Suriye-Türkiye hattındaki müzakereler silsilesi: Neden şimdi, ne beklemeliyiz?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / İstanbul Nişantaşı Üniversitesi
7.01.2023

Ankara ve Şam'ın Suriye'nin geleceğine yönelik beklenti ve güvenlik tehdit algılamalarını uyumlandırması için ciddi bir zaman ve uğraş gerekmektedir. Bu nedenle, iki taraf arasında yeni başlayan süreci bir nevi istikşafi nitelikteki görüşmeler olarak kabul etmemiz anlamlı olabilir.


Suriye-Türkiye hattındaki müzakereler silsilesi: Neden şimdi, ne beklemeliyiz?

3 Ocak 2023 günü, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu Brezilya ziyareti dönüşünde bu hafta gerçekleştirilen Suriye-Rusya-Türkiye Savunma Bakanlarının Moskova görüşmesine yönelik sorulara muhatap oldu. Bilindiği üzere, Şam ve Ankara arasında uzun bir süredir istihbarat uzmanları seviyesinde görüşmeler yapılıyordu. Ancak 2022'nin son döneminde Rusya'nın araya girmesiyle önce Savunma Bakanları, daha sonra Dışişleri Bakanları ve nihayetinde liderler düzeyinde bir dizi müzakerelerin yapılması gündeme geldi. 2022 sona ererken savunma bakanları düzeyinde ilk görüşmelerin gerçekleşmesi, bu görüşmelerin gelecekte de tekrarlanmasına karar verilmesi Ankara-Şam ilişkilerinde yeni dönem beklentisine bir ciddiyet kattı. Şimdi, Suriye Rejimi ile yaşanan sürecin 2021'in başından itibaren gözlediğimiz normalleşme süreçlerinin bir halkası olup olmayacağı merak konusu. Bu noktada savunma bakanları ile başlayan müzakere sürecinin Cumhurbaşkanları seviyesine kadar ilerleyip ilerleyemeyeceği de Sayın Çavuşoğlu'na soruldu.

Türkiyeli karar alıcılar ne diyor?

Dışişleri Bakanımızın verdiği yanıt gerçekçi bir "daha erken" vurgusunu içeriyordu. Aldığımız cevaplardan bu vurgunun Türkiye açısından bir hassasiyetle de yakından ilişkili olduğu anlaşılıyor: Ankara, iki ülke arasındaki yeni sürecin asla Suriyeli muhaliflerine rağmen/onların hilafına gerçekleşmesini ve gerçekleşiyor görünümü vermesini istemiyor. Bakan Çavuşoğlu, Suriyeli bazı muhaliflerin Türkiye'nin Suriye rejimi ile başlatılan bu yeni süreç hakkındaki şüphelerinin yersiz olduğunun altını özellikle çizdi ve Türkiye'nin hala Astana ve İdlib süreçlerinin garantörü olduğunu hatırlattı.

Mültecilerin belirsizlik korkusu

Çavuşoğlu'nun konuşmasında bugüne kadar Suriye odaklı gerçekleşen toplantılardan Suriye muhalefetinin haberdar edildiği bilgisini kamuoyuna vermesi de önemli. Bilindiği üzere Şam ile dertli olan Suriyelileri düşündüren iki temel husus var. İlki Suriye'nin anayasal geleceğinin nasıl olacağı ve Suriye muhalefetine ne tür bir yaşam alanı açılacağı mevzusu. İkincisi Suriye'deki iç savaştan kaçarak komşu ülkelere sığınan mültecilerin sadece yönetimler arası bir anlaşma üzerinden geri dönmeye zorlanması ile ilgili duyulan korku.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, basının sorularını yanıtlarken bu ikinci hususa da değindi ve Türkiye'nin Suriye ile yaptığı bu görüşmelerde Şam ile anlaşarak Ankara'nın Türkiye'de bulunan sığınmacıları zorla memleketlerine geri gönderecekleri konusundaki ifadelerin asılsız olduğunu, böyle ifadelere itibar edilmemesini gerektiğini söyledi. Bakan Çavuşoğlu, Suriyeli sığınmacıların memleketlerine bir gün geri dönüşlerinin temininin güvenli ve en önemlisi de onların rızası doğrultusunda ve onurlu bir şekilde gerçekleşebileceğini tekrarladı. Bunun için de Rejim' le görüşülüp gerekli koşulların garanti altına alınmasının zorunlu olduğuna dikkat çekmiştir, yani başlayan müzakere sürecinde esas hedef Suriyeli sığınmacılardan kurtulmak değil, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü kolaylaştıracak güvenilir güvenlik ikliminin hem siyasi hem ekonomik zeminde oluşmasına katkıda bulunmaktır. Bakanın konunun hassasiyeti ve ciddiyeti dolayısıyla bu sürecin hem BM'nin hem de AB'nin de taraf olması suretiyle sürdürülmesi gerektiğinin altını çizmesi Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda ne kadar samimi olduğunu da göstermektedir.

