakete götürecek politikalarından vazgeçmediği gibi, terör örgütlerine silah ve eğitim desteği sağlamaktan da kaçınmadı. Dolayısıyla; Türkiye açısından, Afrin operasyonu kaçınılmazdı. Bu doğrultuda Türkiye; vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak, terör örgütünün sınırlarımız boyunca örgütlenmesinin önüne geçmek, bölgede yapılan etnik temizliği durdurmak için harekete geçti. Operasyon sürecini sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için terör örgütünün üst yapılanması olan KCK’yı, bunun ülkesel yapılanmalarını ve buna bağlı olarak ABD’nin KCK üzerinden Suriye’de oluşturduğu denklemi netleştirmekte yarar vardır.

KCK’yı hatırlayalım

KCK (Koma Civakén Kurdistan/ Kürdistani Örgütler Birliği) Abdullah Öcalan tarafından, 20 Mart 2005 tarihinde yazılan sözde ana sözleşme ile kurulmuş terör örgütünün üst yapılanmasını ifade etmektedir. Esas olarak plan, “Büyük Kürdistan”ın parçaları olarak görülen Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de örgüt kontrolünde yasama, yürütme ve yargı erkleri şeklinde devleti; mahalle, köy, şehir, ülke yapılanması olarak da toplumu örgütlemeyi hedeflemektedir. Bu üst yapı; PKK’dan başlamak üzere tüm terör örgütlerini, örgütün ‘sivil’ görünümlü kuruluşlarını (siyasi partiler, dernekler, sendikalar vb), gazeteler, televizyon kanalları, yayınevleri gibi yüzlerce organizasyonu kapsıyor. Öcalan ise “önder” olarak tanımlanıyor. Bunun yanı sıra Öcalan’ın atadığı Cemil Bayık, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Bahoz Erdal ve Nurettin Sofi’den oluşan “yürütme konseyi” bulunuyor. Bu beş kişiden ikisinin Suriyeli olduğunu not etmekte fayda var. Bu bağlamıyla KCK, bir şemsiye örgüttür. Dolayısıyla süreç içinde, kurulan örgütler, parti, STK vb yapıların tümü otomatik olarak bu şemsiyenin altında yer almaktadır.

KCK’nın bölgesel yapılanması

46 madde ve 4 geçici maddeden oluşan terör örgütünün ana sözleşmesi, Öcalan’ı “kurtarıcı” olarak kabul etmekte ve araç olarak da terörü/şiddeti benimsemektedir. Bu nedenle terör örgütü, bahsettiğimiz dört ülkede, ideolojik zemin oluşturma gayesiyle “siyasi” görünümlü organizasyon-lar, bunların altında ise silahlı terör unsurları şeklinde örgütlenmiştir. Bu kapsamda; Türkiye’de PKK (Partiya Karkeran Kurdistan, Kürdistan İşçi Partisi), İran’da PJAK (Partiya Jiyane Azade Kurdistan, Kürdistan Özgür Yaşam Partisi), Irak’ta PÇDK (Partiya Çaresera Demokrati Kurdistan, Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) ve Suriye’de PYD (Partiya Yekitiya Kurdistan, Kürdistan Birlik Partisi) yer almaktadır. Bunların altındaki silahlı terör örgütlenmeleri ise Türkiye’de HPG, İran’da PJK ve Suriye’de ise YPG’dir. Örgütün merkezi ise Irak Kandil’de! Burada dikkatte almamız gereken ana husus, bu dört terör örgütlenmesinin bağlı olduğu elebaşının, “yürütme konseyinin” ve terörist/militan deposunun aynı olmasıdır. Bu nedenle, alt örgütlenmeler (HPG, PJK ve YPG) arasında militan geçirgenliği de oldukça yüksektir.

