Suriye’ye müdahale caiz mi, vacip mi?

Muhammed Berdibek - Yazar
21.09.2013

İslam fıkhında, isyan veya iç savaş durumlarında, Müslümanların veya İslam devletinin uygulamalarına yönelik bazı yasaklamalar getirilmiştir. Maliki hukukçular, zehirli okların (Kimyasal silahlar) kullanılmasının kesinle yasak olduğunu söyler. Suriye’de bu durumun defalarca tekrarlandığı bilinen bir vakadır.


Suriye’ye müdahale caiz mi, vacip mi?

2010’da Tunus’ta başlayan ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde devam eden halk hareketlerinin en önemli merkezlerinden biri olan Suriye’deki tecrübe korkunç bir trajediye dönüştü. 2013 BM verilerine göre, “bu güne kadar 93,000 kişi öldü. Ayrıca, 1.000.000’dan fazla kişi mülteci olarak Suriye’den kaçtı”. Belki de bunlardan en korkuncu, çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu 4000 kişinin kimyasal silahlar ile katledilmesi... Bunun akabinde ABD’nin başını çektiği bir koalisyonun Suriye’ye yönelik müdahalesi tartışıldı. 

Suriye’de yaşanan kimyasal saldırı ve ABD’nin Suriye’ye müdahale etme ihtimali medya ve sosyal medyada önemli tartışmaları başlattı. Söz konusu tartışmanın üç keskin tarafı var: ABD işgaline karşı çıkanlar, ABD işgalini destekleyenler ve bir şeyler yapılması gerektiğini savunan fakat ABD işgaline karşı çıkanlar.

En hararetli tartışma ise İslamcılar arasında yaşanıyor. Tartışmanın merkezinde, Türkiye gibi Müslüman devletlerin, öncülüğünü gayrimüslimlerin oluşturduğu bir koalisyonda yer alarak, bir başka Müslüman devlete karşı taarruza geçip geçemeyeceği hususu var. Söz konusu tartışma, siyasi ve reel-politik unsurları barındırsa da temel dayanaklar İslam fıkhı üzerinden şekilleniyor. Bu yüzden, İslam fıkhı üzerinden, Suriye’deki iç savaşın statüsü, savaş hukuku, Müslüman ülkelerin müdahalesi ve gayri-Müslimlerin müdahalesini yorumlamak önemli görünüyor.     

İslam fıkhına göre tüm Müslümanlar kardeştir. Bu kardeşlik ilkesi aynı zamanda Müslüman devletler arasındaki ilişkilerde de kabul edilir. İster bireysel, ister ülkesel manada olsun Müslümanlar diğer insanlar karşısında tek bir ümmetten oluşur. Fukahanın bazısı Hz. Muhammed dönemi dahil olarak, bazıları ise dört halife dönemi ve sonrasında Müslümanların hiçbir zaman bir tek ülkede yaşamadıklarını ve dolayısıyla Müslümanların farklı devletler altında yaşamak durumunda olduğunu siyasal bir gerçeklik olarak kabul eder. Yine Müslümanlar arasında ve Müslümanların diğer milletler ile olan ilişkilerine yorum oluşturacak pek çok ayet, hadis, sünnet, icma ve içtihat uygulamaları bulunur. 

İslam fıkhı, İslam’ın birliği konseptine dayanır, dolayısıyla tüm isyan, iç savaş ve ayrılmalar yasaktır; bununla beraber İslam’ın pozitif hukukunda bu çeşit savaşlara yönelik uygulamalar bulunmaktadır. Bir ülkede yaşanan çatışmalar veya kıyamların tasnifi yapılmıştır. Buna göre, bir Müslüman ülkede, hükümdar veya hükümete karşı kıyam edenler Asi hükmündedir. Bu kapsamda, kıyam gayri meşru olarak kurulan bir hükümeti veya yaptığı zulümden dolayı gayri-meşru duruma düşen hükümeti hedef alırsa bu durumlarda “kurtuluş savaşı” terimi kullanılır. Böyle bir hükümetin idaresi altında zulüm görenlerin Müslüman veya gayri-Müslim olması önemli değildir. İhtilalciler belli bir sayıya ulaşır ve bir bölgeyi kontrol ederlerse ‘isyan’; isyan, hükümetin gücüne denk bir güce ulaşırsa ‘iç savaş’ denir.

İsyanın veya iç savaşın meşruiyeti

Suriye’de yaşanan durumun isyan ve iç savaş kategorisi arasında bir yerde olduğu savunulabilir. Bu durumda, hükümetin meşru olup olmadığını ve Esed hükümetine yönelik kıyamda bulunulmasını İslam fıkhı ve tarihsel uygulamalarına referansla yorumlamak gerekir. 