Ankara'nın mesajı açık

Ankara'nın verdiği mesaj aslında açık. Türkiye'nin bu süreci başlatırken temel beklentilerinde bir değişiklik söz konusu değil ama süreci başlatma ve yürütme konusunda Türkiye yeterince samimi, karşılığında da gerçekçi adımların atıldığını görmek istiyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın son verdiği röportajlardan birinde 'Rejimin atacağı adımları görmek istiyoruz. İyi niyetli adımlar görürsek biz de adımlar atarız' beyanında bulundu. Kalın'a göre Türkiye'nin Suriye krizi ile ilgili 12 yıllık politikasında baştan beri sergilediği bazı temel beklenti ve yönelimlerinin şimdi de değişmiş değil. Nelerdi bunlar; Kalın'ın ifadesine göre, Ankara Suriye'deki krizin başından itibaren BM parametreleri çerçevesinde ve müzakereler yoluyla çözülmesini arzu etmişti. Ama bilindiği üzere Şam yönetimi bunu reddetmiş ve dolayısıyla Anayasa süreci başta olmak üzere, Astana, Cenevre gibi tüm diplomatik süreçleri sabote etmiştir. Dolayısıyla Şam ile başlama işaretleri beliren yeni dönem klasik bir normalleşme dönemi olarak değerlendirilemez. Daha çok gerçekçi değerlendirmeler ve adımlar üzerinden Suriye'deki güvenlik risklerinin azaltılması adına Suriye jeopolitiğinin iki aktörünün -tabi burada Şam Rejiminin bir aktör olduğunu söyleyebiliriz ama güçlü bir aktör olduğunu kastetmiyoruz- müzakereler dönemi başlatmaya karar vermeleri olarak değerlendirilebilir.

Risklerle yeni bir mücadele aracı

Türkiye, Suriye'deki durumdan kaynaklı risklerle aktif olarak mücadele ediyor. Mücadele araçlarını elinde tuttuğunu da 2022 boyunca yeni bir kara operasyonunun dillendirilmesinden anlıyoruz. Nitekim İbrahim Kalın'ın, mülakatı esnasında Türkiye'nin özellikle terör kuşağı oluşturulması gayretleri karşısında sınır güvenliği ve bekasını korumak adına Suriye'de başarılı dört sınır ötesi operasyonuyla bu ihtimali nasıl devre dışı bıraktığı bir kez daha hatırlatılmış olması oldukça manalı. Ama tabii mesele Türkiye'nin yapabileceklerinden öte Suriye'yi içine düştüğü bu "yeni savaş girdabından" çıkarabilmek. Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın'a göre Ankara'nın temel kaygılarından biri de tam olarak bu. Savaşın devam etmesi sonucu Suriye'de yaşanacak kaos ve istikrarsızlıkla birlikte Türkiye'yi hedef alabilecek terör tehdidi ile insani krizin derinleşme ihtimalini Ankara her daim düşünmek zorunda. Bu düşünce trafiği içerinde şimdi uluslararası ve bölgesel konjonktür Şam Rejimi ile Türkiye'nin endişelerini rahatlatacak, Suriye perspektifini hayata geçirmesine izin vermesini sağlayacak bir diyalog kurulmasına olanak sağladı. Bu diyalogun kuvvetlendirilip, tarafların amacına hizmet eder noktaya gelmesinde Şam kadar bu diyaloğu arzulayanlara da iş düşüyor. Ankara, bu çerçevede kimin (Şam, Moskova, Tahran, Washington, Brüksel) ne başardığını çok dikkatli gözlemleyecek. Şu an için şunu söyleyebiliriz; Suriye ile müzakerelerin 12 yıl sonra yeniden başlamış olması kendi içinde oldukça önemli bir adımdır ve bu nedenle asla azımsanmamalıdır. Ancak, Ankara ve Şam'ın Suriye'nin geleceğine yönelik beklenti ve güvenlik tehdit algılamalarının uyumlandırılması için de ciddi bir zaman ve uğraş gerekmektedir. Bu nedenle, iki taraf arasında yeni başlayan bu süreci bir nevi istikşafı nitelikteki görüşmeler olarak kabul etmemiz anlamlı olabilir. Nitekim Ankara'daki siyasi yetkililer müzakerelerin bir süre daha devam edeceğini sıklıkla tekrar etmekte.