KCK ve Suriye

Suriye’deki iç savaş, Öcalan’ın KCK ana sözleşmesini pratiğe geçirmek için önemli bir fırsatı sundu. Öyle ki; Esat rejimine tek bir kurşun sıkmadan “devrimin” gerçekleştiği kabul edildi! Bu süreçte; Türkiye’de, terörü şehirlere indirme projesi olan çukur terörü de eş zamanlı olarak devreye so-kulmuştu. Ancak planın Türkiye ayağı, hükümetin etkili, kararlı ve terörist ile vatandaşı ayıran mücadele tarzı neticesinde hezimetle sonuçlandı. Bölge insanı tüm öfke ve nefretini örgüte yöneltti. Bu nedenle de terör örgütü kendini kurtarmak için Suriye’de kendine sağlanan imkânlara yoğunlaştı. Çünkü burada başarılı olması halinde, bu modeli diğer ülkelerin de uygulayacağına inandı. Suriye’de örgüte alan açan güçler, ki bunların kim olduğu oldukça açık, örgütün başarılı olması ve terör örgütünü dünyaya meşru bir örgüt olarak sunmak için diğer terör organizasyonları olan DEAŞ’ı devreye soktu. Yani; “devrimin” imdadına DEAŞ yetiştirildi! Bu kapsamda; PYD/YPG, DEAŞ ile mücadele eden “meşru” bir güç olarak dünya ka-muoyuna sunuldu. Servis edilmek istenen görüntü şuydu; DEAŞ’a karşı savaşan “seküler” güç! Hatta; ABD, Rusya, İran ve kimi AB ülkeleri daha da ileri giderek, ‘Yeni Suriye’de terör örgütüne statü verme konusunda hem fikir oldular. Bu çerçevede; ABD’nin silah ve eğitim vermiş olduğu yapıya meşruiyet de verilmiş olacaktı. Kimi küçük unsurların eklenmesiyle ortaya çıkardıkları SDG’yi ise PYD/YPG ile KCK/PKK arasındaki ilişkiyi örtmeye yönelik bir şal olarak kurguladılar. ABD’nin PKK ile ilişkisi hep tartışıldı. Ancak tartışılan ilişki, ilk kez PYD/YPG üzerinden kamuoyuna yansıdı. PKK ile kurulan ilişkinin açığa vurulmasının ve DEAŞ’ın bir kaldıraç olarak kullanılmasının temel nedeni ise bölgemizde cereyan eden ve ABD tahakkümünü boşa çıkartan değişimlerdi. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın takip ettiği bağımsız politikaların oluşturduğu etki ve Mısır’da Mur-si’nin cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını not etmek lazım. Bu denklemde, ABD’nin çekindiği ana konu ise, Türkiye ve Mısır arasında ortaya çıkabilecek olan işbirliği olasılığıydı. 30 Eylül 2012 tarihinde yapılan AK Parti 4. Olağan Kongresine katılan bölgesel aktörler ve bunların yaptığı konuşmalar dikkate alınırsa, olay daha net anlaşılır. ABD’nin, bu fotoğraftan çok büyük bir rahatsızlık duyduğu ve ürktüğü aşikardı. Buna rağmen, Türkiye ile uluslararası düzeyde var olan ilişkilerini sürdürmeye de devam etti. Ancak bölgeyi dizayn etmek maksadıyla, Türkiye’yi FETÖ, DEAŞ ve PYD/YPG üzerinden bloke etmeyi, kuşatmayı hedefledi. PYD/YPG’nin PKK ile ilişkisini çok net olarak bilmesine rağmen, terör örgütünü silahlandırdı. İşte Afrin operasyonu, öncelikli olarak, ABD’nin Türkiye’yi terör örgütleri aracılığıyla bloke etme ve kuşatma planını bozma hamlesidir. Bununla birlikte; Afrin operasyonunun, uluslararası ilişkilerin bölgesel planda yeni bir boyuta evirildiğinin en önemli göstergesi olarak literatüre geçeceği de açıktır. Türkiye, bir öngörüde bulunuyor ve küresel denklemin yeni evresinde, kendine alan açan hamleler yapıyor. Bunları kendi iradesiyle hayata geçiriyor. Hem kuşatmayı boşa çıkarıyor, hem de bölgesel liderliğin önündeki engelleri kaldırıyor.

@AdnanBoynukara