İktidar ve güç ilişkisi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler için ne kadar önem teşkil ediyorsa İslam hukuku için de o kadar önem teşkil ediyordur. Bu kapsamda, Müslümanların güçlü olup olmadıklarına bağlı olarak diğer devletler ile ilişkiler ve cihad gibi müesseseler yorumlanır. Tarihsel anlamda iktidar ve güç ilişkisine atıfla Müslümanların her daim güçlü olamayacağı, her durumda savaş durumuna girişemeyeceği belirtilir.  Nitekim Hz. Muhammed’in “Sizden biriniz kötü bir şey gördüğü zaman, onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle söylesin, buna da cesareti yoksa kalbiyle buğz etsin” sözleri bu şekilde yorumlanabilir. Yine, Müslümanların güçleri ve imanları nispetinde tepki göstermeleri beklenir. 

Bütün tartışmaların dışında, beyanın esas olma kaydıyla, Esed Rejiminin Müslüman bir devlet olduğunu kabul ederek tartışmanın yürütülmesi faydalı görünüyor. Buna göre, İslam Devletinin (Esed hükümetinin) meşru olup olmadığına ilişkin ve asilerin(Suriye Muhalefeti) durumuna ilişkin İslam fıkhında yorumlanacak birçok uygulama bulunuyor. Nitekim İslam fıkhı devlet yönetimi, görevleri, barış, savaş, düşmanca ilişkiler, gayri-Müslimler ile yapılan savaş, uluslararası ticaret, esirlerin durumu vb. pek çok konuya ilişkin kapsamlı bir yorumlar manzumesi sunar. 

Bu doğrultuda, İslam devleti otoritesi altında yaşayan halkın, ulul-emre itaat etmesi gerektiği savunulur ve Allah’ın kitabıyla hükmeden hükümdara karşı gelenlerin aynı zamanda Allah’a karşı geldikleri öne sürülür. Bu görüşe rağmen, Müslüman hükümdarın bir despot olmadığının kaydedilmesi gerekir: Herkesten önce o, kendi vatandaşları arasından herhangi biri, sıradan insan gibi ülke kanunlarına bağlıdır. Devlet başkanlarının, ülkelerinde eşsiz bir mevki işgal ettikleri inkâr edilemez, ancak kralın hata yapmayacağını ileri süren birçok sistemin aksine, İslam hukuku, devlet reisine bu aşırı masumiyeti vermez. Bu konuda, halifelerin Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin hâkimlerin çağrısı ile mahkemelere celbedildikleri bilinen vakalardır. 

Esed rejiminin iç savaş uygulamaları

Müslüman hükümdarın iktidardan uzaklaştırılması için temelde iki husus gereklidir: Şeriatın hükümlerini uygulamamak ve zulmetmek. Dayanılamayacak kadar baskı ve zulme kalkışan Müslüman devlet reisine savaş açılabilir. Zulüm ve baskı dayanılamaz hale geldiği zaman isyan dinen meşru olur. “Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa artık onlara yapılacak bir şey yoktur.” (Şura:41) Nitekim tarihsel anlamda, Emeviler döneminde, halifelerin keyfi idareleri saygınlık telkin etmediği bir dönemde, İmam Ebu Hanife’nin, silaha başvurmaya açıkça izin verecek şekilde yorum yaptığı bilinen bir başka vakadır. Yine başka bir hadiste “Allah’a karşı günah işleme hususunda kula itaat edilmez” denildiği rivayet edilir. Söz konusu deliller, Suriye muhalefetin gerekli İslami kaideler doğrultusunda mücadele ettiği ve bunun İslam fıkhına uygun olduğu savunulabilir. 

İslam fıkhında, isyan veya iç savaş durumlarında, Müslümanların veya İslam devletinin uygulamalarına yönelik bazı kısıtlamalar ve yasaklamalar getirilmiştir. Bunlardan en önemlisi savunma gayesi dışında asilere karşı gereksiz yıkıcı silah kullanılmaması ilkesidir. Bunun yanında, insan bedeninde sonsuz acı ve elem veren silahların kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Savaş zamanında, Maliki hukukçular, zehirli okların (Kimyasal silahlar) kullanılmasının kesinle yasak olduğunu söyler. Suriye’de bu durumun defalarca tekrarlandığı bilinen bir vakadır.

Yine, Maverdi’ye göre İslam hukukunda, asilerin cezası ölüm değildir; bunlar sadece savaş meydanında savaşılırken öldürülür. Suriye’de bırakın savaş durumunu veya savaşçıların statüsünü, siviller dahi hiçbir gerekçe olmadan katledilmiştir. Söz konusu uygulamaların tamamı Esed yönetimi tarafından ihlal edilmiş ve uygulanmıştır. Bu kapsamda, kendi halkına uyguladığı zulüm ve şeri hükümlerin uygulanmamasından dolayı Esed hükümeti yargılanmalıdır. Fakat bunun mevcut yönetim şartlarında uygulanması mümkün görünmüyor.Dolayısıyla, Esed’inyargılanması için güçlü bir üst İslami yapılanma olmadığı için İslam devletlerine müdahale hakkı doğduğu iddia edilebilir. 