Türkiye'nin zihni net

Bugün, ABD ve Rusya gibi bölge dışı büyük güçler ile İran gibi bölge güçlerinin ve tabii PYD ve İran milisleri gibi vekillerin Suriye'deki varlığı nedeniyle saha örtülü ve açık bir güç rekabetinin içinde. Bu güç rekabetinde temel aktörlerden kimse kimseyi Suriye'nin dışına atmayı beceremedi. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde açtığı saha PYD'nin ve diğerlerinin alanını göreceli kısıtladığı tarihten bugüne Suriye'de bir çözümsüzlük ve kilitlenme sürecinden ve bu kilitlenmenin yarattığı statükodan bahsediliyor. Her statüko kendisinden nemalanan belirli aktörlerin çabasına dayanır. Ankara ve Şam arasındaki ilişkinin yönünün değişmesi, elbette Suriye'de statükonun değişmesi demektir ki bu nedenle statükodan faydalananların bir rahatsızlık duyması şaşırtıcı değil. Nitekim Türkiye ve Esad rejiminin ilişkilerinde yeni bir açılım olasılığının belirmesi özellikle Washington cephesinde huzursuzluk yaratmış görünüyor. Zaten Suriye özelinde Türkiye-Batı, Türkiye-ABD ilişkileri son derece limoni. Ankara'ya verilen vaatler tutulmamış ve bu nedenle ABD ve Türkiye arasında ciddi bir güven bunalımı zamanında yaşanmıştı. AB'nin Suriye'de "DEAŞ'la mücadele" dışında ne istediği de hiçbir zaman netleşmedi. Ama Batı'nın terör/PYD koridorundan rahatsız olmadığı, desteklediği günleri Ankara unutmuş değil. Bu nedenle ABD ve AB Ankara'nın Esad rejimiyle yeni bir başlangıç yapma hamlesine şiddetle karşı çıktıklarında, Ankara bu tepkileri ABD ve AB'nin PYD'ye desteği üzerinden okuyor. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinden kaynaklanan PYD terörünü durdurmak için planlamış olduğu ve Beyoğlu saldırısı sonucu tekrardan gündeme getirdiği yeni kara operasyonuna da Batılı müttefiklerin şiddetle karşı çıktığı biliniyor. Batı'nın Ankara'dan beklediği tüm riskler güneyde eli böğründe beklemesi, mümkünse kafası karışık sağa sola bakması. Defalarca Batılı merkezlere durum anlatılmaya çalışıldı. Mesele Türkiye'nin güney sınırlarıysa, mesele Irak ise, Suriye ise Ankara'nın kafası çok net, eli böğründe beklemeye de niyeti yok.

Türkiye'nin ciddiyetini Moskova fark etmekte elbette. Bu ciddiyetin Suriye'de Türkiye-Rusya ilişkilerine ek bir fatura çıkarmasını da istemiyor. Moskova, dün de Ankara ile anlaşmazlığının Ankara'yı Batılı müttefiklerinin kollarına itmesini, Ankara'yı Batı'nın aracı haline dönüştürmesini istemiyordu, ama bugün Batı'ya mesaj verebilen bir Ankara'ya daha çok ihtiyacı var. Türkiye, Suriye'de Batı'nın strateji değiştirmeme inadını Ankara'nın ötekileştirilme çabası olarak yorumladı-ki haksız değil-. Bu noktada Rusya'nın Suriye sorununun Şam ile görüşülerek çözülmesi önerisini ise şimdilik uygulanabilir buldu. Bu müzakereler sürecinin nasıl ve ne zaman sonuçlanacağını ise şimdiden kimsenin kestirmesi mümkün değil. Yine de Ankara'da herhangi bir değişim olmazsa, Ukrayna Savaşı devam ederse, Ankara-Moskova ve Şam, evet bir yerlerde, bir zaman anlaşabilir ve evet Suriye'de savaşı sona erdirebilecek en ciddi adımlardan biri atılabilir.

Washington rahatsız

Washington'un rahatsız olması, rahatsızlığını kelimelere dökmesi aslında tamamen kendi çıkarlarıyla ilgili. Bilindiği gibi, Biden yönetimi Ukrayna Savaşına rağmen tüm ilgisini Ortadoğu ve Suriye'den hayli uzaklara Çin'e yöneltmiş durumda. Suriye'de meydana gelecek olası bir Rejim-Ankara normalleşmesinde zamanla Washington'un Suriye'nin kuzeydoğusundaki PYD işgaline/varlığına dayandırılmış vekalet konforunun bozulabileceğini öngörüyor. ABD, Suriye'den çıkmak istemiyor ama doğrusu Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan bu devletlerin geleceğini birebir şekillendirecek kadar emek, para ve zaman da harcamak istemiyor. 1990'dan beri Washington uğraşa uğraşa işte bölgeyi ancak bu kadar karıştırabildi. İstediği bazı değişimlerin temelini attı ama İran'ın, Rusya'nın, Türkiye'nin tepkisini ve varlığını da çekti. O yüzden şimdilik Washington için bölgeyi uzaktan ziyaret eden dost postunda kalmak, Pentegon'un varlığını da vekiller üzerinden sahaya taşımak avantajlı. Suriye'de bu avantajı ortadan kaldıracak bir gelişme ABD'nin Suriye ve dolayısıyla bölgeye yönelik yapmış olduğu planlarının zorlanması demek. Bu nedenle ABD Sözcüsü Mike Pence bu hafta yaptığı açıklamasında, müttefik ve ortaklarına Suriye rejiminin geçmişte yaptığı insan hakları ihlallerini hatırlatmış ve Esad yönetimiyle görüşmenin zamanı olmadığı uyarısında bulunmuştur. 11 yıllık savaşın seyri düşünüldüğünde insanlığa yönelik suçları hatırlama konusunda mükemmel zamanlama. Batı'nın hafızasının bir gidip bir gelme haline neyse ki bölgedeki herkes alışık. Zaten oldukça ilginç bir gelişme Washington'un açıklamasından hemen sonra gerçekleşti. Türkiye-Suriye Savunma Bakanlarının görüşmesinin de ertesine düşen bu gelişme BAE'den siyasi bir heyetin ABD'nin uyarısına rağmen Şam'a ziyaret gerçekleştirmesi ve Esad rejimi ile görüşmüş olmasıdır. Anlaşılan, Washington'un Ortadoğu politikasızlığı söz konusu olunca ABD'nin müttefik veya ortaklarını ikna etmesi mümkün olmuyor. Bu da ABD'nin Ortadoğu'da uzun bir süredir uygulamakta olduğu geriden liderlik politikasının bölgede yaratmış olduğu maliyettir, Washington için. Sözün özü, "Houston, bir sorunumuz var", yani Washington'un Ortadoğu politikasının önünde problemler var ama tek problem Türkiye değil.