Müslüman devletler, Suriye’de yaşanan gayri-İslami ve gayri insani durumu sona erdirmek için ne yapabilirler sorusunun en temel seçeneği müdahale olarak görünüyor. İslam fıkhında bu duruma ilişkin bazı önermeler bulunmaktadır. Egemenlik, bir devlete dışarıdan müdahale edilmeme hakkını sağlar. Ancak müdahalenin haklı görüldüğü zamanlarda vardır. Bu durumlar meşru müdafaa ve kötü bir durumu engelleme şeklindedir. Bunun yanında, Müslüman hukukçular, bir İslam devletinin, şeriatın önemli bazı emirlerini ihlal eden başka bir İslam devletine müdahale edebileceğini iddia ederler. Yine ayrıca müdahalenin temelleri Kuran’ın şu hükmünden kaynaklanmaktadır: Fitne(Anarşi, kargaşa, terör) katl(savaş)den daha kötüdür. (3:191) Aynı mantık şeriatın şu umumi kuralına dayanır: Ehven-i Şerreyn ihtiyar olunur = İki kötüden daha az zararlı olanı tercih edilir. Bazı Şiilerin ilk üç halifeyi açıkça lanetlemelerini, Sünniler müdahale için yeterli bir sebep saymışlardır. Zira bu eylem irtidat olarak kabul edilmiştir. (115)Yine aynı doğrultuda,”Eğer müminlerden iki grup birbiriyle vuruşursa, aralarını bulun. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın” ayeti bu durum için temel bir dayanak sağlar. Fakat Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu duruma bakınca, bırakın bu soruna müdahil olmayı, kendi sorunlarını dahi çözebilecek halde olmadıkları görülüyor.

Suriye’ye yönelik dış müdahale

Sonuç olarak, Suriye’de insani bir dram yaşanıyor ve bu durumun normal şartlar altında çözülmesi mümkün görünmüyor. Suriye’de kimyasal saldırı sonrası yaşanan tartışmalarda; bir taraf, Müslümanların Suriye’deki savaşı engellemeye dönük hiçbir şey yapmadığından Suriye’deki insani kıyımın engellenmesi için ABD (yahut Batı)  müdahalesine sempati ile yaklaşılabileceğini savunurken, diğer taraf bu durumun her halükarda daha kötü sonuçlar doğuracağını ve bunun iyilik ve hayır olarak kabul edilemeyeceğini savunuyor ve ABD müdahalesine karşı çıkıyor. Son günlerde, ABD’nin başını çektiği ve Türkiye gibi Müslüman devletlerin de içinde olduğu koalisyonun müdahale ihtimali yeni bir tartışmayı doğurdu. Acaba Müslüman devletler, gayrimüslim devletlerin başını çektiği koalisyonla ittifak ederek, bir başka Müslüman devlete yönelik taarruzda bulunabilir mi? Tarihsel olarak, Haçlı Seferleri sırasında, bu türden ittifakların ve vakaların yaşandığı biliniyor. Tarihsel olarak bu tür bir vakaların yaşanmasına rağmen, bu kapsamdaki bir olay için fukahanın yaygın bir yorumunun bulunmadığını, en azından tarafımızca rastlanmadığını belirtmekte yarar var. Buna karşın, Kuran’ı Kerim’de, aksi görüşü kuvvetlendirecek yönde, kâfirler ile işbirliği yapılamayacağını belirten ayetler yer almaktadır. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayı, onlarla aynı safta bulunmayı, onlarla müminler gibi haşır-neşir olmayı yasaklandığı ayetler bulunmaktadır. “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin!” (Mâide: 51)”Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin! Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” buyruluyor. (Nisâ: 144) Nitekim bu ayetler hükümleri oldukça net bir şekilde gayri-Müslimler ile ittifak yapılamayacağını, bu kapsamda onlarla birlikte hareket edilemeyeceğini belirtiyor. Bununla beraber, Muhammed Hamidullah, iyilik ve hayırda gayrimüslim devletler ile işbirliği yapılabileceğini savunmaktadır. 

İbn-i Haldun, bir millete dıştan gelen baskı ve zulmün hangi neticeyi doğurursa, içten gelen baskı ve zulmün de aynı neticeyi doğurduğunu ve Milletlerin milli şahsiyetlerine kavuşmalarında her iki baskının da aynı derecede geçerli olduğunu savunur. Bu kapsamda, Suriye ‘de yaşanan insani kıyım birçok insanda infiale sebep olmakta ve belki iyiliğe delalet edeceğinden ABD müdahalesine sempati ile bakmasına sebep oluyor. Fakat birçok örnekte olduğu gibi bu tarz durumların daha fazla insani kıyımlara sebep olduğu da bir vakadır. Açıkçası, Türkiye’nin de içinde yer alması muhtemel olan Batı koalisyonunun muhtemel saldırısı, sadece tarihi bir vaka olarak, fikri hayatımızda da temel kırılmalara yol açacak gibi görülüyor. 

Yine de, buraya kadar sıralanan bütün bu seçenekler arasında, kişisel kanaatim, Batılı güçlerin muhtemel bir müdahalesinin daha insani koşullar oluşturmayacağı yönünde. Suriye ve benzeri ülkelerde yaşanan dramların giderilmesi için Müslümanların toparlanması ve kendi içindeki sorunlara çözebilecek yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz görünüyor. Nitekim”Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisâ: 139) ayeti hepimizi daha derin sorgulamaya zorluyor. 

[email protected]