Moskova işlerin iyi gitmesi için dua ediyor

Rusya 24 Şubat 2022'den itibaren Ukrayna Savaşı ile meşgul. Bu atmosferde Türkiye'nin terörle mücadele kapsamında Suriye'nin kuzeyine bir askeri müdahalede bulunmasını birkaç nedenle istemiyor. Öncelikle, Ankara'nın olası bir askeri müdahalesi, Moskova'nın gücünün bir kısmının Ukrayna'ya aktarıldığı bir aşamada gelecek. Evet milislerin varlığı her zaman Şam-Moskova için bir yedek plan oluyor ama milislerin neyi başarıp neyi başaramadığını da 2015'ten biliyoruz. Sonuçta Moskova Suriye'ye müdahale ettiğinde Şam kadar milisleri de yenilgiden kurtarmıştı. Esad rejiminin Türk ordusu karşısında kaybetme olasılığı Moskova'yı ciddi olarak endişelendiriyor. Putin, Rejime gerekli desteğin sağlanamaması durumunda Suriye'de Rusya'nın Rejim üzerinden sağladığı meşruiyetin bitireceğini düşünüyor. Ayrıca Moskova'nın Batı ile sürdürdüğü büyük güç rekabeti sırasında böylesi bir kaybın küresel anlamda Kremlin'in prestijini sarsacağı da açık.

Türkiye-Suriye normalleşmesini desteklemek Moskova için en akıllıca strateji. Başarı elde edilmesi halinde hem Batı'ya burada hala varım demek Kremlin için mümkün olacak, hem de eskiden beri istediği Türkiye'yi daha da yakınına çekmek ve böylece NATO'yu bölmek stratejisinde bir adım ilerleyecek. Tabi Moskova'nın bu şekilde planlar yapabilmesinin en önemli sebebi bizzat Batı'nın kendisidir. Zira, Washington ve Brüksel Türkiye'nin güvenlik kaygılarına uzun bir dönemdir kayıtsız kalmış ve Ankara'yı Suriye'de ABD varlığının dengelenmesi opsiyonuna yöneltmiştir. Gerçi, Türkiye için bu yönelim bir ilk de değildir, Astana formu da bu amaçla gerçekleştirilmişti. Bu noktada dikkat çeken bir ayrıntı, Moskova'nın tüm bu planları yaparken Rejim 'in diğer destekçisi İran'ı denklem dışı bırakmış olmasıdır. Gerçi, Rusya Türkiye ile ilgili önemli stratejik işbirliği planları söz konusu olduğunda ilk kez Tahran'ı dışlamıyor, o nedenle bizler için bu durum da hiç şaşırtıcı olmadı. Nitekim İran'dan da henüz bir ses çıkmış değil. Bunun sebebi taraflar arasındaki müzakerelerin henüz başlangıç noktasında olmasıdır.

Ne olur?

İleride, Ankara-Şam arasında ciddi adımlar atılması durumunda bu durumun tüm bölge dinamiklerine etki yapacağını söyleyebiliriz. Yumuşamayla başlayan süreçte ortaya çıkan düzen ve işbirliği beklentisi artabilir ve Kuzey Afrika dahil tüm Ortadoğu'da yeni dengeler oluşabilir. İşte, Batı cephesindeki endişenin esas sebebi de burada yatmaktadır. Bugüne kadar, farklı isimlerle Ortadoğu'da Batı'nın ve tabii ABD'nin kurmak istediği parçalı düzenin önüne böylece bir set çekilebilir. Özellikle, şu anda Biden yönetimi tam da Ortadoğu'ya daha az emek verip buradaki hakimiyetini uzaklardan vekiller ve ortakları sayesinde korumaya karar vermişken, Rusya'yı sınırlandırdığını düşünürken, ekonomisini hafif toparlamışken bu tür bir darbe Washington'un itibarı için Afganistan'dan çekilirken sergilenen utanç verici görüntülerden daha ağır olur.

Türkiye ise, Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın dediği gibi yeni bir alternatife kapıyı aralamış Esad Rejim 'in Suriye'de iyi niyetli bir adım atıp atmayacağını beklemektedir. Bu barış, diplomasi adına aralanan kıymetli bir adımdır. Karşı tarafın bunu değerlendirip değerlendirmeyeceğini zaman gösterecektir. Türkiye bölgesinde her zaman istikrar ve barıştan yana olmuştur, bir kez daha bunu kanıtlamaktadır. Tabii, bu bekleyiş, eli böğründe kafası karışık bir aktörün bekleyişi değildir. Ankara bekası söz konusu olduğunda elindeki diğer opsiyonları da devreye sokmak üzere hazırlıklarını çoktan tamamlamıştır. Ankara-Şam diyaloğu için dua edenlerin hiç unutmaması gereken bir husus bu.

[email protected]